Kürt sorunu, demokratik özerlik ve çözüm arayışları
Bugün Kürtlerin gündeme getirmiş oldukları “Demokratik Bölgesel Özerlik” meselesinin ne olup ne olmadığına girmeden önce Kürtlerin ve Kürdistan tarihine, Osmanlı ve Türk kaynaklarına göz gezdirerek bakmak yararlı olacaktır. Bu kapsamdaki bir giriş, günümüzde tartışılanların anlaşılmasını kolaylaştır
Büyük Selçuklu İmparatoru Sultan Melik Şah’ın oğlu Sultan Sancar gibi Sultan Süleyman da Kürdistan’dan hükmettiği halklar olarak söz etmektedir. Bu tarih 1100’lere denk geliyor. Bu tarihten sonra Osmanlının yıkılışına kadar ‘Kürdistan’ resmi olarak ve günlük dilde kullanılmaktadır. Bunda her hangi bir sakınca görülmemektedir. Ancak günümüzde, yere göğe sığdırılamayan Osmanlı padişahlarının sözleri bile, utanmadan sıkılmadan sansür ediliyor! Bir televizyon kanalında yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki padişah yaşamı, sarayda dönen entrikalar, Muhteşem Süleyman’ın mahremi falan çok tartışılsa da, Sultan Süleyman’ın 1526’da Macar Kralı Franscois’ya gönderdiği mektuptaki Kürdistan, yüz yıllar sonra bile Osmanlı hayranları ve Türk milliyetçilerinin mutabakatına dayalı olarak sansüre uğrayabiliyor. Sultan Süleyman şöyle demektedir;
“Benki Sultanu’s Selatin ve burhanu’l havakin tac-bahş-i husrevan-ı ruy-i zemin zillullah fi’l-ardayn Akdenizin ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Vilayeti Zulkadriyye’nin ve Diyarbekr’in ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Medinenin ve Kudusün ve külliyen Diyar-ı Arabın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin ki... Sultanı ve padişahı Sultan beyazıd Han oğlu, Sultan Selim Han Oğlu Sultan Suleyman Han’ım. Sen ki França Vilayetinin Kralı Franceşkosun.”
Kürtlerin Çaldıran Savaşı’nda, yani 1514’te Yavuz Sultan Süleyman ile bir anlaşma yaparak, onun yönetimine, Kürdistan olarak girdikleri tarihi bir vakadır. Osmanlının Safevilere karşı başlatacağı seferden önce Kürtlerle böyle bir anlaşma yaptığı ve 20 dolayında Kürt beyliğinin sefere birlikte çıkacakları, Kürtlerin gönüllü olarak Yavuz Sultan Selim’in yönetimine girdikleri ve bağımsızlıklarını korumayı garanti altına altıkları bilinmektedir. Bu dönem Osmanlı topraklarına dahil olan Kürdistan’ın üç eyaletten ibaret olduğu, bunların Amed (Diyarbekir), Musul ve Rakka olduğu belirtilmektedir. Amed Eyaleti, bu gün Türkiye Sınırları içindeki bölgenin büyük bir bölümünü kapsarken, Musul, günümüz Kürdistan Federe Devleti Bölgesini, Rakka Eyaleti ise Urfa ve Halep arası bir bölgeyi kapsamaktadır. Şerefname başta olmak üzere birçok belgede Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki durumları ve konumları araştırılıp görülebilir. “Osmanlı Belgeleri ile Türk Kürtleri” gibi belgelerde çok bariz çarpıtmalara rağmen, “Kürt Türkleri” gibi akla ziyan tanımlara rağmen Kürtlerin tarihi ve kültürüyle ilgili gerçekler görülebilmektedir. Birçok tarihçi belgelere dayandırarak Kürtlerin birçok devlet ve çoğu beylik olmak üzere onlarca bağımsız idari yönetim kurduğunu göstermektedir. Yine tarihe kabaca bir göz atıldığında