22 Mayıs 2003 21:00

Mağaraya dönüş: Matrix

Andy ve Larry Wachowski kardeşler, ilk filmde tartışmalar yaratan ve az çok bir derinliği olan söylemlerini bir yana bırakmayı tercih etmişler ve...

Paylaş
Milenyumun eşiğinde vizyona girdiğinde büyük tartışmalar yaratan, sinemayla başlayıp felsefeye kadar uzanan geniş bir yelpazede gündem yaratan Matrix filminin ikinci bölümü "Matrix Reloaded", büyük bir reklam kampanyası eşliğinde sinemalarda. Tüm dünyada aynı gün vizyona giren film, ilk hafta sonunda beklenilen ilgiyi görmüş gibi görünüyor. Hem Türkiye'de hem de dünyadaki izlenme oranlarına bakılırsa, yeni rekorların kırılması da muhtemel. Ancak bu yoğun ilginin, filmin 'olağanüstü' olması ya da yepyeni bir felsefe derinliğini yakalamasıyla bir ilgisi yok. Sistemli ve masraflı bir reklam kampanyası eşliğinde özellikle genç kuşak izleyicinin tercihi haline getirildi. Baştan söylemek gerekiyor. Matrix'in anlattıklarının anlamları bir yana, yeni filmimizde 'derinlik' yalnızca yerin altındaki Zion(1) kentiyle tarif edilebilir. Andy ve Larry Wachowski kardeşler, ilk filmde tartışmalar yaratan ve az çok bir derinliği olan söylemlerini bir yana bırakmayı tercih etmişler ve söyleyeceklerini artık açık açık ve bir kasaba papazının vaazlarındaki hamasi üslupla dikte ediyorlar. Matrix 1999 yılında vizyona girdiğinde, aslında daha önce birçok kereler işlenmiş bir konuyu ele alıyordu: Makinelerin insanlığı tehditi. Bu tür filmlere örnek olarak ilk akla gelen Terminatör kuşkusuz. Filmde, bilgisayarların kontrolden çıktığı ve insanlığa savaş açtığı bir dünya tasavvur edilir. Ancak Matrix, bu ters ütopyayı birkaç adım daha ileriye götürdü. Makinelerin insan beynine hükmettiği, insanların gördükleri şeylerin aslında var olmadığı, onların görüntülerinin algılandığı bir dünya kuran Wachowski kardeşler, bir nevi 'teknoloji düşmanlığı' ya da doğalcılık yapıyorlardı. Ama Matrix, Platon'un ünlü Mağara Allegorisi'nden(2) Decartes'in "Kötücül Cin'ine(3) kadar birçok düşünürün 'gerçek' üzerine tezlerini de kapsayan felsefi önermeler de içeriyordu. Dünyanın yalnızca zihinle algılanabileceğine dair idealizm, bir anlamda sinemada görsel bir şovla vücut buldu. Wachowski kardeşler'in Platon ve Decartes'ten ilhamını alan tezlerinin güncel dayanağı ise Baudrillard'ın "Hayal ve Taklit" isimli kitabıydı. Kahramanların isimleri de mitolojiden, İncil ve Tevrat'tan alınmıştı. Ama "Matrix Reloaded"; artık 'felsefe' yapmıyor, 'yapıyormuş gibi' yapıyor. İlk filmin 'görüntülerden ibaret' dünyasından sonra ikinci film, yoğun bir kader propagandası eşliğinde düştü beyaz perdeye. Neo'nun Kahin ve Matrix'in yaratıcısı (filmde şeytanı temsil ediyor) ile konuştuğu sahnede bu durum açıklık kazanıyor: Neo'nun kaderi de, hangi seçimleri yapacağı da belirlenmiştir. Bu bakımdan ilk filmin ardından fazlasıyla gündem olan "Hangi hapı seçerdiniz; maviyi mi kırmızıyı mı?" sorusunun bir anlamı da kalmıyor. Zira Neo'nun hangi hapı seçeceği zaten Matrix tarafından belirlenmiştir. Kahin, Neo'ya tercihinin belirlenmiş olduğunu, ama nedenini anlamak için yoluna devam edeceğini söylüyor. Tıpkı şeytanın, "senden önce altı seçilmiş daha vardı ve hepsi aynı seçimi yaptı" demesi gibi. Neo Matrix'i yanıltmıyor. Bütün dinlerin temel ve tartışılmaz unsurlarının başında 'kader' gelir ve tanrı, insanları kudretini görmeleri için yeryüzünde sınar. Hepimiz belirlenmiş hayatları yaşarız ve neden yeryüzünde olduğumuzu unutmamamız gerekir. "Matrix Reloaded", bu öğretiyi yarattığı dünyaya uyguluyor. Neo, Trinity, Morpheus, hatta kahin bile Matrix'in birer parçasıdırlar artık ve kendileri için çizilmiş olan kaderlerini yaşarlar. Matrix'in her iki bölümü üzerine de birçok tartışma yürütülebilir ve konu değişik açılardan ele alınabilir. Ama ikinci filmin felsefe yapmayı bırakıp, açıktan Hıristiyanlık propagandası yaptığını da görmek gerekiyor. Neo'nun, kurtarıcı olarak yeryüzüne inmesı beklenilen İsa; Trinity'nin "Baba, oğul ve kutsal ruh" üçlemesinin bileşkesi olduğunu, filmdeki birçok göndermenin İsa'nın hayatına dair olduğunu biz yazmıyoruz, filmin yapımcıları söylüyor. Bunun ötesinde Matrix, eğer bir felsefe içeriyorsa, felsefeyi yeniden mağaranın içine sokmaya çalışıyor demektir. Platon'un, insanlığın dünyanın küçük bir bölümünü tanıdığı ve anlamaya çalıştığı bir zamanda öne sürdüğü tezleri, Decartes'in artık aşılan savlarını; İncil'den, Tevrat'tan göndermelerle 'felsefe haline getirmek'; kuşkusuz felsefeye de ihanet. Burjuva ideolojisi, yüzlerce yıllık karanlığın üzerine mağaranın kapılarını açtı ve insanları 'özgür' bıraktı. Şimdi, onları yeniden mağaralara doldurarak 'kaderlerine' terk ediyor! 1- Zion, Tevrat'ta Yahudilerin toplandıkları 'kurtarılmış topraklar' olarak anlatılır. 2- Platon'un mağara alegorisinde, bir mağarada yaşayan insanlar doğuştan ellerinden ve ayaklarından zincirlenmişlerdir ve başka bir hayat tasavvuraları yoktur. Gardiyanlar bir gölge oyununda olduğu gibi çeşitli şekillerin ateşin önünden geçirirler ve mahkûmlar bu görüntüleri görürler. Yani mahkûmlar gerçeği değil, onun görüntüsünü görür. Bir gün mahkûmlardan birisi serbest bırakılır ve dışarıdaki gerçekleri görür. Bunu arkadaşlarıyla paylaşmak için tekrar mağaraya döner. Ancak arkadaşları onun delirdiğine karar vererek alay ederler. 3- Decartes "İlk Felsefe Üzerine Düşünceler" isimli kitabında, kötücül bir cinin, insanları aldatmak için bütün enerjisini kullandığını ve düş yanılsamaları yarattığını belirtir.

ÖNCEKİ HABER

Bucak'tan çarpıcı iddia

SONRAKİ HABER

Diyarbakır ne renk?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa