27 Ağustos 1999 21:00
Alan kodu: 0 262
GÜNÜN YAZILARI
Alan kodu: 0 262
Güngör Gençay
Anadolu yolculuğuna çıkanlar, Körfez'in elmas bir gerdanlığa benzeyen güzelliğini seyretmeye doyamazlar. Bu güzelliklerin ilk durağı, İstanbul'un en yakın komşu illerinden biri olan İzmit'tir. Bilinen tarihi MÖ 8. yüzyıla dayanan bu kent, kıyıdan başlayarak yükselen dik yamaçlar üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle, yukarı ve aşağı olmak üzere iki semte ayrılır. Yukarıdaki kentin kuruluşu oldukça eskidir. Aşağı kent ise, daha çok iş merkezlerinden oluşur. 17 Ağustos 1999 günü, sabaha 3-4 saat kala, can havliyle yataklarından fırlayan İzmitliler, güzel kentlerinin acılara boyandığını ve deprem üssünün yataklarının altında olduğunu bilmiyorlardı. Çığlıklar, iniltiler ve harabeye dönen binalar yeni bir günün kapısını araladı. Aşağı kentte bulunan yapıların büyük bir çoğunluğu yıkılmış ya da hasar görmüştü. Canı içinde duranlar, enkaz altında kalanların yardımına koştular. Haberin radyo ve televizyonlardan duyulmasından sonra, alan kodu 0262 olan telefonları çevirenler, iletişim hattının klitlendiğini anladılar. Görünüşe ve resmi ağızlara bakılırsa, deprem apansız ve kötü vurmuştu. Oysaki, kimileri doğada olan bazı değişikliklerin bir süre önce farkına vardıklarını, ama bu değişikliği kötüye yormadıklarını ifade ediyorlar. Örneğin; depremden bir ya da iki gün önce, yengeç, denizanası, ıstakoz, karides ve midye gibi deniz canlılarının büyük bir oranda ölü olarak Gölcük kıyılarına vurduğunu söylüyorlar. Kimileri, deprem gecesi saat 10.00 sularında, deniz yüzeyinde kaynamaların meydana geldiğini, gökyüzünde ise değişik renklerde şekillerin oluştuğunu belirtiyorlar. Bütün bu anlatılanların, deprem işareti olup olmadığına, uzmanların araştırarak yanıt bulması gerekir. Ne var ki, bundan 490 yıl öncesinden başlayarak süren ve kentin büyük ölçüde zarar gördüğü depremlerden bugüne kadar ders çıkaramayanların; böyle ipe sapa gelmez olayları incelemeye almaları elbette düşünülemez. Buna karşın, her zararın faturasını canıyla ve malıyla yine halk öder. Yöneticilerin davetiye çıkardıkları 1999 depremi de böyle oldu. Meydana gelişinden dokuz gün sonra EMEP heyeti olarak gittiğimiz deprem bölgesindeki ilk durağımız Derince idi. Depremin ilk günü Öğretmenler Mahallesi'nin Harmantarla mevkiinde kurulan çadırkentte EMEP Gençliği görev başındaydı. Gündelik hayat tam anlamıyla düzene sokulmuş ve sağlık ekibi hizmete başlamıştı. Depremi yaşayanların şikâyetleri ise hep aynıydı. 60 Evler'de, iki oğlunu depreme kurban vermiş olan bir baba: "Hiç gelmesinler. Konsolos köpeği gibi yerinde dursunlar" diye bağırıyordu. Her taraf haklı bir ağlama duvarına dönüşmüştü. Çünkü, yaşayanların çoğu mallarını ve canlarını yitirmişlerdi. Öncelikli olarak istedikleri şey, insan oldaklarının farkına varılması ve manevi destek olunmasıydı. Yaşadıkları konumda, haklı ya da haksız oldukları düşünülemezdi. Buna karşın ülkenin en büyük başı: "Kabahat depremin. Depremi ben mi yaptım, devlet mi yaptı? Suçlayacağınız biri varsa, o da depremdir"diyordu. Gerek bu ve benzeri sözler gerekse diğer yetkililerin halkın zararına ve kasıtlı yapıldığı izlenimi veren davranışları karşısında, ezilen halkın devletine güvenmesi söz konusu olabilir mi? Deprem, onuncu gününü doldurdu. 0 262 alan kodlu olan telefonlar yavaş yavaş ses vermeye başladı ama, devletin eşyaları değil, insanları koruması altına aldığını gösteren işaretler henüz görülmedi. Ne var ki bir emekçi kenti olan İzmit yasa boğulamaz. Çünkü bütün olumsuzluklara karşı, çalışmak ve üretmek zoranda. Emekçiler, işbaşında olmak zorunda. Çünkü bütün tersliklere karşın, hesap soracak ve halkın kaderini değiştirecek güç onların ellerinde.
