8 Aralık 2002 23:00
GÜNÜN YAZILARI
Her şey Dr. Necip Hablemitoğlu adlı bir öğretim üyesinin yazdığı kitabın ardından başladı. Kitabın içeriği kadar zamanlaması da ilginçti. İzmir 3. İdare Mahkemesi'nin madenin çalışmasını sağlayan Çevre ve Sağlık bakanlıklarının izinlerini iptal etmesinin ardından maden kapatılmıştı. İşte bu dönem ortaya çıkan Dr. Necip Hablemitoğlu'nun "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabı, kamuoyunda yeni bir tartışma başlattı.
Parlamento ayağını DSP milletvekilleri Erol Al ve Hasan Özgöbek'in oluşturduğu, basında ise Doğan Medya grubu, Milliyet ve özellikle Fikret Bila'nın başını çektiği büyük bir propaganda eşliğinde başlatılan kampanyanın en son ayağı ise Hablemitoğlu'nun kitabı oldu. Kamuoyu birkaç hafta içerisinde altın madeni ile ilgili tam bir yalan-yanlış bilgi bombardımanına tutuldu. Bu kampanyanın ana argümanları şunlardı: "Ülkemizde 6.500 ton altın rezervi var. Her yıl milyonlarca dolarlık altın satın alıyoruz. Bu altının önemli bir kısmı da Almanya'dan alınıyor. Almanya, Türkiye'deki altın madenciliğinin gelişiminin önemli ihraç kalemlerinden birisine indirilmiş darbe olarak değerlendiriyor. Bunu önlemek için de Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıflarını kullanarak ülkede altın madenciliğine karşı özellikle çevrecilerin ve köylülerin mücadelelerini destekliyor, kışkırtıyor. Bergama'daki altın madenine karşı köylülerin yıllardır sürdürdüğü mücadelede bir çevre ve gıda örgütü olan Alman Fian Vakfı tarafından desteklendi. Bergama'daki mücadelenin önde gelen isimleri Oktay Konyar, eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, avukat Senih Özay, Birsel Lemke gibi isimler Almanların yararına olan faaliyetler içinde yer aldılar. Almanya'nın yararına etki ajanlığı-legal casusluk yaptılar..."
Hablemitoğlu'nun kitabı bu iddialar üzerine kuruldu. Adı geçen bu kişilerin yaptıkları bütün konuşma, yurtdışı gezileri, gazetelerde çıkan demeçleri bu iddiaların dayanakları haline getirilmeye çalışıldı. Hablemitoğlu'nun tek başına yapacağı bir araştırmayla ulaşması neredeyse olanaksız olan bilgi ve belgelerin kitapta yer alması, bu kişinin ilişkileri hakkında kafalarda soru işaretleri oluşturdu. Kitapla ilgili Hulki Cevizoğlu tarafından gerçekleştirilen "Ceviz Kabuğu" adlı tartışma programında Hablemitoğlu, MİT ya da diğer herhangi bir istihbarat örgütüyle ilişkisi olduğunu reddetse de, bu bilgi ve belgelere nasıl ulaştığı yönündeki sorulara açıklık getiremedi. Kampanya ve Hablemitoğlu'nun kitabı kısa sürede etkisini gösterdi. Bakanlar Kurulu bir Prensip Kararıyla mahkeme kararını askıya alıp, madenin yeniden çalışmasını sağladı. Hablemitoğlu'nun kitabını suç duyurusu kabul eden Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Bergama'ya gelerek kitapta adı geçen kişilerin ifadelerini aldı. Savcı Yüksel, magazin basınına günlerce malzeme olan bir olay nedeniyle görevden alındığı gün, giderayak dava açarak birçok kişiyi "Almanya yararına legal casusluk" yapmakla suçladı. Sonuç olarak; maden hiçbir izninin bulunmadığı, denetim yapılmadığı ortaya çıkmasına rağmen, "açıklayıcı, temenni edici" olmaktan öte bir anlam taşımayan Bakanlar Kurulu Prensip Kararı'na dayanarak halen çalışıyor. Bergama kaymakamı madene kapatma kararı tebliğ etmesine rağmen, topu İzmir Valiliği'ne atarak hukuki sorumluluktan kurtulmak istiyor. İzmir Valiliği madenin ruhsatsız olduğunu kabul ederken Bakanlar Kurulu kararının aksine bir işlem yapamayacaklarını belirtiyor. Savcı Nuh Mete Yüksel "Mesleğiyle bağdaşmayan davranışları" nedeniyle DGM'deki görevinden alınarak başka bir yerde görevlendirildi. Madene karşı 13 yıldır mücadele eden köylüler ve onlara destek verenler ise "Almanya adına legal casusluk" yaptıkları gerekçesiyle yargılanıyorlar...
'Görevimi yapmam suç' Almanya adına legal casusluk yapmakla suçlanan Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, DGM'de kendileriyle ilgili açılan ve basına "Casusluk davası" olarak yansıyan dava ile gelişen sürecin birbirine bağlı olduğuna dikkat çekti. Siyanürcü şirketin, yandaşlarının ve Türkiye'deki işbirlikçilerinin madenin çalışması için başından bu yana ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını hatırlatan Taşkın, 13 seneden beri bununla mücadele ettiklerini belirtti. Taşkın, "Onların taktikleri ya da davranışlarından birisi ya insanları birtakım menfaatler sağlayarak susturuyorlar, ya da tehdit ederek susturuyorlar. Geçenlerde Evrensel gazetesinin dağıtımı sırasında bir arkadaşımızın yumruklanması bunun bir örneği. Bu bir tehdit, sindirme taktiği. Kimilerini böyle sindirmeye çalışıyor, bizi de mahkemelerle, böylesine saçma sapan suçlamalarla." dedi. Siyanürcü şirketin Türkiye'ye Alman emperyalizminin korumasıyla geldiğini hatırlatan Taşkın, kendilerinin Alman emperyalizmine karşı mücadale ederken, bugün "memleketin gelişmesini istemeyen Almanlarla işbirliği" yapmakla suçlanmalarının komik olduğunu söyledi. "Bu kadar saçma, abuk subuk bir iddia olamaz." diye haklarındaki iddiaya tepki gösteren taşkın iddianın amacının kendilerini DGM'ye çıkarıp susturmak, korkutmak, sindirmek olduğunu aktardı. Kendisiyle ilgili suçlamaları "çok saçma ve asılsız" olarak niteleyen Taşkın sözlerine şunları ekledi, "Suçlamalardan birinde benim çevreci bir bayanla, Birsel Lemke ile İsveç'e falan gittiğim iddia ediliyor. Gitsem canım yanmaz, ben İsveç'e falan gitmedim." İddianamedeki kendisiyle ilgili 6 suçlamanın birinin bu olduğunu aktaran Taşkın, "Suçlamalardan birisi de Avrupa Parlamentosu'nda Bergama'daki olayla ilgili karar çıkartmışım. Aynen sözler böyle. Ben ne kadar büyük bir etkiye sahip bir insanım ki Türkiye Cumhuriyeti'nin bile karar çıkartamadığı Avrupa parlemantosundan karar çıkarmışım! Bunlar gülünecek şeyler." dedi. Bir diğer suçlamanın ise siyanürlü altına karşı mücadeleyi başlatmak olduğu bilgisini veren Taşkın, siyanürlü altına karşı mücadeleyi başlatmak diye bir suç olabilir mi diye sordu. Kendisinin o zaman Belediye Başkanı olarak bir kamu görevinde bulunduğunu hatırlatan Taşkın, mahkeme kararlarıyla insana, çevreye zarar vermiş bir olay hakkında insanları, kamuyu bilgilendirmesinin kendisinin görevi olduğunun altını çizerek, "Görevimi yapmakla suçlanıyorum!.." dedi. "İddianamenin hiçbir balans kayışının tutarlı olmadığını görüyoruz" diye konuşan iddianamedeki sanıklardan Bergama Köylülerinin avukatlarından Senih Özay, TCK 171. maddede casusluk anlamına gelen bir "gizli ittifak" sözcüğü olmasına rağmen, savcının bile kendilerini "legal casus" olarak tanımladığına dikkat çekiyor. "legal casus" ya da "etki ajanı" denilen bu fiilleri kanunun suç saymadığını belirten Özay, "Ceza kanunlarında bir kural var; kanunun suç saymadığı bir fiil için ceza hükmüne gidilmez diye. Kanun illegal casusluğu suç sayıyor. Bu bile bizim savcımızın bir kitaba dayanarak, çok cılız, çok esnek bir iddianame hazırladığını gösteriyor." Kendilerinin duruşma sırasında MİT'in, CIA'nın ve Alman casuslarının firmanın yedeğine düştüğünü belirteceklerini aktaran Özay, "Biz Bergama köylüleriyiz, biz sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı savunuyoruz. Biz bu savcıdan mahkeme kararlarına uymayanlar hakkında soruşturma açmasını bekliyoruz. Onunla ilgili dava açması gerekirken bir şey değişiyor ve size Alman ajanlığı suçlamasıyla dava açılıyor." dedi.
'Paramparça edeceğiz' Mahkemede iddianameyi paramparça edeceklerini söyleyen Özay, "Sadece savcı değil, İlhan Selçuk da, Cumhur Asparuk da, Işıl Özgentürk de, Oktay Ekşi de onlarda da en iyi niyetle söylüyorum, az bilgiden, panikten kaynaklı bir yanlış duygu var ki; bir tek Türkiye'de altın madeni var ve birileri bunun çıkarılmasını istemiyor. Bunların bu görmeyen gözlerini açmayı mahkeme sırasında deneyeceğiz ve sanıyorum becereceğiz." diye konuştu. Oktay Konyar'ın bir köylüye madene girmesin diye verdiği 200 milyon liranın içinde yer aldıkları casusluk örgütünün finansmanı olarak gösterildiğine dikkat çeken Özay, buna karşılık kendilerinin firmanın yörede insanları etki altına alabilmek için yardım yapıp yapmadığı konusunda gerekli bilgileri mahkemeye sunacaklarını kaydetti. Özay şöyle devam etti: "Mesela İzmir Valiliği İzleme Denetleme Kurulu'na, başında Ramazan Urgancıoğlu isimli vali başyardımcısının bulunduğu kuruma bir bilgisayar, printer, dolaplar hediye etmişler idi. Birtakım kamusal binalarda yardım yapıldığı söyleniyordu, bunlar da ortaya çıkabilir." Bu dava sonunda hakklarındaki iddianın tam tersine, ortada korkunç şeylerin döndüğünün açığa çıkacağını söyleyen Özay, Evrenszel'de son dönemlerde çıkan haberlerin de bunun işaretleri olduğunu aktardı.
Köylüyü aptal yerine koyuyorlar Alman Vakıflarının ve Fian örgütünün "partneri" olarak "ülkenin emniyeti, birlik ve bütünlüğü, rejimi için ciddi ve yakın tehdit oluşturmak" suçlamasıyla TCK'nın 171. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istenenlerden Bergama köylülerinin sözcüsü Oktay Konyar, "Bu bir köylü hareketi olmasaydı eğer Güneydoğu'daki gibi bu halkı bir örgüte bağlayarak perişan edeceklerdi. Çünkü bakış açılarımız aşağı yukarı aynı. Emperyalizme karşı duruş biçimimiz aynı." dedi. Konyar, belli güç odaklarının, devletin köylüye karşı bir saldırısının kamuoyunda tepki yaratabileceği ve bunun Avrupa'da karşılarına sorun olarak çıkartılacağını bildikleri için, yapabilecekleri en son olayı yaptıklarını söyledi. "Dikkat ederseniz köylüyü enayi yerine, aptal yerine, geri zekalı yerine koyuyorlar." diye konuşan Konyar şöyle devam etti; "Yaşam haklarını savunan, şiddete başvurmadan mücadele eden 10 bin tane insanın kandırıldığını söylüyorlar. Oysa yıllarca ona 'Efendi' demişlerdi. 'Kurtuluş Savaşı seninle oldu' diyenler aradan geçen 80 yıl boyunca onun toprak bilincinin gelişebileceğini, yurttaş birlinci içerisinde bağımsızlığına, toprağına sahip olabileceği ülküsünü düşünmüyor." Köylülere Oktay Konyar, Sefa Taşkın, Senih Özay ve diğerleri sizi kandırdı diyenlerin bir yerde hata yaptıklarını dile getiren Konyar, "Madenin çalışmasını yasaklayan Danıştay'ın ve İzmir Mahkemelerinin de kandırıldığını söylemeleri gerekirdi. Tabii onlar da ajan!" dedi. Ortada devlete karşı işlemiş bir suçun, şiddetin, üniter devlet yapısıyla ilgili bir hareketin bulunmadığını vurgulayan Konyar, "Birisi birisine para yatırmış, birisi Çanakkale yürüyüşüne gidiyormuş da, Alman olduğunu sandığı biri gelip bana beyaz bir zarf vermiş gibi ucuz şeyler önümüze gelen" diye konuştu. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Bölgesel eşitsizlikte uçurum Türkiye'de yoksulluk sıralamasında başı çeken Doğu Anadolu'da birçok ilin ekonomisi kamu görevlilerinin aldıkları maaş ve ücretlere dayanıyor. Türkiye Kalkınma Bankası (TKB) Araştırma Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen çalışma, Türkiye'de bölgesel eşitsizliğin ulaştığı boyutlara ayna tuttu. TKB'nin yaptığı çalışmaya göre, Doğu Anadolu Türkiye'nin en az gelişmiş bölgesi olarak öne çıkarken, Türkiye gayri safi yurt içi hasılasının (2000 yılı itibariyle) yüzde 4.1'ini oluştururken, kişi başına gelir de 1.343 dolarda kaldı.
En yoksullarımız Kişi başına hasıla rakamları incelendiğinde, Muş, Ağrı, Bitlis, Ardahan, Bingöl, Van, Hakkari, Kars, Iğdır, illerinde kişi başına hasılanın bölge ortalamasının altında olduğu görülürken, Elazığ,Tunceli, Malatya, Erzincan ve Erzurum'da ise bölge ortalamasının üzerinde bulunuyor. En yoksul il olan Muş ile en zengin il konumundaki Elazığ arasında kişi başına gelirde 3 kata yakın bir fark söz konusu. Bölge ekonomisinde göreli olarak en büyük payı tarım sektörü alıyor. 2000 yılında 5 katrilyon 163 trilyon lira olan bölge GSYİH'da tarım sektörünün payı yüzde 27.9 olarak tespit edildi. Bu oran Türkiye GSYİH'sı içinde yüzde 14.1 olan tarımın payından iki kat daha yüksek bir oranı ifade ediyor. Yoksulluğun bu boyutlarda olduğu bölgenin birçok ilinin ekonomisi ise kamu görevlilerinin aldıkları maaş ve ücretler üzendinde dönüyor. 2000 yılı itibariyle bölgede devlet hizmetlerinin payı GSYİH'nın yüzde 27.1'ini oluştururken, bu oran Türkiye ortalamasının 3 kat üzerinde bulunuyor. En fazla göç veren bölge olan Doğu Anadolu, aynı zamanda Karadeniz'in ardından nüfusu en az artan bölge durumunda. Nüfus bölgenin büyük kentlerinde yoğunlaşırken, küçük kentler fazla büyümüyor, hatta Tunceli, Kars, Ardahan gibi bazıları da nüfus kaybediyor.
Yatırım şart TKB çalışmasında, bölgenin sosyo-ekonomik yapısındaki bu olumsuzluk temel olarak altyapı eksikliğine bağlanıyor. Çalışmaya göre, diğer bölgelerle gelişmişlik farklarının azaltılması öncelikle altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesine bağlı. Aynı zamanda bölgenin ekonomik kalkınmasını etkileyecek potansiyel alanların öncelikle değerlendirilerek saptanması da önerilen çalışmada, bunun müteşebbisleri yönlendirebileceğine işaret edildi. Bölgeye yatırım yapılmasının önemine dikkat çekilen TKB çalışmasında bu yatırımların sağlam projelere dayandırılması gerektiğinin de altı çiziliyor.
Muşlu ekmeğin de bayatına mecbur Türkiye'nin kişi başına en düşük gelire sahip ili Muş'ta, geçim sıkıntısı çeken vatandaşlar, ucuza satılan bayat ekmeği tercih ediyor. İlde faaliyet gösteren fırınlarda satılmadığı için bayatlayan ekmekleri 125 bin liraya alan çocuklar, 220 gramı 200 bin liradan satılan ekmeği, bayat olduğu için 150 bin liraya satıyor. Günde ortalama 10 ila 15 ekmek tüketen dar gelirli ve kalabalık aileler, bayat ekmek alarak günlük 500 ila 750 bin lira kâr ediyorlar. Şehir merkezinin işlek caddelerinde el arabalarıyla bayat ekmek satan çocukların ise ekmek satışından günlük kişi başına 30 milyon lira kazandıkları öğrenildi. Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Tahsin Demirel, il nüfusunun yüzde70'inin dar gelirli olduğunu, bunların da yüzde 40'ının açlık sınırı altında olduğunu kaydederek, yaşanan ekonomik krizle birlikte halkın geçim sıkıntısı çektiğini söyledi.
Ekmek alacak güçleri yok Nüfusun büyük çoğunluğunun geçimini tarım ve hayvancılıkla sağladığını anımsatan Demirel, şöyle dedi: "Tarım ve hayvancılıkla uğraşan aileler artık geçimlerini sağlayamıyor. Çok nüfuslu aileye sahip vatandaşların çoğunun ekmek alacak ekonomik gücü yok. Fırınlarda üretilen ancak satılamayan ekmeklerin ucuza satılması da dar gelirli ailelere az da olsa bir katkı sağlıyor. Haftanın 3 veya 4 gününde satılan bayat ekmekler, dar gelirli vatandaşlar tarafından rağbet görüyor. Böylece hem üretim fazlası ekmekler değerlendiriliyor, hem de dar gelirlilere katkı sağlanıyor."
EKONOMİK BUNALIM İNTİHAR ETTİRDİ Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Değirmendere (Merxê) köyünde ikamet eden İsmet Tekin (27) adlı kişi intihar etti. Kozluk ilçesine bağlı Değirmendere köyünde ikamet eden İsmet Tekin, kendisine ait olan av tüfeği ile intihar etti. Köyde daha önce çobanlık yapan Tekin'in kısa bir süre önce Kozluk'ta açmış olduğu büfenin borcunu ödeyemediğinden bunalıma girdiği için intihar ettiği öğrenildi.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Türkiye'de çocuklar yetersiz besleniyor Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, Türkiye'de 5 yaşındaki çocukların yaklaşık 6'da 1'i kronik olarak yetersiz besleniyor. WHO Gıda ve Beslenme Bülteni'nde, Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Toplum Beslenmesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülden Pekcan'ın hazırladığı, "Türkiye'de beslenme sorunları ve boyutları" raporuna ver verildi. Rapora göre, Türkiye'de bebek ve çocuk ölümlerinin çoğu protein, enerji, vitamin ve mineral eksikliğinin neden olduğu beslenme yetersizliklerinden kaynaklanıyor. Bebeklerde düşük doğum ağırlığı ile doğum oranı yüzde 10 olarak belirtiliyor. Türkiye'de 0-5 yaş grubu çocuklarda büyüme ve gelişme geriliği, demir yetersizliği anemisi, raşitizm; okul çağı çocuk ve gençlerde zayıflık ve şişmanlık, demir eksikliği anemisi, vitamin yetersizlikleri, iyot yetersizliği hastalıkları, diş çürükleri; yetişkin kadınlarda zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, iyot yetersizliği hastalıkları, vitamin yetersizlikleri; yaşlılarda ise beslenmeye bağlı kronik hastalıklar sık görülüyor.
Yüzde 8'i çok zayıf Kronik beslenme yetersizliğinin bir göstergesi olan yaşlarına göre kısa boylu kabul edilen 5 yaş altı çocukların oranı yüzde 16 olarak açıklanırken, 5 yaşındaki çocukların yaklaşık 6'da 1'i kronik olarak yetersiz besleniyor ve yine yaklaşık yüzde 8'i ciddi şekilde düşük kilolu.
Kansızlık yaygın Çocuklarda büyüme ve gelişme bozukluğu, kırsal alanlardan kente, doğudan batıya doğru 1.6 kez; eğitimsiz veya az eğitimli ailelerde ise eğitimli ailelere kıyasla 1.5 kez yüksek görülüyor. Önemli bir halk sağlığı sorunu olarak görülen kansızlık da (anemi) Türkiye'de oldukça yaygın. 0-5 yaş grubu çocukların ortalama yüzde 50'si, okul çağı çocuklarının yüzde 30'u, gebe ve emzikli kadınların yüzde 50'si kansızlık problemi yaşıyor. Anemi, bebek ve çocuklarda büyümeyi, gelişmeyi etkiliyor ve enfeksiyonlara direnci azaltıyor. Yetişkinlerde ise yorgunluk ve isteksizliğe neden oluyor, çalışma yeteneğini etkiliyor ve ekonomik kayıplara neden oluyor. Annede anemi ise bebekte büyüme geriliğine, düşük doğum ağırlığına, anne ve bebek ölümlerine yol açıyor. Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık, beslenmeye bağlı kronik hastalıkların görülme sıklığını artırıyor. Şişmanlık, orta yaşın sorunu gibi görünüyorsa da yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabiliyor. Şişmanlığın 3'te 1 oranında çocuklukta veya adölesan döneminde başladığı belirtiliyor. Son araştırmalara göre, Türkiye'de kadınların yüzde 33.4'ü hafif şişman, yüzde 18.8'i ise şişman. (AA)
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Eşitlikçi sağlık politikası önerisi Özlem Dinler Türk Tabipleri Birliği (TTB), hekimlerin özlük hakları, tıp ortamı ve sağlık politikaları konusunda önerilerini içeren bir dosya hazırlayıp, Sağlık Bakanlığı'na sundu. Sağlık Bakanlığı'na sunulan dosya ile TTB, sağlıkta özelleştirmeye son verilmesini, sağlığa ayrılan payın yükseltilmesini, halen 2500 hekimin mağdur durumda olduğu zorunlu hizmet uygulamasının, malpraktis yasasının geri çekilmesini, şef ve şef yardımcılıkları yönetmeliği ile SSK ilaç talimatnamesinin yeniden düzenlenmesini, yeni tıp fakültelerinin ise açılmamasını istedi. TTB ayrıca, insanların sağlıklı olabilmesi için iş, dengeli ve yeterli beslenebileceği ve sağlıklı bir konutta oturabileceği kadar ücret, hekim ve sağlık çalışanlarına yeterli ücret, özendirici istihdam politikaları, sürekli eğitim için izin hakkı ve parasız ilaç temini talebinde bulundu.
Kamudan yana tercih Sağlık sektöründe yaşanan sorunları çözecek para, insan gücü, araç-gereç ve entelektüel birikim kaynağı bulunuyor. TTB, Sağlık Bakanlığı'na sunduğu dosyayla, halk sağlığındaki sorunların çözülmesi için, öncelikle, dışarıdan dayatılan yoksullaşma reçetelerinin reddedilip, ülke içinde eşitlikçi, kamudan yana tercihler yapan bir siyasal tutumun geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz sağlık hizmeti temel alınarak sağlıktaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesini isteyen TTB, ulusal bir sağlık politikasının, ülkemizde yaratılan kaynakların geliştirilmesini, dışarıya kaynak aktaran baskılara karşı korunmayı temel edinilmesini talep etti. Sağlıktaki eşitsizliklerin giderilmesi ve toplumun sağlık düzeyinin düzeltilmesinin sadece sağlık hizmetleri alanında yapılacak düzenlemelerle gerçekleştirilemeyeceğini dikkat çeken TTB, sağlığı doğrudan etkileyen ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerde dezavantajlı to
'Görevimi yapmam suç' Almanya adına legal casusluk yapmakla suçlanan Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, DGM'de kendileriyle ilgili açılan ve basına "Casusluk davası" olarak yansıyan dava ile gelişen sürecin birbirine bağlı olduğuna dikkat çekti. Siyanürcü şirketin, yandaşlarının ve Türkiye'deki işbirlikçilerinin madenin çalışması için başından bu yana ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını hatırlatan Taşkın, 13 seneden beri bununla mücadele ettiklerini belirtti. Taşkın, "Onların taktikleri ya da davranışlarından birisi ya insanları birtakım menfaatler sağlayarak susturuyorlar, ya da tehdit ederek susturuyorlar. Geçenlerde Evrensel gazetesinin dağıtımı sırasında bir arkadaşımızın yumruklanması bunun bir örneği. Bu bir tehdit, sindirme taktiği. Kimilerini böyle sindirmeye çalışıyor, bizi de mahkemelerle, böylesine saçma sapan suçlamalarla." dedi. Siyanürcü şirketin Türkiye'ye Alman emperyalizminin korumasıyla geldiğini hatırlatan Taşkın, kendilerinin Alman emperyalizmine karşı mücadale ederken, bugün "memleketin gelişmesini istemeyen Almanlarla işbirliği" yapmakla suçlanmalarının komik olduğunu söyledi. "Bu kadar saçma, abuk subuk bir iddia olamaz." diye haklarındaki iddiaya tepki gösteren taşkın iddianın amacının kendilerini DGM'ye çıkarıp susturmak, korkutmak, sindirmek olduğunu aktardı. Kendisiyle ilgili suçlamaları "çok saçma ve asılsız" olarak niteleyen Taşkın sözlerine şunları ekledi, "Suçlamalardan birinde benim çevreci bir bayanla, Birsel Lemke ile İsveç'e falan gittiğim iddia ediliyor. Gitsem canım yanmaz, ben İsveç'e falan gitmedim." İddianamedeki kendisiyle ilgili 6 suçlamanın birinin bu olduğunu aktaran Taşkın, "Suçlamalardan birisi de Avrupa Parlamentosu'nda Bergama'daki olayla ilgili karar çıkartmışım. Aynen sözler böyle. Ben ne kadar büyük bir etkiye sahip bir insanım ki Türkiye Cumhuriyeti'nin bile karar çıkartamadığı Avrupa parlemantosundan karar çıkarmışım! Bunlar gülünecek şeyler." dedi. Bir diğer suçlamanın ise siyanürlü altına karşı mücadeleyi başlatmak olduğu bilgisini veren Taşkın, siyanürlü altına karşı mücadeleyi başlatmak diye bir suç olabilir mi diye sordu. Kendisinin o zaman Belediye Başkanı olarak bir kamu görevinde bulunduğunu hatırlatan Taşkın, mahkeme kararlarıyla insana, çevreye zarar vermiş bir olay hakkında insanları, kamuyu bilgilendirmesinin kendisinin görevi olduğunun altını çizerek, "Görevimi yapmakla suçlanıyorum!.." dedi. "İddianamenin hiçbir balans kayışının tutarlı olmadığını görüyoruz" diye konuşan iddianamedeki sanıklardan Bergama Köylülerinin avukatlarından Senih Özay, TCK 171. maddede casusluk anlamına gelen bir "gizli ittifak" sözcüğü olmasına rağmen, savcının bile kendilerini "legal casus" olarak tanımladığına dikkat çekiyor. "legal casus" ya da "etki ajanı" denilen bu fiilleri kanunun suç saymadığını belirten Özay, "Ceza kanunlarında bir kural var; kanunun suç saymadığı bir fiil için ceza hükmüne gidilmez diye. Kanun illegal casusluğu suç sayıyor. Bu bile bizim savcımızın bir kitaba dayanarak, çok cılız, çok esnek bir iddianame hazırladığını gösteriyor." Kendilerinin duruşma sırasında MİT'in, CIA'nın ve Alman casuslarının firmanın yedeğine düştüğünü belirteceklerini aktaran Özay, "Biz Bergama köylüleriyiz, biz sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı savunuyoruz. Biz bu savcıdan mahkeme kararlarına uymayanlar hakkında soruşturma açmasını bekliyoruz. Onunla ilgili dava açması gerekirken bir şey değişiyor ve size Alman ajanlığı suçlamasıyla dava açılıyor." dedi.
'Paramparça edeceğiz' Mahkemede iddianameyi paramparça edeceklerini söyleyen Özay, "Sadece savcı değil, İlhan Selçuk da, Cumhur Asparuk da, Işıl Özgentürk de, Oktay Ekşi de onlarda da en iyi niyetle söylüyorum, az bilgiden, panikten kaynaklı bir yanlış duygu var ki; bir tek Türkiye'de altın madeni var ve birileri bunun çıkarılmasını istemiyor. Bunların bu görmeyen gözlerini açmayı mahkeme sırasında deneyeceğiz ve sanıyorum becereceğiz." diye konuştu. Oktay Konyar'ın bir köylüye madene girmesin diye verdiği 200 milyon liranın içinde yer aldıkları casusluk örgütünün finansmanı olarak gösterildiğine dikkat çeken Özay, buna karşılık kendilerinin firmanın yörede insanları etki altına alabilmek için yardım yapıp yapmadığı konusunda gerekli bilgileri mahkemeye sunacaklarını kaydetti. Özay şöyle devam etti: "Mesela İzmir Valiliği İzleme Denetleme Kurulu'na, başında Ramazan Urgancıoğlu isimli vali başyardımcısının bulunduğu kuruma bir bilgisayar, printer, dolaplar hediye etmişler idi. Birtakım kamusal binalarda yardım yapıldığı söyleniyordu, bunlar da ortaya çıkabilir." Bu dava sonunda hakklarındaki iddianın tam tersine, ortada korkunç şeylerin döndüğünün açığa çıkacağını söyleyen Özay, Evrenszel'de son dönemlerde çıkan haberlerin de bunun işaretleri olduğunu aktardı.
Köylüyü aptal yerine koyuyorlar Alman Vakıflarının ve Fian örgütünün "partneri" olarak "ülkenin emniyeti, birlik ve bütünlüğü, rejimi için ciddi ve yakın tehdit oluşturmak" suçlamasıyla TCK'nın 171. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istenenlerden Bergama köylülerinin sözcüsü Oktay Konyar, "Bu bir köylü hareketi olmasaydı eğer Güneydoğu'daki gibi bu halkı bir örgüte bağlayarak perişan edeceklerdi. Çünkü bakış açılarımız aşağı yukarı aynı. Emperyalizme karşı duruş biçimimiz aynı." dedi. Konyar, belli güç odaklarının, devletin köylüye karşı bir saldırısının kamuoyunda tepki yaratabileceği ve bunun Avrupa'da karşılarına sorun olarak çıkartılacağını bildikleri için, yapabilecekleri en son olayı yaptıklarını söyledi. "Dikkat ederseniz köylüyü enayi yerine, aptal yerine, geri zekalı yerine koyuyorlar." diye konuşan Konyar şöyle devam etti; "Yaşam haklarını savunan, şiddete başvurmadan mücadele eden 10 bin tane insanın kandırıldığını söylüyorlar. Oysa yıllarca ona 'Efendi' demişlerdi. 'Kurtuluş Savaşı seninle oldu' diyenler aradan geçen 80 yıl boyunca onun toprak bilincinin gelişebileceğini, yurttaş birlinci içerisinde bağımsızlığına, toprağına sahip olabileceği ülküsünü düşünmüyor." Köylülere Oktay Konyar, Sefa Taşkın, Senih Özay ve diğerleri sizi kandırdı diyenlerin bir yerde hata yaptıklarını dile getiren Konyar, "Madenin çalışmasını yasaklayan Danıştay'ın ve İzmir Mahkemelerinin de kandırıldığını söylemeleri gerekirdi. Tabii onlar da ajan!" dedi. Ortada devlete karşı işlemiş bir suçun, şiddetin, üniter devlet yapısıyla ilgili bir hareketin bulunmadığını vurgulayan Konyar, "Birisi birisine para yatırmış, birisi Çanakkale yürüyüşüne gidiyormuş da, Alman olduğunu sandığı biri gelip bana beyaz bir zarf vermiş gibi ucuz şeyler önümüze gelen" diye konuştu. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Bölgesel eşitsizlikte uçurum Türkiye'de yoksulluk sıralamasında başı çeken Doğu Anadolu'da birçok ilin ekonomisi kamu görevlilerinin aldıkları maaş ve ücretlere dayanıyor. Türkiye Kalkınma Bankası (TKB) Araştırma Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen çalışma, Türkiye'de bölgesel eşitsizliğin ulaştığı boyutlara ayna tuttu. TKB'nin yaptığı çalışmaya göre, Doğu Anadolu Türkiye'nin en az gelişmiş bölgesi olarak öne çıkarken, Türkiye gayri safi yurt içi hasılasının (2000 yılı itibariyle) yüzde 4.1'ini oluştururken, kişi başına gelir de 1.343 dolarda kaldı.
En yoksullarımız Kişi başına hasıla rakamları incelendiğinde, Muş, Ağrı, Bitlis, Ardahan, Bingöl, Van, Hakkari, Kars, Iğdır, illerinde kişi başına hasılanın bölge ortalamasının altında olduğu görülürken, Elazığ,Tunceli, Malatya, Erzincan ve Erzurum'da ise bölge ortalamasının üzerinde bulunuyor. En yoksul il olan Muş ile en zengin il konumundaki Elazığ arasında kişi başına gelirde 3 kata yakın bir fark söz konusu. Bölge ekonomisinde göreli olarak en büyük payı tarım sektörü alıyor. 2000 yılında 5 katrilyon 163 trilyon lira olan bölge GSYİH'da tarım sektörünün payı yüzde 27.9 olarak tespit edildi. Bu oran Türkiye GSYİH'sı içinde yüzde 14.1 olan tarımın payından iki kat daha yüksek bir oranı ifade ediyor. Yoksulluğun bu boyutlarda olduğu bölgenin birçok ilinin ekonomisi ise kamu görevlilerinin aldıkları maaş ve ücretler üzendinde dönüyor. 2000 yılı itibariyle bölgede devlet hizmetlerinin payı GSYİH'nın yüzde 27.1'ini oluştururken, bu oran Türkiye ortalamasının 3 kat üzerinde bulunuyor. En fazla göç veren bölge olan Doğu Anadolu, aynı zamanda Karadeniz'in ardından nüfusu en az artan bölge durumunda. Nüfus bölgenin büyük kentlerinde yoğunlaşırken, küçük kentler fazla büyümüyor, hatta Tunceli, Kars, Ardahan gibi bazıları da nüfus kaybediyor.
Yatırım şart TKB çalışmasında, bölgenin sosyo-ekonomik yapısındaki bu olumsuzluk temel olarak altyapı eksikliğine bağlanıyor. Çalışmaya göre, diğer bölgelerle gelişmişlik farklarının azaltılması öncelikle altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesine bağlı. Aynı zamanda bölgenin ekonomik kalkınmasını etkileyecek potansiyel alanların öncelikle değerlendirilerek saptanması da önerilen çalışmada, bunun müteşebbisleri yönlendirebileceğine işaret edildi. Bölgeye yatırım yapılmasının önemine dikkat çekilen TKB çalışmasında bu yatırımların sağlam projelere dayandırılması gerektiğinin de altı çiziliyor.
Muşlu ekmeğin de bayatına mecbur Türkiye'nin kişi başına en düşük gelire sahip ili Muş'ta, geçim sıkıntısı çeken vatandaşlar, ucuza satılan bayat ekmeği tercih ediyor. İlde faaliyet gösteren fırınlarda satılmadığı için bayatlayan ekmekleri 125 bin liraya alan çocuklar, 220 gramı 200 bin liradan satılan ekmeği, bayat olduğu için 150 bin liraya satıyor. Günde ortalama 10 ila 15 ekmek tüketen dar gelirli ve kalabalık aileler, bayat ekmek alarak günlük 500 ila 750 bin lira kâr ediyorlar. Şehir merkezinin işlek caddelerinde el arabalarıyla bayat ekmek satan çocukların ise ekmek satışından günlük kişi başına 30 milyon lira kazandıkları öğrenildi. Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Tahsin Demirel, il nüfusunun yüzde70'inin dar gelirli olduğunu, bunların da yüzde 40'ının açlık sınırı altında olduğunu kaydederek, yaşanan ekonomik krizle birlikte halkın geçim sıkıntısı çektiğini söyledi.
Ekmek alacak güçleri yok Nüfusun büyük çoğunluğunun geçimini tarım ve hayvancılıkla sağladığını anımsatan Demirel, şöyle dedi: "Tarım ve hayvancılıkla uğraşan aileler artık geçimlerini sağlayamıyor. Çok nüfuslu aileye sahip vatandaşların çoğunun ekmek alacak ekonomik gücü yok. Fırınlarda üretilen ancak satılamayan ekmeklerin ucuza satılması da dar gelirli ailelere az da olsa bir katkı sağlıyor. Haftanın 3 veya 4 gününde satılan bayat ekmekler, dar gelirli vatandaşlar tarafından rağbet görüyor. Böylece hem üretim fazlası ekmekler değerlendiriliyor, hem de dar gelirlilere katkı sağlanıyor."
