01 Eylül 2003 21:00
Adressiz ve tapusuz ev
Diyarbakır'dan göç ederek geldikleri şehirde, sarı sıcak bir güneşin altında çöl gibi uzayıp giden ovada, kamıştan yapılmış bir çadır evde, hayvancılık yaparak ayakta kalmaya çalışıyor Akbay ailesi.
Güneş bütün gücüyle abanmış sanki. İnsanı canından usandıran bir sarı sıcak. Ova boydan boya kavruluyor. Üreticilerin para etmeyen hasadı küskün duran topraklara vurmuş. Köyler daha yoksul görünüyor. Karataş Yolu üzerinde göç olgusunu canlı bir şekilde resmeden Doğankent, Sofullu, Yunusoğlu beldelerinden geçip, Tuzla'ya doğru ilerliyoruz. Bereketin üzerine çöreklenmiş amansız ağaları ve bu ağaların iliğine kadar sömürdüğü, emeğiyle toprağa can ve kan veren yoksul ırgatları ile akla gelen pamuk diyarı, Çukurova. Uçsuz bucaksız ovada tarımsal sanayinin önemli bir hammaddesi olan pamuğun yerinde yeller esiyor şimdi. Pamuk üretiminin geliştirilmek yerine IMF ve işbirlikçi hükümetlerin eliyle sürekli geriletildiğini, en iyi yoksullaşmış topraklar anlatıyor. Kanal ve kanallara bağlı arkların vücuda kan taşıyan damarlar gibi uzandığı ovada, asfalt yolda ilerlerken beyaz gelinciğe rastlamakta zorluk çekiyoruz. Böyle giderse Çukurova'da pamuk nostalji olacak. Gördüğümüz manzara tıpkı yolda rastladığımız bir üreticinin anlattığı gibiydi: "Pamuk bizim öz evladımız gibidir. Biz pamuktan vazgeçmezdik ama bize bıraktırdılar. Şimdi bir pamuk tarlası görünce içine dalıyorum." Çukurova çiftçisi, yol üzerindeki köylerin kahvelerinde kara kara düşünürken, biz ovanın derinliklerine doğru ilerliyoruz. Ve kilometrelerce ötede buharlaşarak silikleşen Toros Dağları'nın gölgesi altında Çukurova köylerinin, tarlalarının, narenciye bahçelerinin yanından geçerek soluğu bir çadırda alıyoruz.
Kamıştan bir ev Uzayıp giden kanalda Torosların bereketi olan su, arklara akıp ekinle buluşuyor. Dört bir yanda çöl genişliğinde tarlalar işte bu su ile yaşam buluyor. Tarlanın yanında kanal boyuna kurulmuş kamışlardan yapılı üç beş çadır. Hepsi sadece bir aileye ait. Diyarbakırlı Akbay ailesine. Hasırdan yapılı gölgeliğin altında, üstüne oturduğumuz sedirin sağ yanındaki büyükçe bölme hayvanlar için kurulmuş. Yani ağıl. Dikdörtgen biçimindeki ağıl, hasırın altına tutulmuş iki metre kadar uzunlukta sırıklar ve sırıkların aralarına örülmüş çitlerden yapılmış. Hemen bitişiğimizdeki kamıştan yapılı bölme, aile fertlerinin kaldığı genişçe bir salon gibi. Onun biraz ötesinde alt köşedeki bölmede mutfak var. Mutfağın sağ köşesine dayalı tezgâh gibi kullanılan hafif yüksek, ayakları çarpık bir tahta somyanın üzerine kirli bulaşıklar yığılmış. Evin gelini leğendeki bulaşık suyu ile elindeki siniyi yıkıyor. Kadının az ötesinde köz ateşi ile kararmış, bakırdan büyükçe bir kazan. Kararmış haliyle çalı çırpı yığılı bir kütlenin önündeki küllenmiş ateşin üstünde, yoksulluğun ve göçmenliğin görüntüsünü tamamlar gibi duruyor... Tam karşımızda, üç beş metre uzunluğundaki oval çukurluğun üstünde yola bitişik kurulmuş bölme, yatak odası gibi görünüyor. Bölmenin bitişiğindeki hasırın altında cibinlik içinde bir delikanlı derin uykuda. Ve kanalın hemen üstünde bir metrekarelik alana dikilmiş kamışlardan oluşan bölmenin ise hela olduğu anlaşılıyor. Kızgın güneşin kavurduğu, havası nemli ovada, kamış çubuklardan yapılmış parça parça bölmelerden kurulu bir ev. Sağda solda bir iki keçi yavrusu, horoz ve tavuklar. Adressiz ve tapusuz bir çiftlik evi...
