14 Temmuz 1999 21:00

Sürgün'ün hüznü, coşkusu

    ve duruş noktası

Paylaş
Sürgün'ün hüznü, coşkusu ve duruş noktası
Sinan Gündoğar
Grup Yorum'daki sesi ve yorumuyla tanıdık Hilmi Yarayıcı'yı. Uzun bir zaman albüm çalışması anlamında sesi soluğu çıkmadı. Bu sıralarda, konservatuvarı bitiren, daha sonra da opera-şan eğitimi alan ve ilk solo albümü "Sürgün"ü çıkaran Hilmi Yarayıcı ile, albümün niteliği, farklı dillerdeki ezgilerin üzerine söz yazılması, türkülerin batı enstrümanlarıyla yorumlanması konularında görüştük.
- Albümün içeriği ve müzikal yapısı hakkında bilgi verir misiniz?
- Ben bu albümü yaparken temel kaygım, arkama dönüp baktığımda "Kalıcı, sağlıklı, güzel şeyler yaptım" diyebilmekti. Eksikleri olmasına rağmen, kendi adıma, böyle bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Fuat Saka'dan çok etkilendim. '86'dan beri Fuat Saka'yı dinliyorum. Dolayısıyla onun düzenleme anlayışı, yorumu, parçaları seçerkenki düşüncesini, algılayışını hissettim ve aynı şeyleri ben de hissettiğim için yapmak istedim. Yıllardır böyle bir çalışmayı düşünüyordum.
Benim bu kasette bestelerim yok. İkinci kaset için düşünüyorum. Önceden belirlediğim türküler vardı. Ama bunun dışında, Hasan Saltık'ın önerileri oldu. İran Halk Şarkısı, iki tane Ermeni ezgisi var. Fikret Kızılok'un bir bestesi yer alıyor albümde. Benim çok etkilendiğim Fuat Saka'nın üç bestesine yer verdik. Benim için kaset başlı başına önem taşıyor, ama Fuat Saka'nın "Nereye" adlı bestesi, annem için uyarladığımız, düzenlediğimiz bir çalışma ve çok daha ayrı bir önem taşıyor. Çünkü ben bütün değerlerimi, şu anki dünyayı algılayış biçimimi, yorumlayışımı ailemden aldığımı düşünüyorum ve annemin büyük bir etkisi var bunda. Annem, okuma yazması olmamasına rağmen ileri görüşlü, aydın, bizi bu noktalara getiren, her zaman yaptığımız şeye saygı duyan, önümüzü açan bir yapıya sahipti ve emekçi bir insandı.
- Albümde kullanılan enstrümanlarda, Fuat Saka'nın etkisi hissediliyor. Bir sanatçının, ürünleri bir aranjöre teslim etmesi, doğal olarak ürünlerde aranjörün tarzının hakim olması doğru bir yönelim mi?
- Bu benim tercihimdi, öncelikle bu farkı koymak lazım. Eğer dediğiniz yaklaşımla olaya yaklaşırsak, yanlıştır tabii ki. Yani olduğu gibi türküleri birine verirseniz, bunları düzenle derseniz, yanlış olur. Bu tamamen ticari bir mantığın ürünüdür. Benim albümüm böyle değil. Ben yıllardır dinliyorum Fuat Saka'yı. Bütün düzenlemelerini, nerede hangi enstrümanı nasıl kullanacağını bildiğim için, aynı şeyi ben de hissediyordum. Ve çalışma sırasında ben de vardım. Önce parçaları belirledik. Sonra tonlarını belirledik. Küçük bir ayrıntı gibi gelebilir, ama çok önemli. Her ton, insan üzerinde farklı etkiler, farklı duygular yaratır. Albümlerin büyük bir çoğunluğuna bakarsanız, belli bir ton veya iki ses vardır, onun üzerinden okunur bütün eserler. Biz her tonda şarkı söyledik. Ama bunu da zorlayarak değil, o şarkı hangi duyguyu gerektiriyorsa, bende nasıl bir etki bırakmışsa onu da bırakmak istedim. Bu yüzden böyle bir çalışmada yer aldım.
- Albümünüzde de var olan, farklı bir dilden bir ezgiye söz yazma olgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İnsan hangi duyguları yaşıyorsa, hangi yaşam biçimine sahipse o duyguları iletmek ister. Örneğin, "Sürgün" adlı parça bir Ermeni ezgisi. Enstrümantal bir çalışma. Buna söz yazdık. Sırf Ermenileri anlatsın diye bir kaygımız olmadı. Olamazdı da. Onların bir ezgisiydi, ondan etkilendik, ama bu ülkede bir gerçekçilik var. Diğer halklar var. Aynı durumu onlar da yaşıyor. Çok açık ifade etmek gerekirse, yerinden yurdundan göç etmek zorunda bırakılan Kürtler var. Onun dışında siyasi ilticacılar da var. Parçanın genel havasından da bu sezilir. Yurtdışında, siyasi düşüncelerinden dolayı, yaşamak zorunda kalan insanlar var. Bir anlamda onların da duygularını, düşüncelerini ifade ediyor. Biz kendimizden bir şey katmak için, bunu yaptık. Onlar olduğu gibi alınıp da okunabilirdi. Bu da yanlış olmazdı.
