15 Eylül 2011 12:34

Artacak işsizliğin ayak sesleri

Bülent Falakaoğlu

Şimdi bu alkışları kısa süreliğine bir kenara bırakıp, bu alkışların arasında boğulmaması gereken başka açıklamaları hatırlayalım. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ınkiyle başlayalım. Babacan geçen hafta, Türkiye’nin büyüme hızının düşeceğini söyledi. 2012 yılında yüzde 5’in altında büyümenin kimseyi şaşırtmaması gerektiği uyarısında bulundu. Diğer bir önemli bir açıklama Uluslar arası Para Fonu’ndan (IMF) geldi. IMF,  dünya ekonomisine ilişkin büyüme tahminini düşürdü. Dünya Bankası Başkanı’ndan daha çarpıcı bir açıklama geldi: “Küresel ekonomi, bu sonbaharda yeni bir tehlikeli döneme girecek”.

Arka arkaya gelen bu açıklamalar neye işaret ediyor? İşçi ve emekçiler için ne anlam ifade ediyor? Hemen cevap verelim: Yeni bir işsizlik sürecinin…
“Ekonomi tam gaz büyürken mi?.. Ülke ekonomisi dünya büyüme listesinde zirveyi zorlarken mi artacak işsizlik?​” diye itiraz edenler olabilir.  Ama maalesef durum olumsuz!

Geçen ay mayıs dönemine ait işsizlik rakamları açıklandığında ortalığı sevinç çığlıkları kaplamıştı. Açıklanan rakam yüzde 9,4’tü… Bu oran son dönemlerin en iyi rakamıydı ve üstelik tek haneliydi. Kimi tek haneli diye seviniyordu kimi “üretim artışı istihdam artışı yaratıyor” iddiasıyla… Kimisi de kriz öncesi rakamlara dönüldü diye… Tabi bu son maddeye göre sevinenler, ‘Hani kriz teğet geçmişti? İki yıldır görüp görülebilecek en iyi büyüme rakamlarına rağmen anca kriz öncesi rakamlara ulaşabildiğimize göre demek ki kriz emekçileri teğet geçmemiş’ gibi tespitlere hiç girmeden sevindiler.

Elbet de işsizliğin azalmasına sevinilebilir. Ama söz konusu rakamlara bakıldığında sevinmenin yersizliği ortadaydı… Evet, işsizlik oranında geçen yılın aynı dönemine göre önemli bir azalma kaydedilmişti. Fakat mevsim etkisini ortadan kaldırdığında (Yaz aylarında turizm ve tarım etkisiyle istihdam artar) bambaşka bir durum ortaya çıkıyordu. Mevsimsellikten arındırılmış veriler işsizlik oranının son birkaç aydır artmakta olduğunu gösteriyordu. Şöyle ki; mevsim etkisini kaldırdığımızda mayıs ayı işsizlik oranı 10,3 oluyordu. Nisan dönemi verilerine bakıldığında bu oranın yüzde 10,1 olarak görülüyordu. Böylece mevsim etkisini dikkate almadan işsizliğin nisandan mayısa azaldığını söylemenin hiçbir anlamı kalmıyordu.

Üstelik tarımdaki yığılma işsizlik gerçeğini ayrıca örtüyordu. Mevsim etkisinden arındırılmasa bile tarım dışında işsizlik oranı Mayıs’ta yüzde 12 olarak gerçekleşmişti. Mevsim etkisinden arındırıldığında rakam daha da büyüyordu. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik Araştırmalar Merkezi (BETAM) verilerine göre tarım dışı işsizlik oranı da iki ayda yüzde 12,8’den 13,2’ye yükselmişti. Tarım dışı işsizlik oranında son aylarda devam eden artış kalıcı bir eğilimin başlangıcını işaret ediyordu. Ama olsun yine de tüm bunları görmeyip, ‘son üç yılın en iyi işsizlik rakamını gördük’ diye sevinmeyi tercih ediyordu hükümet ve onun medyadaki sözcüleri.

Mevsim etkisini ortadan kaldırdığında işsizlik oranın artmasını görmezden gelenler saat hesabıyla işsizliğin azaltılmış olmasına da aldırmıyordu.  
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) işsizliği anket yöntemiyle belirliyor. Kurum soruyor, “bu hafta gelir elde etmek veya ücretsiz aile işçisi olarak 1 saat dahi olsa bir işte çalıştınız mı?​”  Soruya ‘evet’ diye cevap veren vatandaşı TÜİK çalışan biri olarak kabul ediyor. Eğer İstatistik Kurumu, 1 saat çalışmayı baz almak yerine haftada 15 saati kriter olarak alsa iş sayısı bir anda 831 bin kişi artacaktı. Ama yüz binlerce kişi haftada 15 saat bile çalışmadığı halde işsiz sayılmıyor, bu memlekette…  

ARTIŞ KALICI OLACAK

Her ne kadar saat hesabıyla, tarımdaki şişmeyle işsizlik düşürülmeye çalışılsa da artık işler terse dönmüş durumda. Bir kere tarım istihdamındaki artış artık durma noktasına geldi. BETAM’ın mevsim etkisinden arındırılmış tarım istihdam serisi mart-mayıs döneminde iki ay üst üste düşüş gösterdi. Zaten, toplam istihdamda payı yüzde 25’i aşan tarımın bu şekilde devam etmesi zaten şaşırtıcı olurdu. Bu demektir ki artık tarımı şişirerek işsizlik azaltılamayacak.
Giderek ekonomik büyüme yavaşlıyor. Nisandan mayısa tarım dışı istihdam sadece 30 bin kadar arttı. Sanayi istihdamı 65 bin azaldı. Dikkat!
Şimdi açıklanan büyüme rakamına bakalım. Büyümenin en önemli kaynağı özel yatırımlardaki artış olmuş. Sanayi üretim endeksi düşmesine rağmen özel sektör yatırımları artmış. Stok çalışmışlar yani... Bu demektir ki önümüzdeki dönem daha az üretip stok satacaklar. Çünkü mevcut talep düzeyi daha fazlasını karşılayacak düzeyde değil. Önümüzdeki günlerde büyüme yavaşlayacak. Büyük patronların örgütü TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner de tıpkı Ali Babacan gibi açıkça söylüyor: “2012 yılında bu hızla büyümemiz mümkün değil”.

Genel olarak büyüme özel sektör yatırımlarının yanı sıra kamu harcamalarındaki artıştan kaynaklanmış. Kamu yatırımlarının artması doğal… Çünkü büyüme rakamlarının açıklandığı dönem, genel seçim dönemine denk geliyor. Hükümetin seçim döneminde kemeri biraz gevşettiğini görülüyor. Ama hemen hatırlatalım bu böyle sürmez. Çünkü cari açık milli gelirin yüzde 9,2’sine ulaşmış. Büyümeye de bir hayli katkısı olmuş. Bu durum elin parasıyla büyümek demek!  Önümüzdeki bir kaç çeyrek boyunca cari açığı azaltabilmek amacıyla kamu harcamalarının düşüreceği, büyümede frene basılacağı çok açık. Tüketimi caydırıcı önlemler alınmaya başlandı bile…
Kaçınılmaz olarak söz konusu süreç işsizliği yukarı çekecek.  

BOYNER’E VE BAŞKANA KULAK VERMEK LAZIM!

Tüm bunların yanı sıra ekonomisi sallanırken, Türkiye’nin etkilenmemesi düşünülemez. Çünkü Türkiye en büyük ihracatını Avrupa’ya gerçekleştiriyor. Türkiye’nin AB pazarında kaybettiğini Ortadoğu ve Afrika pazarında (Oralarda durum malım) telafi etmesi mümkün değil.

Seçkin Ürey’in tavla sohbetlerine katılan Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe’nin söylediği gibi, “Avrupa ekonomisinde yaşanan kriz sanayi kenti Bursa’yı vurur.”

Belediye başkanının durumu bu kadar net ifade etiği bir dönemde, sendikalar sermaye cephesinden, hükümet temsilcilerinden, mali kuruluşların başkanlarından gelen açıklamalar karşısında kulaklarının üzerine mi yatacak?
Sendikaların büyüme rakamları karşısındaki tutumuna yönelik gazetemizdeki köşesinde, İ. Sabri Durmaz, ‘Ekonomi tıkırında’ysa, sendikalar ne yapar?​” başlıklı yazısında şu eleştiri ve uyarıyı yapmıştı:  

“İki yıldır artık ‘yüksek hızda büyüme eğilimine’ giren Türkiye’de TİS düzeni ve genel olarak ücret ve maaş zamları, ‘hedeflenen enflasyon’ kıskacından kurtularak, büyümeden pay alan bir ücret talebine dönmek durumundadır. Sendikalar bu gerçeği görüp harekete geçmedikçe de gerçek ücretlerin az çok yükselmesi de hayal olmaya devam edecektir. Bu yüzden sendikaların ve sendikacıların büyüme rakamlarıyla ekonomiciler gibi tartışması, anlamlı değildir. Emekçilerin bu hızlı büyümeden paylarını talep etmeleri, bu amaçla sendikaların ortak bir strateji geliştirerek mücadeleci bir hatta girerek taleplerini yenilemeleri son derece önemli olacaktır. Aksi halde sendikalar ve sendikacılar kendi görevlerini yapmamış olurlar.”

Peki, büyümeden pay talep etmeyen sendikacılar
yeni gelişmeleri sineye mi çekecek? 2008 yılında yaşanan krizde 800 bin kişi işini kaybetti. Bırakalım reel ücret kayıplarını, nominal ücrette bile gerilemeler yaşandı. Yine aynı faturalar mı ödenecek? (EKONOMİ SERVİSİ)

Evrensel'i Takip Et