2 Eylül 1999 22:00
Derince Emek Çadırkenti'nden
DİĞER HABERLER
Derince Emek Çadırkent'ten izlenimler...
Fevzi Kurtuluş
26 Ağustos 1999 Perşembe sabahı her zamankinden daha erken ve EMEP İstanbul İl Örgütü'nün önünden deprem bölgesine gidecek olan araçla bölgeye gidecek olmanın heyecanı ile uyandım. O güne kadar halk deyimiyle karınca kararınca da olsa yaptığım, başkalarının da yapmasına vesile olduğum yardımların dışında ilk defa deprem bölgesinde fiili olarak işe yarayacak olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Saat 9.30'da il merkezinin önünden hareket etik. Evrensel gazetesine uğrayıp bölgeye gidecek olan gazeteleri aldıktan sonra yola koyulduk. Basından ve TV'lerden izlediğim kadarı ile karşılaşacağım manzarayı az çok tahmin etmeme rağmen İzmit'e gidişimizle beraber gördüğüm manzara son derece ürkütücüydü. Kimi yapılar tamamen yıkılmış, kimi yan yatmış, kimi kısmen yıkılmış olan bu yapılar filmlerde gördüğümüz savaş sonrası manzaraları anımsatıyordu. İster istemez kendimi bu evlerde oturan insanların yerine koydum ve yüreğimin ürperdiğini hisetim.
Hayalet kentin yıkıntıları arasında geçerek Derince Emek Çadırkenti'ne vardığımızda kuru erzak dağıtım saati olmasından da kaynaklı büyük bir hareketlilik göze çarpıyordu. Depremzede vatandaşlar uzun bir kuyruk oluşturmuşlardı. İlk göze batan şey diğer bazı toplumsal felaketlerden sonra görmeye alışık olduğumuz yardım alma kargaşasının burada yaşanıyor olmasıydı. Çadırlar deprem felaketinin ilk günlerindeki kaos ortamında kurulmuş olmasına rağmen çok düzenli, estetik, adeta sokakları, meydanları, çarşısı olan küçük bir yerleşim birimini andırıyordu. Değişik bölgelerden gelmiş olan ve daha önceden tanıdığım bir çok partili arkadaşla selamlaşıp sarmaş dolaş olduktan sonra hemen işe koyulduk. Çamurdan kurtulmak için toprağın üstüne dökülmek üzere gelen mıcırı küreklerle yaymaya başladık.
Depremzedelerin öğlen aldıkları kuru erzak kuyruğu bittikten sonra, konservelerden oluşan öğlen yemeğimizi yedik. Daha sonra çadırkente gelen yardım araçlarından boşaltma işlemlerine başladık. Akşam üzeri İstanbul'dan gelen sıcak yemeğin dağıtımında da görev alarak o günlük çalışmamızı bitirdik. Yorgunluğu atlatıp biraz rahatladıktan sonra çadırkent hakkında daha detaylı bilgi almaya ve burada görev yapan arkadaşları daha yakından tanımaya başladım. Günlerdir burada ve çok zor şartlarda olmalarına rağmen gençlerin gözlerindeki pırıltıyı fark edebiliyordum. Tüm yorgunluklarına rağmen yüzlerindeki gülücük kaybolmamıştı. Çoğunluğu İstanbul'dan olmakla beraber ülkenin bir çok yerinden işlerini, güçlerini, ailelerini bırakarak koşup gelmişlerdi. Teorik olarak öğrendikleri pek çok şeyi pratikte uygulamanın sınavını veriyorlardı. Benim gözümde onlar kararlılıktan, fedakarlıktan, halka bağlılıktan, cesaretten ve disiplinden bu sınavı pekiyi ile geçmişlerdi. Gerçekten kolay değildi.
Depremzedelerin bir çoğu emekçi olmakla beraber dinsel inancın ve feodalitenin son derece egemen olduğu, ideolojik olarak da karşı safımızda yer alan partilerin taraftarı olan insanlardı. Konuştuğumuz insanların bir çoğu yaşanan felaketten sonra sistemi sorgulamek yerine, kaderci bir anlayışla kabullenme psikolojisi içinde görünüyordu. Halkın içinde ihtiyacı olmadığı halde gıda kuyruğuna girenler, aldığı giyim paketinin içinden bir kaç parça giysiyi seçtikten sonra kalanları sağa sola atanlar, ne dağıtıldığına bakmadan gördüğü her kuyrukta sıraya girenler, görevli gençler kan ter içinde çalışırken çay ve sigara içerek onları seyredenler de vardı. Bu bir çok insan için çok çabuk pes edecekleri bir durumdu.