Bu topraklarda uygarlıklar yaşamış. Ermenice ezgisin diyorsunuz, ama Yunan müziği karışmış, Anadolu etkisi sinmiş ya da tam tersinden bakacak olursak, Anadolu türküsü diyoruz, ama diğer kültürlerin izlerine rastlayabiliyoruz. Bu yanıyla bu tür şeyleri işlemek yanlış değil. Ruhi Su'nun dediği gibi, "Türküler dolmuşa benzer, ne yüklersen alır götürür." Müziği olduğu gibi kullanmak önemlidir. Bir türküyü alırsın, kendi duygu ve düşünceni iletebilmek, mesajlar verebilmek için kullanırsın. Ben bu yönde bir şeyler vermeye çalıştım. Ancak sözler oluşturulurken, sözlerin eklektik durmaması gerekiyor. Böyle olursa, bunu zorlamamak lazım. Onun dışında mantık olarak bana yanlış gelmiyor. Ayrıca bu tür türküler çoktur. Birçok yörede aynı melodiler farklı sözlerle söylenebiliyor.
- Söyleyişinde hiçbir şekilde kendini bırakmışlık yok. Ağır, oturmuş bir yapıya sahip yorumunuz var. Hüznü verirken bile, yiğitçe bir söyleyiş, belli bir duruşa sahip bir tarz söz konusu. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
- Bunun birçok nedeni olabilir. Birincisi, -çok klasik bir söylemdir belki ama- ben parçaları söylerken yaşıyorum. Ben birebir yaşadığım olaylardan etkilendim. Burada Grup Yorum'dan tekrar söz etmem gerekiyor. Çünkü, gecekonduları yıkılan insanların yanlarında da yer aldık, Zonguldak'ta göçükte kalanların ailelerinin yanlarında da yer aldık, memur-işçi-öğrenci eylemlerinde de yer aldık. Dolayısıyla bunlar yaşamın bir bütününü oluşturuyor. Sevdik de, aşkı da, başka duyguları da yaşadık. Bütün bunlar yaşamın kendisini ifade ettiği için, doğal olarak, hissederek okumayı gerektirdi. Geçmişten beri yoksulluğu, acıyı, ezilmişliği de yaşadım. Arap kökenliyim. O yüzden başkalarına göre biraz daha aşağı tabakadan bir insan olarak da görüldüm. Ama bunun ötesinde, bir de sevinci, coşkuyu yaşadım. Siyasi bir düşünceye sahip oldum. Dinamizmi, özgürlüğü yaşadım. Bunlar doğal olarak sesime yansıdı, özel olarak bir çaba harcamadım. Bunda bir de aldığım eğitimin etkisi olabilir. Türk müziği, halk müziği ve batı müziği eğitimi aldım. Bütün bu eğitimler ve etkilenmeler dışında, kendi yorumumu oturtmaya çalıştım. Ayrıca türküler zaten başlı başına bir mesaj, anlam ve duygu yüklü. Her türkü ayrı bir duygu bıraktığı için insanda, ona göre yorumlamak gerektiğine inanıyorum. Birçokları, albümün başından sonuna kadar, ağlamaklı bir ses tonu ve yorumla okuyorlar, belki öyle hissediyorlardır, ama ben çok fazla melankoli yaşamayı ve yaşatmayı sevmiyorum. Duygular ayrı bir olaydır ama yaşamın bütününde bu tür melankolilere yer vermeyen bir insanım. Hüznü de, coşkuyu da aynı anda yaşarım.
- Kullanılan enstrümanlar çoğunlukla batı ağırlıklı. Besteler ise çoğunlukla türkü havasını taşıyan eserler. Bu birliktelik konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
- Düzenlemeleri yaparken, çok fazla zorlamadık. Birlikte çalıştığımız müzisyenler, usta caz müzisyenleriydi. Eğer isteseydik, bu albümü bir caz formuna getirebilirdik. Ama bunu yapmadık. Çünkü her şeyi Anadolu müziğinde, türküde gördük. Ama kısır kalmasından da yana değildik. Klasik bir bakış açısıyla, bir piyano, bir bağlama, bir gitarla düzenleme anlayışına da karşıyım. Çünkü türküler, şarkılar hangi aleti nerde istiyorsa, onu hissettiriyor. Bu yüzden batı enstrümanlarını yedirerek, doyurarak kullanmaya çalıştık. Tabii bazı eksiklerimizi de fark ettik. Belki mey, duduk, yaylılar ya da bağlamaya daha fazla yer verebilirdik. Bu da, albümü Almanya'da yapmamızdan kaynaklandı. Burayla çok fazla ilişki kuramadık. Halk müziği enstrümanları biraz eksik kullanıldı gibi.
ÖNCEKİ HABER

Adalet Bakanlığı kefen istiyor

SONRAKİ HABER

'Yaşımız 30, çökmüşüz'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa