İlhan İrem: İnsan kalmayı seçtim
"Dünyaya, doğaya, insana yapılan zulümlere, haksızlıklara sessiz kalan… Çevre, kültür, tarih katliamlarına seyirci kalan herkes suç ortağıdır."
67 yaşında hayata gözlerini yuman sanatçı İlhan İrem'in 2011 yılında Özer Akdemir'e verdiği röportajı yeniden paylaşıyoruz.
Özer AKDEMİR
1990’lı yıllardan itibaren kendi deyimi ile “Popüler kültür vitrininden çekilen” ve yaklaşık 20 yıldır bu kararını uygulayan İrem, yayınlamayı sürdürdüğü albümleri ve konserlerle hayranlarına seslenmeye devam ediyor. Çevre sorunlarına olan duyarlılığı ve çevre mücadelelerine verdiği destek ile de tanınan İlhan İrem yaşamı, sanatı, politika ve gelecek hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
Türk pop müziğinin efsane isimlerinden İlhan İrem’in adı uzun zamandır gazetelerde, televizyonlarda duyulmuyor. Bunun nedeni ne?
Bu aslında 1980 sonbaharında askerden döndüğüm gün yazdığım şarkı ile başlayan bir süreç. Erzincan’dan dönerken Uludağ’ın eteklerinde sisler içindeki Bursa’yı uzaktan gördüğümde, aracımı yolun kenarına çekip “Olanlar Olmuş” adlı şarkımı yazmıştım. Bu şarkı bir milat oldu. ‘70’li yıllar boyunca 17 yaşından başlayarak ülkenin en parlak yıldızıyken, 1979’da gittiğim Anadolu’dan 1980’de döndüğümde kendimi koyu bir anlamsızlık içinde buldum. Seksen darbesi Türkiye’yi bir daha geri gelmeyecek biçimde yamulttu. Bugünkü demokrasi ve açılım masalcılarının atası olan Özal’ın kılavuzluğunda, ülkenin içsel değerleri boşaltılmaya başlamış, yerine Arap Amerikan orijinli yaşantılar demetiyle, sevgisiz, insansız, aptalca bir tüketim çılgınlığı gelmişti. Gördüklerim su yüzünde görünenden çok daha fazlaydı. Giderek düşünceye dönüşen duygulanımları aktarmaya salt yıldız olmak yetmeyecekti. İnsan kalmayı seçtim! Asıl değerini yitirdikleri yaşantıları bir sanalizasyonun içinde deformasyona uğramış bütün eski tanışlarımı hayatımdan çıkardım. Kendime çekilerek sadece yazıp bestelemeye başladım.
SADECE FİZİK OLARAK YOKUM
Bu süre içinde neler yaptınız?
Makas değiştirip seksenli yıllar boyunca senfonik rock tarzında çalışmalara yöneldim. Daha az da olsa, o yıllarda gazetelerde, radyo ve televizyonlarda yer almayı sürdürüyordum. Ancak doksanlarda gelen çok daha büyük ucuzluk ve duyarsızlık dalgası ile popüler kültür vitrinlerinden tamamen çekilmeye karar verdim. Yaklaşık yirmi yıldır bu kararımı uyguluyorum. Sadece fizik olarak yokum… Yayınlamayı sürdürdüğüm albümlerimle kalabalık bir dinleyici kitlesi bir şekilde buluşuyor. Doğanın, insanın, sevginin, sanatın çöküşünü izlemek acı verici… Dünyanın ölümünü görmemek için yaşarken kendimi öldürdüm ve başka bir boyutta yeniden doğdum. Kainatın ve hayatın zerrelerine girdim. Ruhu ölmeyenler için sevinçler ve kederler çok daha derinlerde ve daha yakıcı… İçimdeki cennetlerde, açık yaralarından canı yanan ve asla teslim olmayan güzel ruhlarla buluşup kendi cumhuriyetimizi kurduk. Çağın sorunu insanların ruhlarını yitirerek otlaşmaları… Türkiye bu anlamda bitkisel hayata girmiştir. Dünya dev bir alışkanlıklar hapishanesinde ölüyor… Üstelik hiç kimse hiçbir şeyin farkında değil. Mutlu bir biçimde tüketip, tükeniyorlar.
SAHNE DÜNYASI BİR KRİZE GİDİYOR
Yeni çalışmalarınız, konser programlarınız var mı? Hayranlarınız sizi tekrar ne zaman dinleyebilecekler?
14 yıllık bir aradan sonra 2006’da İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosunda verdiğim konser ile sahnelere dönüş yaptım. İstanbul ağırlıklı nadir solo konserler veriyorum. Sahne dünyasında da büyük değişiklikler gözlemledim. Sanattan bihaber bazı yapımcıların albüm satışlarını bitirmeleri gibi, sahne dünyası da bir krize doğru gidiyor. Birkaç yetkin firma ve isim dışında konser sektörü sanat ve estetikle hiçbir ilgisi olmayan kimselerin eline geçmiş. Mal gibi gördükleri sanatçıları kendi kültürlerince kategorize eden bu kişilerin ahbap-çavuş ilişkileri ile belirledikleri bir sahne dünyası var. Çifte standartlardan oluşan sanal bir star düzeni içinde, tamamen sübjektif değerlerle işler yapılıyor. Yabancı hayranlığında da yüzünü gösteren çifte standart öyle boyutlardaki, bu topraklarda yaşayan bir sanatçı olarak huzursuz olmamak mümkün değil. Çoktan ununu elemiş yabancı sanatçılara yüz binlerce dolar ödeyen, onların akıl almaz taleplerine boyun eğen yapımcılar, bu toprağın yetiştirdiği değerler söz konusu olduğunda bambaşka bir kimliğe bürünebiliyorlar. Maalesef bugün durum böyle… Umuyorum ki, aşağı, karanlıklara doğru bütün çekiştirmelere karşın kaçınılmaz bir çağın içinde değişip, düzelecek. Umutsuzluklar amaçları olan insanları asla yolundan döndürmemeli. Bir süredir albüm çalışmaları nedeniyle konserlerime ara vermiştim. Önümüzdeki aylarda tekrar konserler vermeyi planlıyorum. Sonrasında yeni şarkılardan oluşan bir albüm yayınlayacağım.
İNSAN YA DUYARLIDIR YA DUYARSIZ
Allianoi sağlık yurdu sular altında. Hasankeyf hâlâ aynı tehlikeyle karşı karşıya. Siz, Tarkan, Sezen Aksu dışında sanatçılardan bu kültür ve tarih katliamına karşı doğru dürüst ses çıkmadı. Bu sessizliğin siyasi iktidarı cesaretlendirdiği söylenebilir mi?
Bunun sanatla, sanatçı ile ilgisi yok! İnsan ya duyarlıdır ya da duyarsız. Dünyanın bugün yaşadığı büyük kriz ve kaosun nedeni insanların duyarlılıklarını yitirmeleridir. Duyarlılık çöktüğünde, sevgi, saygı, sorumluluk, özgürlük, vicdan, hakkaniyet, adalet, vefa, inanç, amaç, her şey çöker. Duyarsızlık ilkelliktir! Ama hiçbir şey ile her şeyin yer değiştirdiği ülkelerde bu vahim sağırlık sorun teşkil etmez. Dünyaya, doğaya, insana yapılan zulümlere, haksızlıklara sessiz kalan… Çevre, kültür, tarih katliamlarına seyirci kalan herkes suç ortağıdır.
‘70 VE 80’LERİN KÖTÜLERİ ŞİMDİ TAÇLANDIRILIYOR
Türk müziğinin dünü-bugününü değerlendirecek olursak nasıl bir fotoğraf çıkıyor önümüze? Türk müziği nereye gidiyor sizce?
Her dönemin iyileri ve kötüleri var. ‘70’lerde ve 80’lerde de çok kötü şarkılar ve suiistimaller vardı. Şimdilerde o dönemlerin topyekün taçlandırılmasını, nurlar yağdırılmasını anlamsız buluyorum. Eski yıllarda yayınlanmış ve bugünlerin yaz sakızlarından çok daha anlamsız ve ucuz pek çok şarkı sayabilirim. Az önce anlattığım toplum yapısı ne ise müzik onun aynasıdır. Müziğin bir yere gitmek gibi bir misyonu yok. Sadece bütün sanatlar ve mesleklerde sürünün dışına çıkmış insanlar var… Ki dünya boşlukta fazladan kaç milyon tur atacaksa, o sıra dışı güzellikler sayesindedir.
TEK VE BERBAT BİR RENK DAYATILIYOR
Müzik, yaşamın tam içinde olan ve onu birebir yansıtma özelliği bulunan bir gerçeklik. Bu pencereden baktığımızda ülkemizin günümüzdeki ekonomik-siyasal atmosferi ile müziğimiz arasında ne gibi bir ilişki kurulabilir?