'İş yok, güç yok...' Şehirlerin varoşlarında sığındıkları derme çatma evlerde yaşam kavgası veren göçerlerin bir kısmı da ovadaki çadırlarda ayakta kalmaya çalışıyorlar. Diyarbakır Çermik'te tükenen yaşam olanakları Akbay ailesini Çukurova'daki Çavuşlu köyü civarınlarına kadar sürüklemiş. Ailenin bir üyesi, Ferit Akbay bizi oldukça sıcak karşılıyor. Selamlaşıp kendimizi tanıtıyoruz... - Burada mı yaşıyorsunuz? - Evet. - Ne iş yapıyorsunuz? - Hayvancılık. - Diyarbakır'dan niye göç ettiniz? - İş yok, güç yok. Bir evimiz vardı. Onu satıp Adana'ya geldik. - Adana'da ne yaptınız? - İş bulamadık. Solaklı'ya yerleştik. Kirada kaldığımız bir evimiz var. İş olmayınca Diyarbakır'da sattığımız evin parasıyla şu traktörü aldık. Birçok işte çalıştım. 4-5 yıldır da bu işle uğraşıyoruz. - Köy Kent Projesi'nden haberiniz var mı? - Hayır, yok. - Peki, memlekete geri dönmek istermiydiniz? - Orada da toprağımız yok burada da... Ama bir iş olanağı sağlansa elbette ki isteriz. Ferit Akbay 28 yaşında. Ailece Diyarbakır'dan 1992 yılında göçmüşler. 7 kardeşin 3'ü evlenmiş. 100 küçükbaş hayvanları var. Yıl boyunca hayvanlara bakıp, bunun geliriyle 9 nüfus geçinmeye çalışıyorlar. Sattıkları hayvanlardan kazandıklarının, bakım masraflarını zor karşıladığını anlatıyor. "Başka iş olsa bununla uğraşmazdık" diyen Akbay, ayrıca iş çıktıkça çiftliklerde traktör sürücülüğü yaparak aile bütçesine katkı sunmaya çalışıyor.
Göçebe yaşam Akbay ailesi, yılın 3-4 ayını Solaklı'da kiraladıkları evde, geriye kalanını ise sürüyü beslemek üzere ovada kurdukları çadırda geçiriyor. Ailenin çadır kurduğu bölgeye zaman zaman Antep yöresinden yörüklerin de geldiğini anlatan Ferit, köylülerin kendilerine çok zorluk çıkarmadığını ekliyor. Ferit, bütün yaşamlarının neredeyse hayvanlara bakmaktan ibaret olduğunu söylüyor. Akbay ailesinin dünya ile tek bağlantıları, küçük bir televziyon ve bir cep telefonu. "Bu televizyonla akşamları haberleri izleyerek dünyadan haberdar oluyoruz, çocuklar da dizi izliyor" diyor Ferit. Akbay'lar, televziyonu traktörün aküsüyle çalıştırıyorlar. İçme suyunu kuyudan bidonlarla taşıyorlar. Haşere ve sivrisinek malum... Uzun uzadıya sohbetin ardından ayrılırken Ferit'in; çadırın içine doğru ilerleyen 15-16 yaşlarındaki kız kardeşine rastlıyoruz: - Gazeteceyiz, sorunlarınızı yazacağız. Ne anlatmak istersin? - Ne anlatalım? Bizim sorunlarımız, anlatmakla biter mi?
