07 Haziran 2000 21:00
'Binlerce ölümün sorumlusu kim olacak?'
Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Sever, "Ben bir mühendis olarak, Bolu Dağı'na tünel yapmazdım" dedi.
'Binlerce ölümün sorumlusu kim olacak?'
Türk Müteahhitler Birliği (TMB) Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Sever, Bolu Dağı Tüneli'ni bir mühendis olarak kendisinin yapmayacağını kaydederek, "Tünelin içinde binlerce insan hayatını yitirdiğinde bunun sorumlusu kim olacak" dedi.
Sever, düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Sever, Bolu Dağı Tüneli ile ilgili bir soru üzerine, bu soruya TMB Başkanı olarak değil, bir meslek adamı ve mühendis olarak cevap verdiğini kaydederek, "Bana sorsalardı, ben Bolu Dağı'nda tünel yapmazdım" yanıtını verdi. Tünel yapılmamasının nedenlerinden birinin Ankara-İstanbul arasındaki Bolu Dağı Geçidi'nde heyelanlar yaşanması olduğunu kaydeden Sever, şöyle devam etti: "Bolu Dağı Geçidi'nde pek çok heyelan olurdu. Bolu Dağı'nda trafiğin en az olduğunda bile heyelan nedeni ile yol zaman zaman tıkanırdı. Heyelan hâlâ var."
Sever, Bolu Dağı'na tünel yapılmaması gerektiğini dönemin yetkililerine pek çok kez söylediğini kaydederek, "Ancak bir teki cesaret edemedi. Çünkü yatırımlar yapılmıştı ve yatırımlar durdurulduğu zaman bu işi yapanlara neden yanlış karar verdiniz diye sorarlar" dedi.
Bolu Tüneli'nin en son teknoloji ile yapılması durumunda dahi risk taşıdığını belirten Sever, tünelin içinde 300-400 araba varken bir zelzele olması durumunda, tünelin tıkanacağını ve içerde insanların kalacağını söyledi. Sever, Bolu Dağı'nda tünel için şu ana kadar harcanan paranın 300-400 milyon dolara ulaştığını da ifade ederek, Bolu Dağı'na 2 geliş, 3 çıkış yapılsa maliyetin 30 milyon dolara düşürülebileceğini anlattı. Sever, şöyle konuştu: "Bırakın maliyet 600 milyon dolara çıksın da sonuçtan emin olun. Ben emin değilim. Çünkü Bolu son derece büyük yer hareketlerinin yoğun olduğu bir bölge. Siz burada bir tünel yaparsanız ve içinde binlerce insan hayatını yitirdiğinde bunun sorumlusu kim olacak merak ediyorum." src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Ufacıklı: Üçlü protokol kaldırılmalı
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şube Başkanı Mustafa Ufacıklı avukatlara birtakım kısıtlama getiren üçlü protokolün antidemokratik düzenlemeler içerdiğini kaldırılması gerektiğini belirtti. ÇHD olarak da baroların bu konulara ilişkin açtığı davaların takipçisi olacaklarını açıklayan Ufacıklı, OHAL, AB adaptasyon sürecinde Türkiye, hukuk öğrencilerine getirilmek istenen sınav ve F tipi cezaevleri planı üzerine görüştük.
- Avukatların savunma hakkını engelleyen üçlü protokol yasası hakkında neler söyeyeceksiniz?
- Adalet-İçişleri ve Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanıp uygulanması için Adalet Bakanlığı'nca 14.01.2000 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılıkları'nca tanzim edilen protokol antidemokratik düzenlemeler içeriyor ve kaldırılması gerekiyor. Günümüzde tüm uygar ülkelerde de yargının savcı-savunma-karar üçlüsünden oluştuğu kabul edilirken söz konusu protokol ile diğer yargı mensupları açısından bir aranma ve evrakların incelenmesi mümkün değilken sadece savunma mekânının bireyleri olan avukatlar için bu tür engellerin öngörülmesinin yargı bütünlüğünü zedeleyici olduğu konusunda hukukçular arasında fikir birliği oluşmuş bulunmaktadır. Bu konuda Türkiye Barolar Birliği İzmir Barosu'nun da dahil olduğu bir takım; baroların savunma hakkının korunması doğrultusunda anılan üçlü protokolün iptali için dava açma dahil olmak üzere gerekli eylem ve tepkilerin gösterilmesine karar vermişlerdir. ÇHD olarak biz de açılan davanın takipçisi olacağız ve tepkimizi göstermeye devam edeceğiz.
- Getirilmek istenen F tipi hücre sistemi hakkında neler söyleyeceksiniz?
- Son birkaç yılda hükümete çeşitli partilerden gelen Adalet Bakanları zaman zaman çeşitli açıklamalar yapsa da ortak düşünceleri cezaevlerindeki koğuş sistemi yerine "Oda Sistemi" adı altında F tipi özel cezaevlerini savunuyor olmalarıdır. Türkiye'nin infaz sisteminde Terörle Mücadele Yasası'ndaki istisna dışındaki cezaevleri koğuş sistemine göre yapılmışlardır. Koğuş sistemindeki sıkışıklıklar aşıldığı takdirde hükümlülere yeterli hizmet verilemeyecek, dar mekânlara hücrelere tıkılmasının gereği kalmayacaktır. Devlet bu aşamadaki mevcut altyapısıyla, personelin, araç ve gereciyle koğuşlardaki insanların sorununu çözemezken, oda tabir edilen ancak bir veya birkaç kişinin kalacağı yerlere nasıl ulaşacak ve onların ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaktır. Bunun cevabı verilmemektedir. Tutuklu ve hükümlülerin "Fizyolojik ve Psikolojik" ihtiyaçlarının giderileceği doğal ve insani dayanışmayı esas alan modern koğuş tipi cezaevleri yerine insanları tecrit edip insan olmaktan çıkaran ve topluca intikam alma amacına dönüşecek olan F tipi hücre cezaevlerine karşı çıkıyoruz. Bu cezaevleri ile devlet saygınlığı getirilemez. İnsanlar tekrar topluma kazandırılamaz çünkü geriye topluma kazandırılacak insan kalmaz. Siyasi düşüncelerinden dolayı cezalandırılanların beyinlerinin boşaltılması ve bedenlerinin eritilmesini öngörmek devletin şiddet kullanmasını kabul etmek demektir. Nitekim devlet siyasi tutuklu ve hükümlülere bir gerekçe yaratarak baskı ve şiddet uygulamakta sakınca görmemektedir. Ankara Ulucanlar Cezaevi olayları bu açıklamalara en canlı ve yakın örnektir.
- Hukuk öğrencilerinin avukat olmaları yönünde getirilmek istenen sınav sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Hukuk öğrencilerine getirilmek istenen sınav sistemine karşıyız. Ülkemizde çok hukuk fakültesi açıldığı ve buralarda kaliteli eğitim verilmediği, dolasıyla iyi hukukçu yetiştirilemediği gerekçe gösterilmektedir. Oysa kaliteyi bu tür bir sınav sistemiyle sağlayamayız. Eğitim sisteminin bozukluğu para babalarının düzeninin ürünüdür ve bu düzelmeden hukuk eğitimin geliştirilmesi mümkün değildir. İmkân ve fırsat eşitliğinin sağlanması, iyi savunmacıların yetiştirilmesi, avukat adaylarının baroların gözetiminde yeterli sürede iyi eğitilmesinden geçmektedir. Staj döneminde avukat adaylarına Adalet Bakanlığı bütçesinden konacak ödenekten hakim adayları gibi maaş ödenmesi düzenlemesi getirilmelidir. Temel çözümler önermenin yerine avukatlığa alınacak stajyerlere sınav sistemi getirmeyi savunmak hakkaniyetli değildir. Ayrımcılığa yol açacak ve gelecekte kendini geliştirecek halk çocuklarına "savunman olma" demek çağdaşlık değildir. Biz ÇHD olarak böyle düşünmek zorundayız.
- Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda uygulanmakta olan OHAL ile ilgili olarak görüşlerinizi alabilir miyiz?
- Dileğimiz OHAL uygulamasının en kısa sürede kaldırılmasıdır. Ancak olağan halinde yani ülkenin batısında uygulanan hukuk sisteminin de olması gerekene göre olağanüstü olduğunu, emekçi halkın hak ve çıkarlarını değil para babalarının hak ve çıkarlarını koruduğunu biliyoruz
- Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği'ne uyum süreci ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
- Aslında Türkiye Avrupa Birliği'ne alınacak değildir. Türkiye'nin genç ve kalabalık nüfusuyla AB'ye üye olması halinde Avrupa'da dengelerin değişeceği, kültürel ve dini farklılıklar yüzünden ekonomik ve toplumsal hayatta dalgalanmaların olacağı anlayışıyla Türkiye oyalanıyor. Dikkat edilirse öncelikle eski sosyalist ülkelerin AB'ye alınması düşünülüyor. Türkiye AB'ye alınmasa da ülke kaynaklarının çapul edilmesi, İMF ve DB örgütlerinin tayin ettiği ekonomik ve politik uygulamalarla imkân dahiline sokuluyor. Tahkim Yasası'yla ulusal yargı istenci bay-pas ediliyor, çalışan ve emeklilere geçinebilecekleri ücret ve aylıkları dahi verilmiyor, özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma dayatılıyor, çalışanlara gelecek için mezarda emeklilik hedef gösteriliyor. Sonuç olarak Türkiye'nin AB'ye girmesi ve insan hakları probleminin çözülmesi bizce mümkün değildir.