EKONOMİK BUNALIM İNTİHAR ETTİRDİ Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Değirmendere (Merxê) köyünde ikamet eden İsmet Tekin (27) adlı kişi intihar etti. Kozluk ilçesine bağlı Değirmendere köyünde ikamet eden İsmet Tekin, kendisine ait olan av tüfeği ile intihar etti. Köyde daha önce çobanlık yapan Tekin'in kısa bir süre önce Kozluk'ta açmış olduğu büfenin borcunu ödeyemediğinden bunalıma girdiği için intihar ettiği öğrenildi.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Türkiye'de çocuklar yetersiz besleniyor Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, Türkiye'de 5 yaşındaki çocukların yaklaşık 6'da 1'i kronik olarak yetersiz besleniyor. WHO Gıda ve Beslenme Bülteni'nde, Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Toplum Beslenmesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülden Pekcan'ın hazırladığı, "Türkiye'de beslenme sorunları ve boyutları" raporuna ver verildi. Rapora göre, Türkiye'de bebek ve çocuk ölümlerinin çoğu protein, enerji, vitamin ve mineral eksikliğinin neden olduğu beslenme yetersizliklerinden kaynaklanıyor. Bebeklerde düşük doğum ağırlığı ile doğum oranı yüzde 10 olarak belirtiliyor. Türkiye'de 0-5 yaş grubu çocuklarda büyüme ve gelişme geriliği, demir yetersizliği anemisi, raşitizm; okul çağı çocuk ve gençlerde zayıflık ve şişmanlık, demir eksikliği anemisi, vitamin yetersizlikleri, iyot yetersizliği hastalıkları, diş çürükleri; yetişkin kadınlarda zayıflık ve şişmanlık, demir yetersizliği anemisi, iyot yetersizliği hastalıkları, vitamin yetersizlikleri; yaşlılarda ise beslenmeye bağlı kronik hastalıklar sık görülüyor.
Yüzde 8'i çok zayıf Kronik beslenme yetersizliğinin bir göstergesi olan yaşlarına göre kısa boylu kabul edilen 5 yaş altı çocukların oranı yüzde 16 olarak açıklanırken, 5 yaşındaki çocukların yaklaşık 6'da 1'i kronik olarak yetersiz besleniyor ve yine yaklaşık yüzde 8'i ciddi şekilde düşük kilolu.
Kansızlık yaygın Çocuklarda büyüme ve gelişme bozukluğu, kırsal alanlardan kente, doğudan batıya doğru 1.6 kez; eğitimsiz veya az eğitimli ailelerde ise eğitimli ailelere kıyasla 1.5 kez yüksek görülüyor. Önemli bir halk sağlığı sorunu olarak görülen kansızlık da (anemi) Türkiye'de oldukça yaygın. 0-5 yaş grubu çocukların ortalama yüzde 50'si, okul çağı çocuklarının yüzde 30'u, gebe ve emzikli kadınların yüzde 50'si kansızlık problemi yaşıyor. Anemi, bebek ve çocuklarda büyümeyi, gelişmeyi etkiliyor ve enfeksiyonlara direnci azaltıyor. Yetişkinlerde ise yorgunluk ve isteksizliğe neden oluyor, çalışma yeteneğini etkiliyor ve ekonomik kayıplara neden oluyor. Annede anemi ise bebekte büyüme geriliğine, düşük doğum ağırlığına, anne ve bebek ölümlerine yol açıyor. Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık, beslenmeye bağlı kronik hastalıkların görülme sıklığını artırıyor. Şişmanlık, orta yaşın sorunu gibi görünüyorsa da yaşamın herhangi bir döneminde ortaya çıkabiliyor. Şişmanlığın 3'te 1 oranında çocuklukta veya adölesan döneminde başladığı belirtiliyor. Son araştırmalara göre, Türkiye'de kadınların yüzde 33.4'ü hafif şişman, yüzde 18.8'i ise şişman. (AA)
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön
Eşitlikçi sağlık politikası önerisi Özlem Dinler Türk Tabipleri Birliği (TTB), hekimlerin özlük hakları, tıp ortamı ve sağlık politikaları konusunda önerilerini içeren bir dosya hazırlayıp, Sağlık Bakanlığı'na sundu. Sağlık Bakanlığı'na sunulan dosya ile TTB, sağlıkta özelleştirmeye son verilmesini, sağlığa ayrılan payın yükseltilmesini, halen 2500 hekimin mağdur durumda olduğu zorunlu hizmet uygulamasının, malpraktis yasasının geri çekilmesini, şef ve şef yardımcılıkları yönetmeliği ile SSK ilaç talimatnamesinin yeniden düzenlenmesini, yeni tıp fakültelerinin ise açılmamasını istedi. TTB ayrıca, insanların sağlıklı olabilmesi için iş, dengeli ve yeterli beslenebileceği ve sağlıklı bir konutta oturabileceği kadar ücret, hekim ve sağlık çalışanlarına yeterli ücret, özendirici istihdam politikaları, sürekli eğitim için izin hakkı ve parasız ilaç temini talebinde bulundu.
Kamudan yana tercih Sağlık sektöründe yaşanan sorunları çözecek para, insan gücü, araç-gereç ve entelektüel birikim kaynağı bulunuyor. TTB, Sağlık Bakanlığı'na sunduğu dosyayla, halk sağlığındaki sorunların çözülmesi için, öncelikle, dışarıdan dayatılan yoksullaşma reçetelerinin reddedilip, ülke içinde eşitlikçi, kamudan yana tercihler yapan bir siyasal tutumun geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Herkese eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz sağlık hizmeti temel alınarak sağlıktaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesini isteyen TTB, ulusal bir sağlık politikasının, ülkemizde yaratılan kaynakların geliştirilmesini, dışarıya kaynak aktaran baskılara karşı korunmayı temel edinilmesini talep etti. Sağlıktaki eşitsizliklerin giderilmesi ve toplumun sağlık düzeyinin düzeltilmesinin sadece sağlık hizmetleri alanında yapılacak düzenlemelerle gerçekleştirilemeyeceğini dikkat çeken TTB, sağlığı doğrudan etkileyen ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerde dezavantajlı to
Evrensel'i Takip Et