3 Mayıs 1999 22:00
Ben yolcuyum, henüz emekliyorum
GÜNÜN YAZILARI
Ben yolcuyum, henüz emekliyorum
Özlem Ergun
"Güvendiğim, sevdiğim biriyle konuşurcasına kağıtla, kalemle konuşmak istiyorum. Ben sizlerle yaşamımı, değişimimi, insana bakışımı anlatırken, kendimi olduğundan başka göstermeye çalışmayacağım. Size içimi açıyorum, biliyorum ki bir yaşamda bir çok yaşamdan izler bulunur" diyor Berrin Taş yaşamını kaleme aldığı kitabının ilk sayfalarında. Onu İnsancıl dergisindeki yazılarından, şiirlerinden tanıyoruz daha çok, az bilinen bir diğer yanı ise Özgür Üniversite'de öğretim görevlisi olması.
Ancak şimdi yazar ve şair kimliğiyle tanıdığımız, bildiğimiz Berrin Taş, ne aristokrat bir aileden geliyor, ne de ilk gençliği ve evlilik yılları rahat, kendini geliştirileceği bir ortamda geçiyor. Aksine milyonlarca kadınının maruz kaldığı baskılar, yasaklar, ayıplar, gelenekçi değer yargıları da yabancı değil ona. Üzerinden yıllar geçmiş olsa bile o, gün be gün tüm yakıcılığı tüm canlılığı ile hatırlıyor, önemsiz, olağan gibi görünen ancak onu derinden etkileyen ve onu bugünlere taşıyan yaşanmışlıklarını.
Şimdiki Berrin Taş'ı yaratmak, kendini tanımlamak, ne istediğini bilmek, birey olabilmek, yaşamı üzerinde söz sahibi olabilmek kolay olmamış. Önce içe kapanıklık, yalnızlık, bitmek bilmez bunalımlar... Nasıl başa çıkabileceğini bilemediği yabancılaşma, anlamsızlık, ardından gelen isyan, lanetlenmeyi göze alma sonrasında ise "Işığa Doğrulum"...
Işığa Doğrulum, işte tüm bu süreçleri kaleme aldığı ve milyonlarca kadına seslenmeyi hedeflediği bir isyanın bir dirilişin öyküsü. "Biliyorum ki bir yaşamda pek çok yaşamdan izler bulunur "demesi de en çok bu yüzden.
1957 yılında Kayseri'de doğuyor Taş . Babasının ölümü ve annesinin 2.evliliği ile birlikte Adana'ya geliyor. Çok geçmeden Adana'nın kapalı, muhafazakar yapısı evde de karşılığını bulmaya başlıyor.
Sonrasında, liseye gitme zamanları yaklaşıyor Berrin'in ve yatılı bir kız lisesine yaptırılıyor kaydı. Tam yeni bir dönem başlıyor, evde ki boğucu havadan uzaklaşma zamanı derken bu sefer de yetiştirilme tarzı, aldığı kültür tutsak ediyor genç kızı . "İnsanlarla hep mesafeliydim, hep uzak kalmayı tercih ettim. İncitilmek istemezim çünkü." diyor. Taş'ın ilk okumaları ve şiir denemeleri de o zamanlara rastlıyor daha çok. Şiir içini döktüğü, paylaştığı, dertleştiği en yakın arkadaşı oluyor o yıllarda. Liseyi bitirip de eve dönmek zamanın galdiğinde ağır bir hastalık geçiriyor ve tedavi için Adana yerine Ankara'da ki akrabaların yolu tutuluyor. Bu; üniversite umutlarının suya düşmesi ve boğucu akrabalık ilişkilerinin yeniden başlaması anlamına geliyor. Bu arada Berrin'le ilgilenen bir akraba, annenin teyze oğlu, giriyor devreye. Genç bir mühendis.... Ve ardındanda evlilik...
"Kadınlar için evlilk bir kaçıştır benim içinde öyle oldu. Benim sevdiğim biri yok, bari beni seven biriyle birlikte olayım diye düşündüğümü anımsıyorum"
Şimdi o günleri hatırlayan Taş; "Düğünde giydirip kuşatıp bakıyorlardı, bir sürü altın, bilezik, falan..., bir hayvan misali, biliyorsunuz atlarında dişlerine bakıyorlar satın alırken. Herşey bir gösteriden ibaret, biz kadınlarda bu şovun figüranlarıyız yalnızca. Aslında bunların hayatla bir ilgisi yok, yaşam çok daha başka bir şey."