bile, kötü bir üne sahip olsa da siyaset ve felsefe alanında Kürtçe eserleri bulunan, İdrisi Bitlis’inin bir Kürt olarak, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Yakup’un vezirliğin yaptığı görülecektir. Yavuz Sultan Selim’in İran seferinde Kızılbaşların kılıçtan geçirilmesinde bazı Kürt Beylikleriyle yapılan anlaşmalardan sonra Kürt Beylerinin görev üstlendiği de arşivlerde mevcuttur. Kanuni Sultan Süleyman döneminde merkezi otoritenin arttırılması ve vergilerin yükseltilmesi karşısında çıkan Celali İsyanları döneminde Kürtler de isyan hareketleri başlatmış mevcut durumu kabul etmeyeceklerini dile getirmişlerdir. Giderek bozulan ilişkiler birçok bölgede ve Kürdistan’da isyanlarının devam etmesi karşısında Kürtlerin durumunu ve statüsünü düzenleyen yeni bir anlaşma gündeme gelir. Osmanlı Kürt ilişkilerinde önemli bir vesika olan ve Osmanlı’nın diğer isyanları da bastırmak üzere Kürtlere imtiyazlar tanıdığı ”Hükm-i Şerif”, Kürt beyliklerinin bağımsızlığını tarif ederek ortamın yeniden sakinleşmesine ve ilişkilerin normale dönmesine neden olmuştur.
1636 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan sonra Kürdistan’ın Osmanlı İmparatorluğu ve Pers İmparatorluğu arasında parçalanması ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Oluşan denge Kürtler için yarı bağımsız bir yönetim biçimiyle sonuçlanır ve bu statüyle uzun süre yaşayabildiler. Osmanlı’ya meyilli olmakla birlikte, Kürtler karşılaştıkları baskılara karşı koymaktan da geri durmadılar. Bazen birine bazen diğer İmparatorluğa karşı başkaldıran Kürtlerin, özellikle 1800 ile 1850 yılları arasında onlarca defa başkaldırdıkları bilinmektedir. 1806’da Süleymani’ye Baban Abdurrahman Paşa Osmanlı yönetimine baş kaldırır ve iki yıl süren isyan Abdurrahman Paşa’nın öldürülmesiyle bastırılır. Zazalar 1820 ‘de Reşid Ağa önderliğinde Sivas çevresinde arttırılan vergilere karşı ayaklanırlar. Halk isyanı şiddetle bastırılır ve isyanın elebaşları öldürülür. Hakkâri Bölgesindeki Yezidiler tarafından çıkarılan ve 3 yıl kadar süren bir isyan vardır. Yine Bitlis çevresinde 1834’te vergilere ve baskılara isyan eden Ahmet Han ve isyancılar bastırılır. Diyarbakır Garzan Bölgesinde 1839 yılında başlayan Kürt isyanı Osmanlı paşalarınca bastırılmıştır.
Bedirxan Bey İsyani tarihte daha dikkat çekici biçimde yer almaktadır. 1821’de Kürt beyi olarak tahta çıkan Bedirxan Bey Osmanlı ve İran yönetimindeki Kürtleri birleştirmek ve bağımsız bir yönetim için harekete geçmektedir. 1836 ya kadar bu yönde gösterdiği ilerleme, Osmanlının 1839’da Nizip’te Mısır askerlerine yenilmesinden de güç alan Bedirxan bey bir çok diğer Kürt beyi ile ilişkiye geçerek ittifak kurar. Giderek geniş bir alanda yönetim hakimiyeti ve düzenli bir yaşam kuran Bedirxan bey kendi adına para da bastırdı. İngiliz ve Fransızların dikkatinden kaçmayan bu gelişme Osmanlı yönetimini de rahatsız etti. Saldırıya karşı aylarca direniş gösteren Bedirxan Bey Kuvvetleri yenilgiye uğratıldı.1847’de Bedirxan bey ile birlikte kardeşleri ve yakın çevresi İstanbul’a sürgün edildi.
