15 Ağustos 1999 21:00

"Hukuksuz" bir kayıp filmi: Boran

"Hukuksuz" bir kayıp filmi: Boran
Beyda Yıldız
Uzun dönemdir ülkesinin gerçeklerine göz ucuyla bile bakmayan sanatçılara "Artık görün. Ve korkmayın" diyen genç yönetmen Hüseyin Karabey, büyük bir yüreklilikle kayıplar filmi çekti. "Boran" adlı filmde gerçekler, izleyiciyi 'rahatsız edici' boyutta.
Oyuncular kayıp yakınları
Oyuncuları gerçek yaşamda herhangi bir yakınını kaybetmiş insanlardan oluşuyor Boran'ın. Kayıplarını aramak için haftalarca Galatasaray Lisesi önünde çırpınan ve ardından kendi sesleri de kaybedilmek istenen analar, acılarını bu kez yüz binlerce film karesi içine sığdırmış. "Plaza del Mayo Anneleri"ne, "Cumartesi Anneleri"ne ve annesine ithaf ettiği bu filmde Karabey, bir sorumluluk duygusundan yola çıkmış aslında: "Ben de işkence gördüm. Aylarca hapis yattım. Kardeşim kaçırıldı. Ve bunu yaşayan onca insan var."
35mm'ye 30 dakika
Anaların 170 hafta boyunca verdiği mücadele süreci ve kaybedilen onca insandan sonra bu defa kayıplarını isteyen seslerin de kaybedilmek istendiği 171'inci haftadan sonraki saldırılar da var filmde. Hem gerçeklerden yola çıkılarak kurgulanan sahneler hem de gerçeğin ta kendisi iç içe geçmiş. Dramatik-yarı belgesel, yönetmenin tanımı ile alternatif bir film örneği. 35mm'ye dijital kamerayla çekilmiş 30 dakikalık bir film.
Kayıp ve işkence olgusu
Film tansiyonu aniden yükselen ve aniden düşen sahnelere sahip. Klasik anlatım şekillerinin dışına çıkılmış. Zamanlar ve mekânlar içiçe. Verilmek istenen kimin veya kimlerin öldürüldüğü değil, bu ülkede kayıp olgusunun, yargısız infaz olgusunun, işkence olgusunun var olduğu.
İnsanları bunlarla ikna etmek isteyen Karabey, "Silkinin artık" demek istiyor. Filmin sonuna geldiğinizde ise gerilimin dozunun arttığını hissediyorsunuz. Filmden sonra ise bir "hukuksuzluk"la baş başa kalıveriyorsunuz.
'3.5 öykü'
Filmde iç içe geçmiş '3.5 öykü' var. Emine Ocak, Elif Tekin, Zübeyde Tepe ve kayıp çocukları...
Günün her saati evinin telefonlarla aranması sonucu ikinci bir işkenceyi çeken Emine Ocak'ın her gün Eminönü'de güvercinlere yem vermesi, kafese konan güvercinleri kendi oğlu sanması; Edirne Çöplüğü'nde çocuğunun cesedini büyük acılar içinde arayan Elif Tekin'in çığlıkları veya tam 14 gün boyunca penceresinin önünde oğlunu bekleyen Zübeyde Tepe'nin hikâyeleri iç içe anlatılmış. Ancak bu yine de tek tek anaların veya çocuklarının öyküsü değil, herkesin öyküsü.
Karabey Düzgün Tekin'in Edirne Çöplüğü'nde cesedinin arandığı günü şöyle anlatıyor: "Bir çöplükte 'kayıp' arıyorduk. Elif Tekin o gün çok acılıydı. Bir Kürt kadınının en temel özelliklerini taşıyordu; Kürtçe ağıtlar yakıyor, ağlıyordu. Düzgün Tekin'in babası ise oldukça sessizdi. Konuşmuyordu. Şiddetli bir suskunluktu onunki. Baba Tekin eşinin ağlamasını çığlıklar atmasını, anne Tekin ise oğlunun babasının sessizliğini istiyordu. Aralarında gizli bir dayanışma vardı sanki. İnsanlar dövünüp ağlıyor, polis, jandarma sürekli zorluk çıkarmaya çalışıyordu." Sonra devam ediyor: "Tüm bunlara sessiz kalamayız, üzerimizde bir suç var."
Ölümün düşen fotoğrafı
Filmin en ilginç sahnesi ise kayıp Ferhat Tepe ile ilgili. Evinin penceresi önünde 14 gün çocuğunu bekleyen anne Zübeyde Tepe, oğlu Ferhat'ın öldüğünü duyduğu gün ilginç bir şekilde oğlunun duvardaki fotoğrafının düştüğünü söylemiş Karabey'e.
Filmde, gözleri bağlı bir şekilde boş bir araziye getirelen Ferhat Tepe'nin kafasına sıkılan tek kurşun, ardından havalanan tek bir güvercin ve annesinin onu her gün pencere önünde beklediği odanın duvarından düşen fotoğraf ardı sıra saliselik bir anda verilmiş.
İşkenceye dair sahne ise yine sizi tedirgin edecek boyutta. Ayakları sürüklenerek işkencehanedeki sırasını bekleyen genç işkence seslerini duyarak hayatının ilk şiddet deneyimini yaşıyor. İşkence seslerinin oldukça uzun tutulduğu filmde, amaç işkenceninin tüm insanlık dışı boyutunu her boyutuyla vermek, şiddetli bir şekilde vermek...
Bu sahneler, insanın beynine bir kurşun hızında ve ağırlığında giriyor... Ve elinizde yine bir gerilim, filmin size verdiği bir "hukuksuzluk" kalıyor. Tüm bunlar dediğimiz gibi tek tek öyküler gibi görünse de aslında tek bir şeyi anlatıyor: Kayıplar. Film anaların uğradığı saldırılar ve kaybedilmek istenen çığlıkları ile son buluyor. Uğranan saldırılar arasında Elif Tekin'in bir cumartesi eylemindeki çığlığı yükseliyor: "Gelin kuşlar, gelin kurtlar, gelin ağaçlar!.."
Karabey?
Hüseyin Karabey'in düğün salonlarında bu işin tekniğini öğrenmek isteği ile başladığı çalışmaları Boran'la devam etmiş. Halen Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon Bölümü 4'üncü sınıf öğrencisi olan Karabey'in ilk film denemesi değil Boran. Daha önce, Ahmet Soner'in, Yılmaz Güney'in yaşamını anlatan Adana-Paris filminde yönetmen yardımcılığı ve Gazi Mahallesi'ndeki katliamı konu alan "Gazi Mahallesi" belgeseli'nin kurgusu görevini üstlenmiş. Müziklerinin Grup Yorum'a ait olduğu Boran, bu yıl Altın Portakal Film Festivali'ne katılacak. Barış haftasında ise kayıp ailelerinin katıldığı bir galada gösterilecek. Karabey'in BEKSAV ile ortak olarak çekeceği 1996 ölüm oruçlarını konu alan bir film projesi de var. Filme Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD), Kayıplara Karşı Uluslararası Komite (ICAD) de destek vermiş.