Egemenlerin siyasette, ekonomide, yaşamda ve sanat dedikleri o şeyde dünyaya dayattıkları tek ve berbat bir renk var. Küreselleşmenin tüketim pazarında her şeyin bir örnek olması gerekiyor! Duygu ve aşkı yitirmiş müzisyenlerin bilgisayar programlarından çıkmış şarkıları aynı cins çikolata ambalajları gibi sunuluyor. Çok uluslu şirketlerin güdümündeki emperyalistlerin dünyayı hatta dinleri birleştirmek gibi ulvi görünümlü bir tezgahları var… İsa soslu yeni bir karışımı light maşalarla servise hazırlıyorlar. Robotlaşmış küresel bütünlük masallarının uzağında, insan ve sevgi değerlerinin eğilip bükülmediği saf yürek güzellikleri anlatıyorum. İçinde art niyet barındırmayan başka türlü “BİR” olma hali defolu insan ırkı için ulaşılmaz bir ütopya... Eğer doğa insanın değişimine zaman tanıyacaksa, bu evrilmenin en etkin katalizörü bence sanattır.
MİDE BULANDIRICI BİR ALDIRMAZLIK VAR
Çevre sorunlarına ve tarihi-kültürel varlıklarımıza karşı da son derece duyarlı bir sanatçı olduğunuzu biliyoruz. Sanırım Yeşiller Partisi’nde de politika yaptınız bir dönem. Bir sanatçı duyarlılığı ile son dönemde artan çevre sorunlarına ve buna karşı verilen mücadelelere ilişkin gözlemleriniz neler?
Dünyayı sömürmekte olan ahtapotun kolları bütün ülkelere uzanıyor. Siyasette, dinde, edebiyatta, müzikte, çözülmelere teşne ve vesile olan vantuzlarını kullanıyor. Sözde demokratik söylemlerin maskesi ardında kendi topraklarına düşmanlaşan insanlar, kendi dünyasını da tüketmekte olan bir canavarın dokunaçları olduklarının ayırdına varamayacak kadar bilinçsiz ya da hainler… Yeşile, doğaya, zeytine, ağaçlara, dağlara yapılanlar ise bence en büyük ihanet. Dünyanın haline bir bakın; Sözde bir uyanış yaşayan Arap ülkeleri kaynıyor, diktatörler gidiyor. Egemenler petrol peşinde, gidenlerin yerine kendi düzenlerini getirme derdinde hep birlikte masum insanların üzerine bomba yağdırıyorlar. Japonya’da çağın en büyük felaketi yaşanmış, radyoaktif bulutlar tüm dünyanın atmosferine yayılıyor. Daha geçen hafta Kuzey Denizi’nde, İskoçya kıyıları yakınındaki Shell firmasına ait bir platformdan denize ciddi bir petrol sızıntısı olduğu açıklandı. Afrika Boynuzu’nda son 60 yılın en ölümcül kuraklığı yaşanıyor. 11 milyon insan susuzluk ve açlık tehlikesi ile karşı karşıya. Ekim ayına kadar yeterli yağış olmazsa bölgede kitlesel ölümlerin yaşanacağı bildiriliyor. Ve küresel ekonomik kriz, avronun, doların seyri bunlardan daha büyük bir haber olarak sürekli dünyanın gündeminde… Bir yandan çevreye, doğaya, insan hayatına mide bulandırıcı bir aldırmazlık sürerken, havanda su döven liderler durmadan toplanıp, utanmadan sırıtarak aile fotoğrafı çektiriyor. İnsanlar paralize olmuş vaziyette, sadece tüketiyor, tüketiyor… Büyük derebeylik tüm coğrafyalardaki maşalarıyla hakimiyeti ele geçirmiş. Devasa bir göz boyama sektörü insanların üzerine bir foseptik gibi boşalıyor. Markalar, alışveriş merkezleri, borsa, çığırtkanlar, reklamlar, futbol, magazin, yarışmalar, diziler… Sersemlemiş insanları yöneten hayal tacirleri, devşirme teknolojilerle, gökdelenlerle, duble yollarla, görüntülerle gözbağcılığı yapıp geri planda büyük patronların planlarını sinsice servis ediyorlar. Tehlikeli oyunlarını bozabilecek bütün kurum ve refleksleri temizleyerek ilerleyen ahtapot, altın, gümüş ve su rantının peşinde doğayı da acımasızca sömürüyor. İşte bu noktada dünyanın her yöresinde toprakları kirletilen, sağlıkları hiçlenen insanların siyanürlü madenlere, HES’lere direnişleri büyük anlam kazanıyor. Egemenler planlarına direnen o insanlara her türlü zulmü yapacak, karaları çalacaktır şüphesiz. Buna rağmen, Anadolu’da sadece insanca yaşamak için madenlere, hidroelektrik santrallerine karşı topraklarını, ağaçlarını, tarihlerini koruyan bir kuvva ruhunun hâlâ soluk aldığını görmek umutlarımı diri tutuyor. Ama gelen dalga dünyayı tüketirken kendi sonunu da getirecek kadar bilinçsiz ve çok büyük!
Son olarak, dinleyicilerinize vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Her şey şimdi başlıyor… Her zaman! Işık ve sevgiyle…