1887 de Osmanlı-Rus Savaşında Kürtlerden asker ve vergi istenmesine karşı biriken tepki Mardin ve Cizre bölgesinde 1879’da Osman Paşa ve kardeşinin başını çektiği bir isyana neden oldu. Yine 1880’de Şey Ubeydullah İsyanı var. Yüzlerce aşiret temsilcisinin toplanmasıyla alınan isyan kararı Osmanlı ve İran’a karşıdır. Urmiye ve Van gölü çevresin denetim sağlarlar. Ancak İran ve Osmanlı ordularının birlikte düzenledikleri saldırıyla yenilirler.1889 Emin Ali ve 1912 Ali Remo Ağa İsyanından sonra hafızalarda yer eden diğer bir İsyan ise 1920’de Zara, Ovacık, Hafik, Hozat, Çemişgezek, Kemah, Divriği bölgesinde başlayan, Kürt Teali Cemiyeti’nin temsilcilerinden Alişer ve Baytar Nuri’nin başını çektiği Koçgiri İsyanıdır.
Osmanlı’nın Çöküşü, Ulusal Uyanış Dönemi ve Kürtler
Avrupa’daki ulusallaşma sürecine paralel olarak gelişen Yeniçeri Ocağı ayaklanmalarına denk düşen bir dönem olan II. Mahmut döneminde, merkezi devletin güçlendirilmesi ve Kürt Beyliklerine yönelik yeni yükümlülüklerin istenmesi karşısında Kürtler yeniden bir hareketlenme içine girmiş ve isyanlar baş göstermiştir. Düzenli vergi, düzenli askerlik, yerel özerkliklerin ve yetkilerin kısıtlanmak istemesi karşısında Kürtler ayaklanmıştır. II. Mahmut döneminde gündeme gelen “Sened-i İttifak” ile başlayan ıslah etme girişimlerine direnen Kürtler, büyük bir saldırıyla karşı karşıya kaldılar. Kürtlere sürgüne gönderilmeleri de dahil olmak üzere, büyük acılar yaşatıldı.
Büyük bir katliam gerçekleştirildi. Bazı kayıtlar bu dönem öldürülen Kürt sayısının 700 bin kadar olduğunu belirtmektedir. İttihat ve Terakki dönemiyle birlikte Kürtlerin yeniden toparlanmaya ve ulusal bir topluluk olarak bazı adımlar attığı görülmektedir. Bilindiği üzere, 1889’da illegal olarak kurulan “İddihad-i Osmani”nin devamı olan “İttihad Terakki”de Kürt aydınları da yer almaktadır. “İddihad-i Osmani”nin kurucusu olan beş kişiden ikisi Kürttür. Ancak “İddihad Terakki” yönetiminin Türk milliyetçiliğine ve 1910 yılından sonra tanımlanmış Turancılık yoluna meyletmesinin ilerlemesi ve Osmanlı toprakları üzerine yaşayan herkesin Türk olarak tanımlanması ve ‘herkesin Türk olmak zorun olması gerekir’ yönlü yaklaşımlarla birlikte, 1911’de Kürtler yer aldıkları örgütten ayrılırlar. Ayrılan Kürt entelektüellerinden yaşayanlar bu yönlü çalışmalarını uzun yıllar sürdürdüler. Ancak Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılından sonra Kurulan “Kürt Teali Cemiyeti”yle Kürtler Kürt ulusallaşması ve ulusal hakların tanımlanması çabasında oldular. Bu süre içinde uyanış ve örgütlenme çabası içinde bulunan Kürt ileri gelenleri, ilerleyen yıllarda gündeme gelen başkaldırı ve mücadelelerde de önemli sorumluluklar aldılar. Kapitalizmin gelişimi ve feodalizmin tarih sahnesinden kaybolması sürecinin aynı zamanda uluslaşma, ulusal Pazar hâkimiyeti süreci olduğu gerçeği tüm eski yönetim şekillerini çarpan bir işlev görüyordu. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yıkılma süreci Jön Türk hareketi gibi diğer uluslardaki uyanışta hızla harekete geçiyordu. Balkanlardaki uluslar bir bir Osmanlı yönetiminden ayrılıyor ve bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı. Ermeniler, Araplar ve daha birçok ulus uluslaşma sürecinin tepkilerini ortaya koyuyordu. 1910’lı yılların Osmanlı toprakları için böyle hareketli bir dönem olduğu bilinmektedir. Kurtuluş Savaşının mayalandığı yılları da bu tarihin hükmünü icra etme sürecinden bağımsız düşünemeyiz. Birçok ulustan oluşan ve Osmanlı İmparatorluğu altında bazı özgünlüklerle yaşayan farklı din ve dillere sahip ulusların içine girdiği bu sürecin, hem eski durumunu koruyabileceği hesabıyla hareket eden köhne düzen sahipleri, hem de yeni uluslaşma sürecine giren bir bölüm halklar arasında büyük ve kanlı kavgalara neden olduğunu da biliyoruz. Türkiye’de Osmanlı yönetimine ve emperyalist işgalcilere karşı başlayan mücadeleye eş bir zamanda, Kürt uluslaşma ve kurtuluş hareketlerinin başladığını gösteren en önemli gelişme Şehy Mahmud Berzenci liderliğinde, 1919 yılında İngilizlere karşı Musul bölgesinde başlayan harekettir. Ancak Mahmut Berzenci’nin bir çarpışmada yaralı olarak İngilizlerin eline geçmesi ve sürgüne gönderilmesinden sonra bu hareket sönümlenir.
Kurtuluş Savaşı ve Kürtler
Kürtler Türkler ile tam bir kader birliği içinde emperyalist işgalcilere karşı çarpışarak, Mezopotamya, Anadolu ve Trakya’yı yeni yaşam alanına dönüştürdüler. Kendi ulusal hakları, dilleri kültürleri ve yaşam biçimleriyle, tüm uluslar ve azınlıklar olarak yaşamayı önlerine koyan halklar, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan birbirlerine siper oldular. Savaşın seyri içinde kurulan ilişkiler ve Mustafa Kemal’in tutumu, Kürtlerin eşit haklara sahip bir ulus olarak Demokratik Cumhuriyet’te, Türk ulusu ve diğer kardeş ulus ve azınlıklardan halklarla birlikte yaşayacakları biçimindedir. Bu gelişmelerin yaşandığı yıllar içinde ‘Kürt ulusu’, ‘Kürdistan’ yasak değildir. Kürtlerin kendi bölgelerinde “Otonomi”, “Özerklik”, “Muhtariyet” adı verilen yönetim biçimiyle, Demokratik Cumhuriyet’te “asli unsur” olarak yer alacağı da konuşulur. Ancak tarih başka işler ya da işletilir. Kürtler, önce Lozan Anlaşması ile yok sayılır, ardından hazırlanan 1924 Anayasası ile inkâr edilen varlıkları ‘yasal statüye kavuşturuldu’. Ve böylece bir ulusun inkâr, asimilasyon ve şiddetle köleleştirilmesi süreci başlamış olur. Bu gün Kürtlerin uğruna mücadele ettikleri haklar aslında cumhuriyetin ilk yıllarında farklı ulus ve inançlardan tüm hakların gasp edilmiş haklarının yeniden kazanılması ve Demokratik Cumhuriyetin yeniden kuruluşu mücadelesi olarak değerlendirilebilir. Kürt hareketinin bir süredir gündemde tutuğu “Demokratik Özerklik” sorununun ne olduğu ve sorunun çözümünde akılcı bir yol olup olmadığını ise bir sonraki yazıda ele alacağız.