Tüm bu düğün takı merasimlerinden sonra ise İstanbul'a gelinir, artık akrabalar yoktur ama, onun yerini şimdiye kadar tadılmamış yabancı yalnızlıklar almıştır. Beklentiler, umutlar suya düşmüştür birer birer. "Gerçi çok bir şey beklemiyordum am, yine de bir umut oluyor insanın içinde" diyor.
Aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşanıyordur artık. "Güzel bir şeyler yaratmak için uğraşıyordum, ama bir türlü olmuyordu, iletişim kuramıyorduk, inciniyordum ve ben her defasında duvarlara çarpıp geri dönüyordum" diyor, şimdi o günlerdeki çaresizliğine öfkelenerek. Ve tek sosyal yaşam alanı olan komşu gezmeleri ile büyük bir sorun gibi yaşanıp telaşla yapılan ev işleride yetmemeye başlamıştır artık. Bu dönem yabancılaşmanın,yalnızlaşmanın en yogun yaşandığı dönemlerden biridir aslında. Ve yeniden şiir vardır yaşamında. "Bu dönemde yazdığım şiirler taşlamaya benzer" diyor gülerek.
Yaş 23 oluşmuştur ve hamiledir Taş."Bir çocuğum olacaktı ve onun için yaşayacaktım artık. Ancak bununda çözüm deği , geçici bir oyalanmadan ibaret olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kendimi tamamlamamıştım çünkü."
O süreçte tanıştığı bir arkadaşı ise yaşamında ki dönüm noktalarından biri. Ev dışına çıkmaya, sinemaya tiyatroya gitmeye, daha çok okumaya, kendi gücünü görmeye ve kendisiyle barışmaya başlamıştır artık. Şimdi o daha çok güveniyodur kendine, neler yapabileceğinin farkındadır. Yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi acemidir ama, bir o kadar da kararlı. "Yaşamımı değiştirmeye zorunluydum ,çünkü durduğum yerde yaşam anlamsız, kuru ve boşluktaydı. Ayıpların neden ayıp, yasakları kimin koyduğunu, sorgulumaya başlamıştım artık, yaşama karşı bu kadar saf ve tecrübesiz olmanın bedellerini ödedim, işte bu nedenle ancak yaşam beni zorladığında gün ışığına çıkabildim.Ve bu yıllarımı aldı." diyor kitabının bir yerinde.
Sonrasında ise ayrı eve çıkmaya ve boşanmaya karar verir Berrin Taş. Kızıyla birlikte babasından kalan gelirle aldığı evde yeni bir hayata başlamıştır. Ama yine de kolay olmamıştır tehtitlerden, izlenmelerden kurtulmak.
İnsan ve toplum bilincinde mutlaklaştırılan, sarsılmaz kabul edilen evlilik kurumunu kendi pratiğinde yıkmıştır artık. Şimdi yıktıkların yerine yenilerini koyma gerekliliğini bilmektedir. O da tüm bu sancılı sürecin ürünleri olan şiirlerini alarak düşmüştür yola. Adres ise Varlık dergisidir. Sonrasında ise Cengiz Gündoğdu ile tanışıklık ve İnsancıl Derğisi'nin doğuşu. "Ben yaşamak istiyordum, kendi yaşam tecrübemi oluşturmak, kimin ne dediğine aldırmadan denemek, yanılmak, öğrenmek istiyordum, arayış içindeydim, ben insanı arıyordum"
Evet, Berrin Taş şimdilerde 42 yaşında, İnsancıl Dergisi'nin yazı işleri müdürü, Özgür Üniversite'nin öğretim görevlisi, şair, yazar.
Hikayesi edilgen, suskun, boynu bükük milyonlarca kadından biri olarak başlamış, ancak öyle sürmemiş. Üreten, düşünen bir yazın insanı. Işığa doğrulumda da bir zamanlar, acılarına, hüzünlerine, yalnızlıklarına ortak olduğu bu kadınlara sesleniyor, onlara hiç bir şeyin imkansız olmadığını göstermek istercesine.