Ama Emek Gençliği halk gerçeğini kavramanın, parti disiplini içinde olmanın ve halkı dönüştürmenin ancak uzun soluklu bir mücadele ile mümkün olabileceği bilinciyle sabırla çalışıyor ve bu zor görevin üstesinden gelmeye çalışıyordu. Çadırkentte kaldığım 5 gün boyunca bir çok birimde görev aldım; burada çalışan gençleri yakından gözlemledim. Geleceğimiz adına son derece umutlandım. Bugün bu çadırkenti yöneten gençler, yarın halkla beraber tüm ülkeyi yönetecek olan kadrolar. Tüm titizliğine rağmen erzak dağıtımı sırasında bir aileden birkaç kişinin sıraya girmesinden kaynaklı bazı olumsuzluklar yaşanıyor, bu da gerçekten ihtiyacı olan bazı alilelerin yardım alamamasını beraberinde getiriyordu. Bölge halkını yakından tanımayan bizler açısından ilk günlerde gerçek ihtiyaç sahiplerini tespit etmek oldukça zordu. Kuru gıda dağıtımına son verip öğlen ve akşam çadırkentte yapılan sıcak yemeğin verilmeye başlamasıyla beraber gerçek ihtiyaç sahipleri daha net görülmeye başladı. Böylece evinde malzemesi olan bir çok aile salt yemek için gelmemeye başladı. Çadırkent dışında olan ihtiyaç sahipleri belirlenerek kart sistemine geçirildi ve düzenli yemek almaları sağlandı. Halkla ilişkiler bölümünde görev aldığım gün yardım talebiyle kart edinmek için gelen insanların anlattıklarını dinlediğimde bölge halkının ne kadar zor koşullarda olduğunu daha net kavradım. Evleri yıkılmamış bile olsa pek çok insan evinde yatmıyordu, işsizdi sakat kalmış, hastaydı, yaşlıydı ve henüz hiçbir resmi yardım ulaşmamıştı. Bölgedeki en düzenli yardım merkezi, içinde reviri, eczanesi, kreşi ve mutfağı olan Emek Çadırkenti'ydi. Burada bulunduğum son gün halkla ilişkiler biriminde kaydettiğimiz yardıma muhtaç ailelerin durumunu yerinde tespit için mahalleye çıktık. Acil durumda olanlara verilmek üzere erzak paketleri hazırlamıştık. Gitiğimiz mahallelerdeki insanların yüzlerinde yoksulluğun ve çaresizliğin izleri vardı adeta. Yardım paketlerini verirken aracımızın etrafını bir anda insan seline döndü. Erzak verdiğimiz insanların haykırışları hala kulaklarımda çınlıyor. Tüm bu olumsuz tablonun dışında çadırkentte yaşam günden güne daha da iyileşerek sürüyordu. Hergün yaklaşık 3000 kişi tedavi oluyor. 3000 insan öğlen ve akşam sıcak yemeğini yiyiyor, tüm çadırlara elektrik tesisatı çekiliyor, tuvalet ve banyoların inşaatı hızla sürüyor. Hiç şüphe yok ki çadırkentin en mutlu kişileri çocuklardı. Gökçe Fidan çocuk evi çadırında çocuklar belki de yaşamlarının en güzel günlerini geçeriyorlardı. Eminim ki anne ve babalarından görmedikleri ilgiyi gençlerimizden görmüşlerdi. Depremde yakınlarını kaybetmesine rağmen tüm gününü çocuklara adayan insanlarımız vardı. Hele palyaçonun arkasından koşarken çocuklar mutluluğu doruğundaydılar. Şarkılar söylüyor, hikaye kitapları okuyorlar, resim yapıyorlar ve minicik yüreklerindeki tahribatı hafifletmeye çalışıyorlardı. Yüzler konsere akmış, binlerce insana seslenmiş olan ben "Çocuklar " adlı şarkımı o minik yavrularla beraber söylerken verdiğim en güzel, en anlamlı konser diye düşünüyorum. Çadırkent bizler kadar burada yaşayanlar içinde bir sınavdı aslında. Tabi egemenlerin yutturmaya çalıştığı gibi ilahi bir sınav değil, yaşam gerçeğinin sınavıydı bu. Kimin kimden yana olduğunu görmenin, şimdiye kadar oy verdikleri ve başa getirdikleri partilerle EMEP arasındaki farkı kavramanın sınavı! Acı da olsa bu süreç bir çok şeyi öğretecektir. İnsanlar, yüzlerce kitap okuyarak öğrenemeyecekleri, göremeyecekleri bir çok gerçeği pratik içerisinde göreceklerdir. Yaptığım sohbetler esnasında bunun yavaş yavaş kavrandığını sevinerek gözlemledim. Duygularıma göre yalnızca çadırkentte değil, çok büyük bir alanda insanlar partiyi konuşmaya başlamışlar.