Türk Müteahhitler Birliği (TMB) Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Sever, Bolu Dağı Tüneli'ni bir mühendis olarak kendisinin yapmayacağını kaydederek, "Tünelin içinde binlerce insan hayatını yitirdiğinde bunun sorumlusu kim olacak" dedi.
Sever, düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Sever, Bolu Dağı Tüneli ile ilgili bir soru üzerine, bu soruya TMB Başkanı olarak değil, bir meslek adamı ve mühendis olarak cevap verdiğini kaydederek, "Bana sorsalardı, ben Bolu Dağı'nda tünel yapmazdım" yanıtını verdi. Tünel yapılmamasının nedenlerinden birinin Ankara-İstanbul arasındaki Bolu Dağı Geçidi'nde heyelanlar yaşanması olduğunu kaydeden Sever, şöyle devam etti: "Bolu Dağı Geçidi'nde pek çok heyelan olurdu. Bolu Dağı'nda trafiğin en az olduğunda bile heyelan nedeni ile yol zaman zaman tıkanırdı. Heyelan hâlâ var."
Sever, Bolu Dağı'na tünel yapılmaması gerektiğini dönemin yetkililerine pek çok kez söylediğini kaydederek, "Ancak bir teki cesaret edemedi. Çünkü yatırımlar yapılmıştı ve yatırımlar durdurulduğu zaman bu işi yapanlara neden yanlış karar verdiniz diye sorarlar" dedi.
Bolu Tüneli'nin en son teknoloji ile yapılması durumunda dahi risk taşıdığını belirten Sever, tünelin içinde 300-400 araba varken bir zelzele olması durumunda, tünelin tıkanacağını ve içerde insanların kalacağını söyledi. Sever, Bolu Dağı'nda tünel için şu ana kadar harcanan paranın 300-400 milyon dolara ulaştığını da ifade ederek, Bolu Dağı'na 2 geliş, 3 çıkış yapılsa maliyetin 30 milyon dolara düşürülebileceğini anlattı. Sever, şöyle konuştu: "Bırakın maliyet 600 milyon dolara çıksın da sonuçtan emin olun. Ben emin değilim. Çünkü Bolu son derece büyük yer hareketlerinin yoğun olduğu bir bölge. Siz burada bir tünel yaparsanız ve içinde binlerce insan hayatını yitirdiğinde bunun sorumlusu kim olacak merak ediyorum." src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Ufacıklı: Üçlü protokol kaldırılmalı
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şube Başkanı Mustafa Ufacıklı avukatlara birtakım kısıtlama getiren üçlü protokolün antidemokratik düzenlemeler içerdiğini kaldırılması gerektiğini belirtti. ÇHD olarak da baroların bu konulara ilişkin açtığı davaların takipçisi olacaklarını açıklayan Ufacıklı, OHAL, AB adaptasyon sürecinde Türkiye, hukuk öğrencilerine getirilmek istenen sınav ve F tipi cezaevleri planı üzerine görüştük.
- Avukatların savunma hakkını engelleyen üçlü protokol yasası hakkında neler söyeyeceksiniz?
- Adalet-İçişleri ve Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanıp uygulanması için Adalet Bakanlığı'nca 14.01.2000 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılıkları'nca tanzim edilen protokol antidemokratik düzenlemeler içeriyor ve kaldırılması gerekiyor. Günümüzde tüm uygar ülkelerde de yargının savcı-savunma-karar üçlüsünden oluştuğu kabul edilirken söz konusu protokol ile diğer yargı mensupları açısından bir aranma ve evrakların incelenmesi mümkün değilken sadece savunma mekânının bireyleri olan avukatlar için bu tür engellerin öngörülmesinin yargı bütünlüğünü zedeleyici olduğu konusunda hukukçular arasında fikir birliği oluşmuş bulunmaktadır. Bu konuda Türkiye Barolar Birliği İzmir Barosu'nun da dahil olduğu bir takım; baroların savunma hakkının korunması doğrultusunda anılan üçlü protokolün iptali için dava açma dahil olmak üzere gerekli eylem ve tepkilerin gösterilmesine karar vermişlerdir. ÇHD olarak biz de açılan davanın takipçisi olacağız ve tepkimizi göstermeye devam edeceğiz.
- Getirilmek istenen F tipi hücre sistemi hakkında neler söyleyeceksiniz?
