31 Ocak 2001 22:00

Polisin 'öldürme yetkisi' gündemde

Polisin 'öldürme yetkisi' gündemde
Serpil Kurtay
Diyarbakır'da Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'a düzenlenen suikastin ardından başlatılan tartışmaların bir ayağını da "polisin silah kullanma yetkisi" oluşturdu. Özellikle İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve Elazığ Bağımsız Milletvekili Mehmet Ağar'ın açıklamalarıyla, polisin silah kullanma yetkisinin artırılması ve yargılanmalarının engellenmesi için kamuoyu oluşturma çabasına girildi. Halbuki var olan yasalar "silah kullanma yetkisini aşan polisin yargılanması" önünde büyük bir engel oluşturuyordu. Hatta kısa bir süre önce basına yansıyan haberlere göre, Çevik Kuvvet içerisinde bir "vurucu tim" oluşturuldu. Amerika'da eğitim görmüş iki kişinin eğitim verdiği bu timin de, zanlıyı tutuklamadan öldürmeye kadar birçok yetkisi bulunuyor.
Gaziosmanpaşa'da Çevik Kuvvet otobüsüne düzenlenen saldırıda 2 polisin ölmesinin ardından "ayaklanarak" birçok ilde yürüyüş yapan polislerin sloganları genel olarak İçişleri Bakanı Tantan'a iletilen mesaj niteliğindeydi. Beylik tabancalarını havaya kaldıran ve "Öldükten sonra mı tabancalarımızı kullanacağız" diyen polisler, "Tantan uyuma, polisine sahip çık" diyerek bugüne kadar süren tartışmayı başlatmış oldular. Çıkarılan af yasası, işkenceci polisleri neden kapsamıyordu? Polislerin beylik tabancaları tutukluk yapıyor muydu? Azıcık maaşla geçinmeye zorlanan polis canını nasıl koruyacaktı?
Çevik kuvvet otobüsünün taranmasından kısa bir süre sonra Şişli Emniyet Müdürlüğü'ne intihar eylemi düzenlenmesi de bu tartışmaların canlı tutulmasına sebep oldu. Bu sefer polisler yürüyüşler yapmıyordu ama, bir kere mesaj alınmıştı. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polisin ölümüyle birlikte oluşan kamuoyu, "polisin silah kullanma yetkisinin artırılması" ve "yargılanmasının daha da zorlaştırılması" için iyi bir fırsattı!
Ağar ve Tantan Diyarbakır'daki saldırının ardından bu tür işlerin uzmanı olarak mikrofonların uzatıldığı -ne de olsa Susurluk'u iyi biliyordu- Elazığ Bağımsız Milletvekili Mehmet Ağar, hemen her kanalda şu cümleleri tekrarladı: "Polisin silah kullanma yetkisinde ortaya çıkan bir kısıtlamanın olaylar göz önünde alındığında bu teşkilata sıkıntı vereceğini de aklımızda tutmalıyız. Gerçekleri de göz ardı etmeksizin meselelere eğilelim."
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ise, devletin polisini, kendisini ve devleti karşısına almaktan vazgeçirmek için Anayasa Mahkemesi'nin kararını gündeme getirdi. Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir panelde "Saygın mahkeme üyelerine şunu söylemek istiyorum" diyerek söze başlayan Tantan, şöyle devam etti: "Bugünkü koşullarda geçtiğimiz günlerdeki bu terörist saldırıya karşı saldırıdan sonra mı güvenlik güçleri silah kullanacaktı? Polis öldükten sonra silah neye yarayacak? Bunu onların takdirine bırakıyorum. Ülke gerçekleri dikkate alınmadan sadece ve sadece görev verilen insanların hayatları pahasına görev beklenmez."
Karar neydi?
29 Ağustos 1997 tarihinde TBMM'de kabul edilen ve İller İdaresi Yasası'nda değişiklik yapan yasa tasarısında Terörle Mücadele Kanunu'na bir madde eklenmişti:
"Teslim ol emrine itaat edilmeyerek kaçmaya veya silahlı mukabeleye yeltenilmesi hallerinde, kolluk kuvveti görevlileri, doğruca ve duraksamadan hedefe ateş etme yetkisine sahiptir." Anayasa Mahkemesi bu değişikliği Anayasa'ya uygun bulmayarak iptal etti.
Peki Anayasa Mahkemesi'nin kararı neydi? Mahkame şu konuya dikkat çekiyordu: "Anayasa'nın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yaşama hakkını güvence altına almaktadır. Devlet vatandaşlarının yaşama hakkını korumakla yükümlüdür. Güvenlik birimlerine ancak zorunlu durumlarda silah kullanma yetkisi verilmelidir. Teslim ol çağrısına uyulmaması ve silah kullanmaya teşebbüs edilmesi güvenlik görevlilerinin her zaman doğrucu ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmalarını zorunlu kılacak bir hak değildir. Kimi olaylarda faillerin can güvenliğini daha az tehlikeye sokacak yöntemler izlenebilir."
Yasalar zaten polisi koruyor
Tantan ve Ağar'ın "beğenmediği yasalar", polise fazlasıyla silah kullanma yetkisi vermenin yanı sıra suç işledikleri tardirde yargılanmaları önünde de büyük engel oluşturuyor. Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, İller İdaresi Yasası, Türk Ceza Kanunu'ndaki ilgil maddeler, "nefsi müdafaada bulunulduğu", "emri yerine getirdiği", "şüphelinin dur ihtarına uymadığı", "kurşunun kimden çıktığının belli olmadığı" gibi gerekçelerle polislerin yargılanamayacağını, yargılansalar da az bir ceza alacağını kaydediyor.
Örneğin Kamu Personelinin Yargılanmasına İlişkin Kanun'a göre polislerin sadece hizmet görürken işlediği suçlar dikkate alınıyor. Daha önce Memurin Muhakematı Kanunu'nda ayda bir kurul kurulup soruşturma açılması öngörülüyordu ve kurul fezlekesini hazırladıktan sonra memurun yargılanıp yargılanmayacağına karar veriyordu. Yeni kanunla birlikte memurun yargılanmasına izin verme yetkisi mülki amire verildi. Tabii ki bu karar verme sürecinde keyfiliğin de bir sınırı olmuyor.
Yine Türk Ceza Kanunu'ndaki bazı maddeler de polislerin yargılandığı takdirde daha az ceza almasını sağlıyor. 448. madde "kasten adam öldürme" suçuna 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezası öngörürken, davalar genelde başka maddelerden açılıyor. 49. maddede, "polisin yetkili bir mercinin emrini yerine getirirken meşru ve müdafa ve zaruret halinde olduğu, bu nedenle hakkında ceza verilemeyeceği" söyleniyor. Bu maddenin devamı niteliğindeki TCK'nın 50. maddesine göre ise, cezaya indirim uygulanıyor.
455. madde, memurun neden olduğu ölüm olayını "tedbirsizlik, dikkatsizlik veya acemilik" kılıfına sokarken, 463. madde, "kurşunun hangi polisin silahından çıktığı belli olmadığı için üçte birden yarıya kadar indirim" getiriyor. Cezaya indirim getiren bu maddeler 448. maddeden açılan davalarda verilen cezaları en kısa süreye indirmek için de kullanılıyor.

Evrensel'i Takip Et