İltiraf etmeliyim ki bu süreç benim için çok öğretici ve yol gösterici oldu. Uzun süredir sürüncemede bıraktığım bir kararı burada hayata geçirdim, örgütsüz olarak sürdürdüğüm siyasal ve sanatsal mücadelemi bundan sonra partili olarak sürdürmeye karar vererek, diğer arkadaşlara da örnek olması açısından 29 Ağustos Pazar akşamı yapılan çadırkent halk toplantısında EMEP'e üye oldum. Partili olmanın ve arkamda bu gücü hissetmenin coşkusuyla bağımsızlık ve devrim mücadelesine yapacağım katkının çok daha büyük olacağına eminim.
Sonuç olarak Derince Emek Çadırkenti "Yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber olabilmek için" diye özetlediğimiz yaşam felsefemizin küçük bir örneği aslında. Tüm Türkiye için düşündüğümüz kollektif yaşamın bir yansımasıdır.
Arkamızda daha büyük bir halk desteği olduğunda halkla beraber neleri başabileceğimizin bir kanıtıdır. Paranın padişahlığının son bulduğu bir yaşam için mitinglerde, grevlerde, alanlarda attığımız o güzel sloganı hayata geçirmenin zamanıdır şimdi...
İşçiler partiye, parti iktidara.
Fevzi Kurtuluş
26 Ağustos 1999 Perşembe sabahı her zamankinden daha erken ve EMEP İstanbul İl Örgütü'nün önünden deprem bölgesine gidecek olan araçla bölgeye gidecek olmanın heyecanı ile uyandım. O güne kadar halk deyimiyle karınca kararınca da olsa yaptığım, başkalarının da yapmasına vesile olduğum yardımların dışında ilk defa deprem bölgesinde fiili olarak işe yarayacak olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Saat 9.30'da il merkezinin önünden hareket etik. Evrensel gazetesine uğrayıp bölgeye gidecek olan gazeteleri aldıktan sonra yola koyulduk. Basından ve TV'lerden izlediğim kadarı ile karşılaşacağım manzarayı az çok tahmin etmeme rağmen İzmit'e gidişimizle beraber gördüğüm manzara son derece ürkütücüydü. Kimi yapılar tamamen yıkılmış, kimi yan yatmış, kimi kısmen yıkılmış olan bu yapılar filmlerde gördüğümüz savaş sonrası manzaraları anımsatıyordu. İster istemez kendimi bu evlerde oturan insanların yerine koydum ve yüreğimin ürperdiğini hisetim.
Hayalet kentin yıkıntıları arasında geçerek Derince Emek Çadırkenti'ne vardığımızda kuru erzak dağıtım saati olmasından da kaynaklı büyük bir hareketlilik göze çarpıyordu. Depremzede vatandaşlar uzun bir kuyruk oluşturmuşlardı. İlk göze batan şey diğer bazı toplumsal felaketlerden sonra görmeye alışık olduğumuz yardım alma kargaşasının burada yaşanıyor olmasıydı. Çadırlar deprem felaketinin ilk günlerindeki kaos ortamında kurulmuş olmasına rağmen çok düzenli, estetik, adeta sokakları, meydanları, çarşısı olan küçük bir yerleşim birimini andırıyordu. Değişik bölgelerden gelmiş olan ve daha önceden tanıdığım bir çok partili arkadaşla selamlaşıp sarmaş dolaş olduktan sonra hemen işe koyulduk. Çamurdan kurtulmak için toprağın üstüne dökülmek üzere gelen mıcırı küreklerle yaymaya başladık.
