MEB’in müfredatında olmayan gerçekler
Liselerdeki eğitim müfredatının ne ölçüde gericileştirildiği ve bilimden uzak dogmatik kalıplara sıkıştırıldığı her geçen yıl daha açık bir şekilde görülüyor. Özellikle tarih, biyoloji, felsefe ve din kültürü kitapları tamamen egemen zihniyetinin borazanlığını yaptığı ve gençleri bu yönde
Müfredatın Orta Çağ Zihniyetin Farkı Yok!
9. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarının 15. sayfasında Ateizm’e dönük yer alan tanımlamalar, bunun bir eğitim kitabında nasıl yer aldığına dair derin kaygılar oluşturuyor. Kitapta, Ateizm tanrıtanımazcılık olarak tanımlanırken açıklama olarak şunlar söylenmiş; ‘’Ateizm, tanrının varlığını reddetmek ve tanrı yokmuş gibi davranmaktır. Tanrıtanımazlık, tarihin tüm dönemlerinde bireysel olarak da olsa varlığını sürdürmüştür. Ateizm, Allahın varlığını inkâr ettiği gibi tüm dinlere ve dinlerin tanrı tasavvurlarına da karşıdır. Allah inancı karşısında tepkisel bir düşünce olan Ateizm, batı dünyasının bazı filozofları tarafından benimsenmiş ancak günümüzde düşünsel dayanaklarını yitirerek zayıflamıştır.’’ Bu noktada sanıyorum en geçerli olan yöntem, materyalizmin kökenine inerek konuyu Antik Yunan felsefesini incelemek olacaktır. Bilindiği gibi materyalizmi fikri olarak ortaya atan ilk düşünür Demokritos’tur. Leukippos’un öğrencisi olan Demokritos, o dönemin plüralizm(çokçuluk) ve monizm(tekçilik) tartışmasının dışına çıkarak ‘’atom ve bölünemeyen öz’’ teorisini ortaya koymuştur. Demokritos’a göre atom, yaratılmamış, yok olmayan ve değişmeyen bir varlıktır. Atom maddenin özüdür ve her şey(ruh da dâhil) ondan ortaya yaratılmıştır. Bu düşüncesiyle Demokritos, ilkel düzeyde de olsa bir maddeci anlayışla bugünkü modern materyalizmin temellerini atmıştır.
Maddecilik buradan da görüldüğü gibi, Allah inancına bir tepki olarak değil; insanların evreni yorumlama ihtiyacından dolayı ortaya çıkmıştır. Bugün kalkıp Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitabında, ‘’batı dünyasının bazı filozoflarının’’ benimsediği düşüncenin bu şekilde aşağılanması, düşünsel dayanaklarını yitirdiğinin iddia edilmesi açıkça tarihe yapılmış bir çarpıtmadır ve Orta Çağ’ın karanlık zihniyetinden farkı yoktur.
Saldırıların Temelinde Çaresizlik Bulunuyor
Kitabın devamında şu şekilde ifadeler yer alıyor; ‘’Tanrıyı günlük yaşama sokmama anlayışını benimseyen ateist bir kişi, tavır ve davranışlarını, hayat tarzı, sahip olduğu kural ve alışkanlıklarıyla ‘tanrısız bir dünya’ veya ‘tanrısız bir yaşam tarzı’ kurmayı hedefler. Bunun için de tanrı hakkında hiçbir şey düşünmemeye ve kendini dinden ve ibadetlerden uzak tutmaya çalışır. Ateizme göre din, insanı uyuşturan bir afyondur, herhangi bir dine inanan kişi özgür olamaz.’’
Her insanın özgür iradesi doğrultusunda, dünyayı ne şekilde kavramak ve yorumlamak isterse, inancını da öyle şekillendireceği kitap tarafından görmezden geliniyor. Bu saldırılarının temelinde de, din kavramının karşısında en güçlü ve en bilimsel kanıt olan Diyalektik Materyalizm’e karşı olan çaresizlik ve nefret bulunuyor.
Materyalizm görüşünü bugünün felsefi dünyasına göre temellendirilişi 19. yüzyılda Friedrich Engels ve Karl Marx tarafından gerçekleştirildi. Marx ve Engels, diyalektik materyalizmi şekillendirirlerken; Hegel’in diyalektiğinin değişimci yapısı ve Feuerbach’ın materyalizminin maddeci anlayışlarından yararlanmışlardır. Diyalektik Materyalizme göre evren, temelinde yer alan ‘’madde’’den meydana gelmiştir. Ve evrende yer alan her varlık da maddenin değişkenliği sonucunda oluşmuştur. Diyalektik Materyalizmin ortaya koyduğu bu tez sonucu, elbette dinler temelinden sarsılacaktılar.
Kitapta diğer dikkat çeken nokta Marx’ın ‘’Din halkın afyonudur.’’ sözüne yapılan vurgu. Egemen güçler, yüzyıllar boyunca halkı baskı altında tutabilmek için onların en zayıf noktaları olan dini inançlarını kullanmışlardır. Kimi toplumlarda krallar kendilerini tanrının elçisi ilan etmişlerdi, kimi toplumlarda insanlar tanrı için savaştırılmış ve egemenler bu sayede daha fazla güç elde etmişlerdi, kimi toplumlarda vergiler arttırılmış ve buna karşı gelmenin tanrıyı kızdıracağı söylenmişti. Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir elbette…
Gerçekleri Çarpıtmanın Dayanılmaz Hafifliği
Kitap ilerledikçe komik de bir hal almaya başlıyor ve şu şekilde saçmalıklar yer alıyor kitapta; ‘’Vahiye dayanmayan inanç biçimleri, toplumda olumsuz etkilere yol açan Satanizm gibi zararlı akımların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Satanizm özel olarak Hıristiyanlığa, genel olarak da bütün dinlere karşı bir başkaldırı ve isyan hareketi olarak doğmuştur. Satanistler, genellikle bazı problemleri olan gençleri hedef kitle olarak görür. Düşüncelerini bunlara benimsetmeye çalışırlar. Satanistler ayinlerinde insanlara işkence eder, hayvanları öldürür ve şiddeti teşvik ederler. Toplumda huzur ve güveni bozup kargaşaya neden olurlar.’’
Bu noktada tanrı inancını reddedip, evreni bilimsel bir şekilde açıklamaya yönelmiş insanların sapkın ve satanist olduğu öne sürülüyor. Satanizmi, materyalist bir düşünce biçimiyle aynı kefeye koymak tek kelimeyle bir cehalettir. En basitinden bakacak olursak satanizmde, kutsal olan kabul edilen şeytan; materyalizm tarafından varlığı kabul edilmeyen bir varlıktır. Satanizmin doğuşuna baktığımızda Hıristiyanlık inancını göreceğiz. Elbette bir isyan söz konusudur Satanizmde, fakat tanrıyı yok sayan bir isyan değildir bu. Onun varlığını kabul eden ancak ona düşman olan bir inançtır Satanizm.
Gerici ve Sermaye Yanlısı Saldırılara Karşı Mücadele Etmeliyiz!
Tanrı inancı her insanın kendi iradesine bağlı olan, kimsenin müdahale edemeyeceği bir meseledir. Herkes kendi dini görüşünü yaşamakta özgür olmalıdır elbette; fakat bu inancını yaşarken, karşısındaki insanı da kendisi gibi olmaya zorlamamalıdır. Milli eğitim müfredatının, gelişme çağında olan ve düşünceleri bu dönemde şekillenen lise öğrencilerini belirli bir kalıba sokma çabasına; liseli öğrenciler, öğretmenler ve veliler sessiz kalmamalıdırlar. Özellikle de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi adlı dersin; Türkiye’de yaşayan Alevileri, Hristiyanları, Musevileri ve tanrı inancı bulunmayan kesimleri kapsamadığı açıktır. Hükümet ağzından düşürmediği ‘’demokratikleşme adımlarını’’ gerçekleştirmek istiyorsa, bu dersin zorunlu bir şekilde okutulmasından acilen vazgeçmesi gerekmektedir.
Eğitim bilimselleştirilmesi mücadelesinde sadece üniversitelerdeki kürsülerimizi güçlendirmemiz yeterli kalmayacaktır; liselerde de bu gerici ve sermaye yanlısı saldırılara karşı daha bilinçli, daha kararlı bir şekilde mücadele etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde bilime yönelik bu saldırılar daha da büyüyerek devam edecektir.