22 Mayıs 2003 21:00

Diyarbakır ne renk?

Sesler, taşlar, kelimeler, fikirler, renkler... Her biri doğada ayrı bir gerçeklik, ayrı bir çağrışım... Kendi disiplini içinde kimi zaman bir deyimle, kimi zaman sözcük gurubuyla, kimi zaman terim olarak yerini alırken, kimi zaman da bunlar dahil, yaşamın bütün halkalarına karşılık gelebilecek bir anlatım aracı olur. Farkında olmadan gündelik yaşamımızda hayat bulan bu kavramlar, bazen müdahale edilen bir bilgi olarak da karşımıza çıkar. Kendi dillerinden... Festival günlerinin yaşandığı Diyarbakır'da, şu sıralar bir grup genç kendilerine ayrılmış bir atölyede bunun uğraşını veriyor. "Diyarbakır ne renk?" adı altında Feqî Huseyn Sağnıç Resim Atölyesi'nde bir araya gelen gençlerin amacı, atölyenin isminden de anlaşılacağı üzere, Diyarbakır'ın ne renk olduğunu yaptıkları resimleriyle anlatmak. Çalışmalarını Dicle-Fırat Kültür Sanat Merkezi'nde kendilerine ayrılan bir odada sürdüren gençlerin büyük bölümünün, resim sanatına dair bir altyapısı yok. Ancak küçük odada ürüne dönüştürülen çalışmalar, bu yokluğu pek aratmıyor. Hatta bazıları daha özel çalışmaların oluşmasına yol olabilecek işaretleri de içinde barındırıyor. "Diyarbakır ne renk?" projesi, eğitmen Fevzi Bilge tarafından önerilmiş. Atölye çalışmaları hakkında bilgi aldığımız Bilge, çalışmaların beklediğinden daha iyi gittiğini söylüyor. Daha geniş bir süreye yayılması gerektiğini belirten Bilge, "Ben özellikle resim atölyesinin büyük zaman alacağını, en az 6 aylık bir süreyi kapsaması gerektiğini ifade ettim. Ancak zamanın sınırlı olması nedeniyle yağlı boya çalışmalarından vazgeçtik" diyor.

Kolektif ürünler Atölye öğrencilerinin çoğu maddi yetersizlikleri olan insanlar. Olanakları olmadığı için resme olan meraklarını açığa çıkaramayan gençler, şimdi bir yerlerden temin ettikleri malzemelerle hem bir altyapı oluşturmak, hem de Diyarbakır'n rengini kendi dillerinden anlatma fırsatını değerlendirmek istiyorlar. Kolaj tekniğiyle çalıştıkları için çalışmalar çoğunlukla kolektif bir ürün olarak ortaya çıkıyor. Kimisi makas, kimisi fırça, kimisi de boya konusunda yardımda bulunuyor. Malzeme paylaşımı ve teknik işlemlerdeki paylaşım, atölyeye sıcak bir hava katarken, çalışmalardaki tema da bu havaya ortak.

Bin yıllık barış özlemi Şu an atölyede duran resimlerin oluşturduğu renk; kadın, çocuk ve sur. Ağırlıklı olarak bu üç imgede ortaklaşan çalışmaların oluşturduğu kompozisyon için gençler; "Bizim gerçeğimiz" diyorlar. "Diyarbakır ne renk?" diye sorduğumuzda ise, yan yana dizilmiş çalışmalarını gösteriyorlar. En köşede duran çalışma dikkatimizi çekiyor. Elleri yüzünde ya da çenesinde olan ihtiyar kadın ve erkekler, üzgün bir ifade ile yüzeyi koyu bir boya üzerinde oluşturulmuş bir halkada duruyorlar. Yaşlılar soru işareti içine alınırken, resim yüzeyindeki o koyuluk ortasına yapıştırılan bir gazete parçasında şunlar yazıyor:

"İnsan yüreklim

Şehir düşüyordu aramızdan

Yangın yerine dönüştü şehirler

Ben bin yıldır barışı bekliyorum..."

Eze nave xwe bikolim Sözcüklere sığmayacak kadar bir özlemi sahne alan bu çalışma, Diyarbakır'ın rengini bir kez daha düşündürürken, hemen yanı başında duran bir diğer çalışma, çok bildik rengin başka yanını tanımlıyor. Bu renk, bir araya getirdikleriyle tam bir kültür ayini. Diyarbakır'ın karataşlarıyla yükselen bir duvar ve hemen bitiminde mağrurluğuyla bakan bir çift göz. Soluk bir şekilde betimlenen duvarın üzerinde Cıwan Haco'yla anılan şu sözcükler yer alıyor: "Eze nave xwe bikolim li bireên Diyarbekirê..." Çalışmaları hakkında görüşlerini aldığımız Mukkades Özaydın, Diyarbakır'ın şu anda kendisi için pek iç açıcı bir renge sahip olmadığını söylüyor. "Diyarbakır'a daha çok bir bir grilik, basık, sinmiş renkler hakim. Ancak biz bunları yıkmaya çalışıyoruz." diyen Özaydın, çalışmalarının bir taraftan gerçekliklerini, bir taraftan da özlemlerini ifade ettiğini dile getiriyor. Özaydın şu eklemeyi yapıyor: "Biz kırmızı, mavi, mor, yeşil gibi aydınlık, pırıl pırıl renklerle anmak istiyoruz Diyarbakır'ı. "

Evrensel'i Takip Et