Depremzedelerin öğlen aldıkları kuru erzak kuyruğu bittikten sonra, konservelerden oluşan öğlen yemeğimizi yedik. Daha sonra çadırkente gelen yardım araçlarından boşaltma işlemlerine başladık. Akşam üzeri İstanbul'dan gelen sıcak yemeğin dağıtımında da görev alarak o günlük çalışmamızı bitirdik. Yorgunluğu atlatıp biraz rahatladıktan sonra çadırkent hakkında daha detaylı bilgi almaya ve burada görev yapan arkadaşları daha yakından tanımaya başladım. Günlerdir burada ve çok zor şartlarda olmalarına rağmen gençlerin gözlerindeki pırıltıyı fark edebiliyordum. Tüm yorgunluklarına rağmen yüzlerindeki gülücük kaybolmamıştı. Çoğunluğu İstanbul'dan olmakla beraber ülkenin bir çok yerinden işlerini, güçlerini, ailelerini bırakarak koşup gelmişlerdi. Teorik olarak öğrendikleri pek çok şeyi pratikte uygulamanın sınavını veriyorlardı. Benim gözümde onlar kararlılıktan, fedakarlıktan, halka bağlılıktan, cesaretten ve disiplinden bu sınavı pekiyi ile geçmişlerdi. Gerçekten kolay değildi.
Depremzedelerin bir çoğu emekçi olmakla beraber dinsel inancın ve feodalitenin son derece egemen olduğu, ideolojik olarak da karşı safımızda yer alan partilerin taraftarı olan insanlardı. Konuştuğumuz insanların bir çoğu yaşanan felaketten sonra sistemi sorgulamek yerine, kaderci bir anlayışla kabullenme psikolojisi içinde görünüyordu. Halkın içinde ihtiyacı olmadığı halde gıda kuyruğuna girenler, aldığı giyim paketinin içinden bir kaç parça giysiyi seçtikten sonra kalanları sağa sola atanlar, ne dağıtıldığına bakmadan gördüğü her kuyrukta sıraya girenler, görevli gençler kan ter içinde çalışırken çay ve sigara içerek onları seyredenler de vardı. Bu bir çok insan için çok çabuk pes edecekleri bir durumdu.
Ama Emek Gençliği halk gerçeğini kavramanın, parti disiplini içinde olmanın ve halkı dönüştürmenin ancak uzun soluklu bir mücadele ile mümkün olabileceği bilinciyle sabırla çalışıyor ve bu zor görevin üstesinden gelmeye çalışıyordu. Çadırkentte kaldığım 5 gün boyunca bir çok birimde görev aldım; burada çalışan gençleri yakından gözlemledim. Geleceğimiz adına son derece umutlandım. Bugün bu çadırkenti yöneten gençler, yarın halkla beraber tüm ülkeyi yönetecek olan kadrolar. Tüm titizliğine rağmen erzak dağıtımı sırasında bir aileden birkaç kişinin sıraya girmesinden kaynaklı bazı olumsuzluklar yaşanıyor, bu da gerçekten ihtiyacı olan bazı alilelerin yardım alamamasını beraberinde getiriyordu. Bölge halkını yakından tanımayan bizler açısından ilk günlerde gerçek ihtiyaç sahiplerini tespit etmek oldukça zordu. Kuru gıda dağıtımına son verip öğlen ve akşam çadırkentte yapılan sıcak yemeğin verilmeye başlamasıyla beraber gerçek ihtiyaç sahipleri daha net görülmeye başladı. Böylece evinde malzemesi olan bir çok aile salt yemek için gelmemeye başladı. Çadırkent dışında olan ihtiyaç sahipleri belirlenerek kart sistemine geçirildi ve düzenli yemek almaları sağlandı. Halkla ilişkiler bölümünde görev aldığım gün yardım talebiyle kart edinmek için gelen insanların anlattıklarını dinlediğimde bölge halkının ne kadar zor koşullarda olduğunu daha net kavradım. Evleri yıkılmamış bile olsa pek çok insan evinde yatmıyordu, işsizdi sakat kalmış, hastaydı, yaşlıydı ve henüz hiçbir resmi yardım ulaşmamıştı. Bölgedeki en düzenli