Kamıştan bir ev Uzayıp giden kanalda Torosların bereketi olan su, arklara akıp ekinle buluşuyor. Dört bir yanda çöl genişliğinde tarlalar işte bu su ile yaşam buluyor. Tarlanın yanında kanal boyuna kurulmuş kamışlardan yapılı üç beş çadır. Hepsi sadece bir aileye ait. Diyarbakırlı Akbay ailesine. Hasırdan yapılı gölgeliğin altında, üstüne oturduğumuz sedirin sağ yanındaki büyükçe bölme hayvanlar için kurulmuş. Yani ağıl. Dikdörtgen biçimindeki ağıl, hasırın altına tutulmuş iki metre kadar uzunlukta sırıklar ve sırıkların aralarına örülmüş çitlerden yapılmış. Hemen bitişiğimizdeki kamıştan yapılı bölme, aile fertlerinin kaldığı genişçe bir salon gibi. Onun biraz ötesinde alt köşedeki bölmede mutfak var. Mutfağın sağ köşesine dayalı tezgâh gibi kullanılan hafif yüksek, ayakları çarpık bir tahta somyanın üzerine kirli bulaşıklar yığılmış. Evin gelini leğendeki bulaşık suyu ile elindeki siniyi yıkıyor. Kadının az ötesinde köz ateşi ile kararmış, bakırdan büyükçe bir kazan. Kararmış haliyle çalı çırpı yığılı bir kütlenin önündeki küllenmiş ateşin üstünde, yoksulluğun ve göçmenliğin görüntüsünü tamamlar gibi duruyor... Tam karşımızda, üç beş metre uzunluğundaki oval çukurluğun üstünde yola bitişik kurulmuş bölme, yatak odası gibi görünüyor. Bölmenin bitişiğindeki hasırın altında cibinlik içinde bir delikanlı derin uykuda. Ve kanalın hemen üstünde bir metrekarelik alana dikilmiş kamışlardan oluşan bölmenin ise hela olduğu anlaşılıyor. Kızgın güneşin kavurduğu, havası nemli ovada, kamış çubuklardan yapılmış parça parça bölmelerden kurulu bir ev. Sağda solda bir iki keçi yavrusu, horoz ve tavuklar. Adressiz ve tapusuz bir çiftlik evi...
'İş yok, güç yok...' Şehirlerin varoşlarında sığındıkları derme çatma evlerde yaşam kavgası veren göçerlerin bir kısmı da ovadaki çadırlarda ayakta kalmaya çalışıyorlar. Diyarbakır Çermik'te tükenen yaşam olanakları Akbay ailesini Çukurova'daki Çavuşlu köyü civarınlarına kadar sürüklemiş. Ailenin bir üyesi, Ferit Akbay bizi oldukça sıcak karşılıyor. Selamlaşıp kendimizi tanıtıyoruz... - Burada mı yaşıyorsunuz? - Evet. - Ne iş yapıyorsunuz? - Hayvancılık. - Diyarbakır'dan niye göç ettiniz? - İş yok, güç yok. Bir evimiz vardı. Onu satıp Adana'ya geldik. - Adana'da ne yaptınız? - İş bulamadık. Solaklı'ya yerleştik. Kirada kaldığımız bir evimiz var. İş olmayınca Diyarbakır'da sattığımız evin parasıyla şu traktörü aldık. Birçok işte çalıştım. 4-5 yıldır da bu işle uğraşıyoruz. - Köy Kent Projesi'nden haberiniz var mı? - Hayır, yok. - Peki, memlekete geri dönmek istermiydiniz? - Orada da toprağımız yok burada da... Ama bir iş olanağı sağlansa elbette ki isteriz. Ferit Akbay 28 yaşında. Ailece Diyarbakır'dan 1992 yılında göçmüşler. 7 kardeşin 3'ü evlenmiş. 100 küçükbaş hayvanları var. Yıl boyunca hayvanlara bakıp, bunun geliriyle 9 nüfus geçinmeye çalışıyorlar. Sattıkları hayvanlardan kazandıklarının, bakım masraflarını zor karşıladığını anlatıyor. "Başka iş olsa bununla uğraşmazdık" diyen Akbay, ayrıca iş çıktıkça çiftliklerde traktör sürücülüğü yaparak aile bütçesine katkı sunmaya çalışıyor.
Göçebe yaşam Akbay ailesi, yılın 3-4 ayını Solaklı'da kiraladıkları evde, geriye kalanını ise sürüyü beslemek üzere ovada kurdukları çadırda geçiriyor. Ailenin çadır kurduğu bölgeye zaman zaman Antep yöresinden yörüklerin de geldiğini anlatan Ferit, köylülerin kendilerine çok zorluk çıkarmadığını ekliyor. Ferit, bütün yaşamlarının neredeyse hayvanlara bakmaktan ibaret olduğunu söylüyor. Akbay ailesinin dünya ile tek bağlantıları, küçük bir televziyon ve bir cep telefonu. "Bu televizyonla akşamları haberleri izleyerek dünyadan haberdar oluyoruz, çocuklar da dizi izliyor" diyor Ferit. Akbay'lar, televziyonu traktörün aküsüyle çalıştırıyorlar. İçme suyunu kuyudan bidonlarla taşıyorlar. Haşere ve sivrisinek malum... Uzun uzadıya sohbetin ardından ayrılırken Ferit'in; çadırın içine doğru ilerleyen 15-16 yaşlarındaki kız kardeşine rastlıyoruz: - Gazeteceyiz, sorunlarınızı yazacağız. Ne anlatmak istersin? - Ne anlatalım? Bizim sorunlarımız, anlatmakla biter mi?