Kitabının son sözü ise; ben yolcuyum, henüz emekliyorum.
Özlem Ergun
"Güvendiğim, sevdiğim biriyle konuşurcasına kağıtla, kalemle konuşmak istiyorum. Ben sizlerle yaşamımı, değişimimi, insana bakışımı anlatırken, kendimi olduğundan başka göstermeye çalışmayacağım. Size içimi açıyorum, biliyorum ki bir yaşamda bir çok yaşamdan izler bulunur" diyor Berrin Taş yaşamını kaleme aldığı kitabının ilk sayfalarında. Onu İnsancıl dergisindeki yazılarından, şiirlerinden tanıyoruz daha çok, az bilinen bir diğer yanı ise Özgür Üniversite'de öğretim görevlisi olması.
Ancak şimdi yazar ve şair kimliğiyle tanıdığımız, bildiğimiz Berrin Taş, ne aristokrat bir aileden geliyor, ne de ilk gençliği ve evlilik yılları rahat, kendini geliştirileceği bir ortamda geçiyor. Aksine milyonlarca kadınının maruz kaldığı baskılar, yasaklar, ayıplar, gelenekçi değer yargıları da yabancı değil ona. Üzerinden yıllar geçmiş olsa bile o, gün be gün tüm yakıcılığı tüm canlılığı ile hatırlıyor, önemsiz, olağan gibi görünen ancak onu derinden etkileyen ve onu bugünlere taşıyan yaşanmışlıklarını.
Şimdiki Berrin Taş'ı yaratmak, kendini tanımlamak, ne istediğini bilmek, birey olabilmek, yaşamı üzerinde söz sahibi olabilmek kolay olmamış. Önce içe kapanıklık, yalnızlık, bitmek bilmez bunalımlar... Nasıl başa çıkabileceğini bilemediği yabancılaşma, anlamsızlık, ardından gelen isyan, lanetlenmeyi göze alma sonrasında ise "Işığa Doğrulum"...
Işığa Doğrulum, işte tüm bu süreçleri kaleme aldığı ve milyonlarca kadına seslenmeyi hedeflediği bir isyanın bir dirilişin öyküsü. "Biliyorum ki bir yaşamda pek çok yaşamdan izler bulunur "demesi de en çok bu yüzden.
1957 yılında Kayseri'de doğuyor Taş . Babasının ölümü ve annesinin 2.evliliği ile birlikte Adana'ya geliyor. Çok geçmeden Adana'nın kapalı, muhafazakar yapısı evde de karşılığını bulmaya başlıyor.
Sonrasında, liseye gitme zamanları yaklaşıyor Berrin'in ve yatılı bir kız lisesine yaptırılıyor kaydı. Tam yeni bir dönem başlıyor, evde ki boğucu havadan uzaklaşma zamanı derken bu sefer de yetiştirilme tarzı, aldığı kültür tutsak ediyor genç kızı . "İnsanlarla hep mesafeliydim, hep uzak kalmayı tercih ettim. İncitilmek istemezim çünkü." diyor. Taş'ın ilk okumaları ve şiir denemeleri de o zamanlara rastlıyor daha çok. Şiir içini döktüğü, paylaştığı, dertleştiği en yakın arkadaşı oluyor o yıllarda. Liseyi bitirip de eve dönmek zamanın galdiğinde ağır bir hastalık geçiriyor ve tedavi için Adana yerine Ankara'da ki akrabaların yolu tutuluyor. Bu; üniversite umutlarının suya düşmesi ve boğucu akrabalık ilişkilerinin yeniden başlaması anlamına geliyor. Bu arada Berrin'le ilgilenen bir akraba, annenin teyze oğlu, giriyor devreye. Genç bir mühendis.... Ve ardındanda evlilik...
"Kadınlar için evlilk bir kaçıştır benim içinde öyle oldu. Benim sevdiğim biri yok, bari beni seven biriyle birlikte olayım diye düşündüğümü anımsıyorum"
Şimdi o günleri hatırlayan Taş; "Düğünde giydirip kuşatıp bakıyorlardı, bir sürü altın, bilezik, falan..., bir hayvan misali, biliyorsunuz atlarında dişlerine bakıyorlar satın alırken. Herşey bir gösteriden ibaret, biz kadınlarda bu şovun figüranlarıyız yalnızca. Aslında bunların hayatla bir ilgisi yok, yaşam çok daha başka bir şey."
Tüm bu düğün takı merasimlerinden sonra ise İstanbul'a gelinir, artık akrabalar yoktur ama, onun yerini şimdiye kadar tadılmamış yabancı yalnızlıklar almıştır. Beklentiler, umutlar suya düşmüştür birer birer. "Gerçi çok bir şey beklemiyordum am, yine de bir umut oluyor insanın içinde" diyor.
Aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşanıyordur artık. "Güzel bir şeyler yaratmak için uğraşıyordum, ama bir türlü olmuyordu, iletişim kuramıyorduk, inciniyordum ve ben her defasında duvarlara çarpıp geri dönüyordum" diyor, şimdi o günlerdeki çaresizliğine öfkelenerek. Ve tek sosyal yaşam alanı olan komşu gezmeleri ile büyük bir sorun gibi yaşanıp telaşla yapılan ev işleride yetmemeye başlamıştır artık. Bu dönem yabancılaşmanın,yalnızlaşmanın en yogun yaşandığı dönemlerden biridir aslında. Ve yeniden şiir vardır yaşamında. "Bu dönemde yazdığım şiirler taşlamaya benzer" diyor gülerek.
Yaş 23 oluşmuştur ve hamiledir Taş."Bir çocuğum olacaktı ve onun için yaşayacaktım artık. Ancak bununda çözüm deği , geçici bir oyalanmadan ibaret olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kendimi tamamlamamıştım çünkü."
O süreçte tanıştığı bir arkadaşı ise yaşamında ki dönüm noktalarından biri. Ev dışına çıkmaya, sinemaya tiyatroya gitmeye, daha çok okumaya, kendi gücünü görmeye ve kendisiyle barışmaya başlamıştır artık. Şimdi o daha çok güveniyodur kendine, neler yapabileceğinin farkındadır. Yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi acemidir ama, bir o kadar da kararlı. "Yaşamımı değiştirmeye zorunluydum ,çünkü durduğum yerde yaşam anlamsız, kuru ve boşluktaydı. Ayıpların neden ayıp, yasakları kimin koyduğunu, sorgulumaya başlamıştım artık, yaşama karşı bu kadar saf ve tecrübesiz olmanın bedellerini ödedim, işte bu nedenle ancak yaşam beni zorladığında gün ışığına çıkabildim.Ve bu yıllarımı aldı." diyor kitabının bir yerinde.
Sonrasında ise ayrı eve çıkmaya ve boşanmaya karar verir Berrin Taş. Kızıyla birlikte babasından kalan gelirle aldığı evde yeni bir hayata başlamıştır. Ama yine de kolay olmamıştır tehtitlerden, izlenmelerden kurtulmak.
İnsan ve toplum bilincinde mutlaklaştırılan, sarsılmaz kabul edilen evlilik kurumunu kendi pratiğinde yıkmıştır artık. Şimdi yıktıkların yerine yenilerini koyma gerekliliğini bilmektedir. O da tüm bu sancılı sürecin ürünleri olan şiirlerini alarak düşmüştür yola. Adres ise Varlık dergisidir. Sonrasında ise Cengiz Gündoğdu ile tanışıklık ve İnsancıl Derğisi'nin doğuşu. "Ben yaşamak istiyordum, kendi yaşam tecrübemi oluşturmak, kimin ne dediğine aldırmadan denemek, yanılmak, öğrenmek istiyordum, arayış içindeydim, ben insanı arıyordum"
Evet, Berrin Taş şimdilerde 42 yaşında, İnsancıl Dergisi'nin yazı işleri müdürü, Özgür Üniversite'nin öğretim görevlisi, şair, yazar.
Hikayesi edilgen, suskun, boynu bükük milyonlarca kadından biri olarak başlamış, ancak öyle sürmemiş. Üreten, düşünen bir yazın insanı. Işığa doğrulumda da bir zamanlar, acılarına, hüzünlerine, yalnızlıklarına ortak olduğu bu kadınlara sesleniyor, onlara hiç bir şeyin imkansız olmadığını göstermek istercesine.
Kitabının son sözü ise; ben yolcuyum, henüz emekliyorum.
Evrensel'i Takip Et