- Son birkaç yılda hükümete çeşitli partilerden gelen Adalet Bakanları zaman zaman çeşitli açıklamalar yapsa da ortak düşünceleri cezaevlerindeki koğuş sistemi yerine "Oda Sistemi" adı altında F tipi özel cezaevlerini savunuyor olmalarıdır. Türkiye'nin infaz sisteminde Terörle Mücadele Yasası'ndaki istisna dışındaki cezaevleri koğuş sistemine göre yapılmışlardır. Koğuş sistemindeki sıkışıklıklar aşıldığı takdirde hükümlülere yeterli hizmet verilemeyecek, dar mekânlara hücrelere tıkılmasının gereği kalmayacaktır. Devlet bu aşamadaki mevcut altyapısıyla, personelin, araç ve gereciyle koğuşlardaki insanların sorununu çözemezken, oda tabir edilen ancak bir veya birkaç kişinin kalacağı yerlere nasıl ulaşacak ve onların ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaktır. Bunun cevabı verilmemektedir. Tutuklu ve hükümlülerin "Fizyolojik ve Psikolojik" ihtiyaçlarının giderileceği doğal ve insani dayanışmayı esas alan modern koğuş tipi cezaevleri yerine insanları tecrit edip insan olmaktan çıkaran ve topluca intikam alma amacına dönüşecek olan F tipi hücre cezaevlerine karşı çıkıyoruz. Bu cezaevleri ile devlet saygınlığı getirilemez. İnsanlar tekrar topluma kazandırılamaz çünkü geriye topluma kazandırılacak insan kalmaz. Siyasi düşüncelerinden dolayı cezalandırılanların beyinlerinin boşaltılması ve bedenlerinin eritilmesini öngörmek devletin şiddet kullanmasını kabul etmek demektir. Nitekim devlet siyasi tutuklu ve hükümlülere bir gerekçe yaratarak baskı ve şiddet uygulamakta sakınca görmemektedir. Ankara Ulucanlar Cezaevi olayları bu açıklamalara en canlı ve yakın örnektir.
- Hukuk öğrencilerinin avukat olmaları yönünde getirilmek istenen sınav sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Hukuk öğrencilerine getirilmek istenen sınav sistemine karşıyız. Ülkemizde çok hukuk fakültesi açıldığı ve buralarda kaliteli eğitim verilmediği, dolasıyla iyi hukukçu yetiştirilemediği gerekçe gösterilmektedir. Oysa kaliteyi bu tür bir sınav sistemiyle sağlayamayız. Eğitim sisteminin bozukluğu para babalarının düzeninin ürünüdür ve bu düzelmeden hukuk eğitimin geliştirilmesi mümkün değildir. İmkân ve fırsat eşitliğinin sağlanması, iyi savunmacıların yetiştirilmesi, avukat adaylarının baroların gözetiminde yeterli sürede iyi eğitilmesinden geçmektedir. Staj döneminde avukat adaylarına Adalet Bakanlığı bütçesinden konacak ödenekten hakim adayları gibi maaş ödenmesi düzenlemesi getirilmelidir. Temel çözümler önermenin yerine avukatlığa alınacak stajyerlere sınav sistemi getirmeyi savunmak hakkaniyetli değildir. Ayrımcılığa yol açacak ve gelecekte kendini geliştirecek halk çocuklarına "savunman olma" demek çağdaşlık değildir. Biz ÇHD olarak böyle düşünmek zorundayız.
- Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda uygulanmakta olan OHAL ile ilgili olarak görüşlerinizi alabilir miyiz?
- Dileğimiz OHAL uygulamasının en kısa sürede kaldırılmasıdır. Ancak olağan halinde yani ülkenin batısında uygulanan hukuk sisteminin de olması gerekene göre olağanüstü olduğunu, emekçi halkın hak ve çıkarlarını değil para babalarının hak ve çıkarlarını koruduğunu biliyoruz
- Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği'ne uyum süreci ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
- Aslında Türkiye Avrupa Birliği'ne alınacak değildir. Türkiye'nin genç ve kalabalık nüfusuyla AB'ye üye olması halinde Avrupa'da dengelerin değişeceği, kültürel ve dini farklılıklar yüzünden ekonomik ve toplumsal hayatta dalgalanmaların olacağı anlayışıyla Türkiye oyalanıyor. Dikkat edilirse öncelikle eski sosyalist ülkelerin AB'ye alınması düşünülüyor. Türkiye AB'ye alınmasa da ülke kaynaklarının çapul edilmesi, İMF ve DB örgütlerinin tayin ettiği ekonomik ve politik uygulamalarla imkân dahiline sokuluyor. Tahkim Yasası'yla ulusal yargı istenci bay-pas ediliyor, çalışan ve emeklilere geçinebilecekleri ücret ve aylıkları dahi verilmiyor, özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma dayatılıyor, çalışanlara gelecek için mezarda emeklilik hedef gösteriliyor. Sonuç olarak Türkiye'nin AB'ye girmesi ve insan hakları probleminin çözülmesi bizce mümkün değildir.