Güngör Gençay
Anadolu yolculuğuna çıkanlar, Körfez'in elmas bir gerdanlığa benzeyen güzelliğini seyretmeye doyamazlar. Bu güzelliklerin ilk durağı, İstanbul'un en yakın komşu illerinden biri olan İzmit'tir. Bilinen tarihi MÖ 8. yüzyıla dayanan bu kent, kıyıdan başlayarak yükselen dik yamaçlar üzerinde kurulmuştur. Bu nedenle, yukarı ve aşağı olmak üzere iki semte ayrılır. Yukarıdaki kentin kuruluşu oldukça eskidir. Aşağı kent ise, daha çok iş merkezlerinden oluşur. 17 Ağustos 1999 günü, sabaha 3-4 saat kala, can havliyle yataklarından fırlayan İzmitliler, güzel kentlerinin acılara boyandığını ve deprem üssünün yataklarının altında olduğunu bilmiyorlardı. Çığlıklar, iniltiler ve harabeye dönen binalar yeni bir günün kapısını araladı. Aşağı kentte bulunan yapıların büyük bir çoğunluğu yıkılmış ya da hasar görmüştü. Canı içinde duranlar, enkaz altında kalanların yardımına koştular. Haberin radyo ve televizyonlardan duyulmasından sonra, alan kodu 0262 olan telefonları çevirenler, iletişim hattının klitlendiğini anladılar. Görünüşe ve resmi ağızlara bakılırsa, deprem apansız ve kötü vurmuştu. Oysaki, kimileri doğada olan bazı değişikliklerin bir süre önce farkına vardıklarını, ama bu değişikliği kötüye yormadıklarını ifade ediyorlar. Örneğin; depremden bir ya da iki gün önce, yengeç, denizanası, ıstakoz, karides ve midye gibi deniz canlılarının büyük bir oranda ölü olarak Gölcük kıyılarına vurduğunu söylüyorlar. Kimileri, deprem gecesi saat 10.00 sularında, deniz yüzeyinde kaynamaların meydana geldiğini, gökyüzünde ise değişik renklerde şekillerin oluştuğunu belirtiyorlar. Bütün bu anlatılanların, deprem işareti olup olmadığına, uzmanların araştırarak yanıt bulması gerekir. Ne var ki, bundan 490 yıl öncesinden başlayarak süren ve kentin büyük ölçüde zarar gördüğü depremlerden bugüne kadar ders çıkaramayanların; böyle ipe sapa gelmez olayları incelemeye almaları elbette düşünülemez. Buna karşın, her zararın faturasını canıyla ve malıyla yine halk öder. Yöneticilerin davetiye çıkardıkları 1999 depremi de böyle oldu. Meydana gelişinden dokuz gün sonra EMEP heyeti olarak gittiğimiz deprem bölgesindeki ilk durağımız Derince idi. Depremin ilk günü Öğretmenler Mahallesi'nin Harmantarla mevkiinde kurulan çadırkentte EMEP Gençliği görev başındaydı. Gündelik hayat tam anlamıyla düzene sokulmuş ve sağlık ekibi hizmete başlamıştı. Depremi yaşayanların şikâyetleri ise hep aynıydı. 60 Evler'de, iki oğlunu depreme kurban vermiş olan bir baba: "Hiç gelmesinler. Konsolos köpeği gibi yerinde dursunlar" diye bağırıyordu. Her taraf haklı bir ağlama duvarına dönüşmüştü. Çünkü, yaşayanların çoğu mallarını ve canlarını yitirmişlerdi. Öncelikli olarak istedikleri şey, insan oldaklarının farkına varılması ve manevi destek olunmasıydı. Yaşadıkları konumda, haklı ya da haksız oldukları düşünülemezdi. Buna karşın ülkenin en büyük başı: "Kabahat depremin. Depremi ben mi yaptım, devlet mi yaptı? Suçlayacağınız biri varsa, o da depremdir"diyordu. Gerek bu ve benzeri sözler gerekse diğer yetkililerin halkın zararına ve kasıtlı yapıldığı izlenimi veren davranışları karşısında, ezilen halkın devletine güvenmesi söz konusu olabilir mi? Deprem, onuncu gününü doldurdu. 0 262 alan kodlu olan telefonlar yavaş yavaş ses vermeye başladı ama, devletin eşyaları değil, insanları koruması altına aldığını gösteren işaretler henüz görülmedi. Ne var ki bir emekçi kenti olan İzmit yasa boğulamaz. Çünkü bütün olumsuzluklara karşı, çalışmak ve üretmek zoranda. Emekçiler, işbaşında olmak zorunda. Çünkü bütün tersliklere karşın, hesap soracak ve halkın kaderini değiştirecek güç onların ellerinde.
Evrensel'i Takip Et