yardım merkezi, içinde reviri, eczanesi, kreşi ve mutfağı olan Emek Çadırkenti'ydi. Burada bulunduğum son gün halkla ilişkiler biriminde kaydettiğimiz yardıma muhtaç ailelerin durumunu yerinde tespit için mahalleye çıktık. Acil durumda olanlara verilmek üzere erzak paketleri hazırlamıştık. Gitiğimiz mahallelerdeki insanların yüzlerinde yoksulluğun ve çaresizliğin izleri vardı adeta. Yardım paketlerini verirken aracımızın etrafını bir anda insan seline döndü. Erzak verdiğimiz insanların haykırışları hala kulaklarımda çınlıyor. Tüm bu olumsuz tablonun dışında çadırkentte yaşam günden güne daha da iyileşerek sürüyordu. Hergün yaklaşık 3000 kişi tedavi oluyor. 3000 insan öğlen ve akşam sıcak yemeğini yiyiyor, tüm çadırlara elektrik tesisatı çekiliyor, tuvalet ve banyoların inşaatı hızla sürüyor. Hiç şüphe yok ki çadırkentin en mutlu kişileri çocuklardı. Gökçe Fidan çocuk evi çadırında çocuklar belki de yaşamlarının en güzel günlerini geçeriyorlardı. Eminim ki anne ve babalarından görmedikleri ilgiyi gençlerimizden görmüşlerdi. Depremde yakınlarını kaybetmesine rağmen tüm gününü çocuklara adayan insanlarımız vardı. Hele palyaçonun arkasından koşarken çocuklar mutluluğu doruğundaydılar. Şarkılar söylüyor, hikaye kitapları okuyorlar, resim yapıyorlar ve minicik yüreklerindeki tahribatı hafifletmeye çalışıyorlardı. Yüzler konsere akmış, binlerce insana seslenmiş olan ben "Çocuklar " adlı şarkımı o minik yavrularla beraber söylerken verdiğim en güzel, en anlamlı konser diye düşünüyorum. Çadırkent bizler kadar burada yaşayanlar içinde bir sınavdı aslında. Tabi egemenlerin yutturmaya çalıştığı gibi ilahi bir sınav değil, yaşam gerçeğinin sınavıydı bu. Kimin kimden yana olduğunu görmenin, şimdiye kadar oy verdikleri ve başa getirdikleri partilerle EMEP arasındaki farkı kavramanın sınavı! Acı da olsa bu süreç bir çok şeyi öğretecektir. İnsanlar, yüzlerce kitap okuyarak öğrenemeyecekleri, göremeyecekleri bir çok gerçeği pratik içerisinde göreceklerdir. Yaptığım sohbetler esnasında bunun yavaş yavaş kavrandığını sevinerek gözlemledim. Duygularıma göre yalnızca çadırkentte değil, çok büyük bir alanda insanlar partiyi konuşmaya başlamışlar.
İltiraf etmeliyim ki bu süreç benim için çok öğretici ve yol gösterici oldu. Uzun süredir sürüncemede bıraktığım bir kararı burada hayata geçirdim, örgütsüz olarak sürdürdüğüm siyasal ve sanatsal mücadelemi bundan sonra partili olarak sürdürmeye karar vererek, diğer arkadaşlara da örnek olması açısından 29 Ağustos Pazar akşamı yapılan çadırkent halk toplantısında EMEP'e üye oldum. Partili olmanın ve arkamda bu gücü hissetmenin coşkusuyla bağımsızlık ve devrim mücadelesine yapacağım katkının çok daha büyük olacağına eminim.
Sonuç olarak Derince Emek Çadırkenti "Yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber olabilmek için" diye özetlediğimiz yaşam felsefemizin küçük bir örneği aslında. Tüm Türkiye için düşündüğümüz kollektif yaşamın bir yansımasıdır.
Arkamızda daha büyük bir halk desteği olduğunda halkla beraber neleri başabileceğimizin bir kanıtıdır. Paranın padişahlığının son bulduğu bir yaşam için mitinglerde, grevlerde, alanlarda attığımız o güzel sloganı hayata geçirmenin zamanıdır şimdi...
İşçiler partiye, parti iktidara.
Evrensel'i Takip Et