Üç fay kırığı ve bir aşk
Üçlemenin son kitabı ‘Rojin’ için hazırlıklarını sürdüren Eroğlu, ‘Emine’de bir yandan Türkiye’ nin sorunlarını, diğer yandan belli bir dönemi ve bu döneme dair tespitlerini anlatırken, romanın merkezine de aşk ve inancı koyuyor. Aşkın, inançla çatışma hallerini, insanın kalp, vicdan belki de korku da diyebileceğimiz duygularıyla hesaplaşmalarına okuru tanık ediyor. Romanındaki aşk temasına dair ‘Aşk ne zaman yazmaya değer yada sanat meselesi olur? İki türlü. Ya trajik bir aşktır, Romeo ve Juliet gibi. Ya da birbirine zıt iki kutbun aşkı vardır. Yazmaya değer olan bunlar. Ötekiler zaten bir müddet sonra rutin bir ilişkiye dönüşüyor. Mehmet ve Emine çatışan iki zıt uç. Ama bir yandan da birbirlerini çekiyorlar.’ Diyen Eroğlu ile ‘Fay Kırığı-Emine’ romanını ve Türkiye’nin çatlaklıklarını konuştuk.
Kitabınız, ‘90’lı yıllarda başlayan ve bugün birçok insan tarafından ‘Ya nasıl oldu bu değişim Türkiye’de’ dediği bir dönemi anlatıyor. Kemalist kesimin elinden alınan bir iktidar, sermayenin yüz değiştirmesi, günlük yaşamdaki bir çok temanın toplumsal algılanışındaki değişiklikler vb. bütün bunları anlatma derdiniz nasıl oluştu?
Roman anlayışımın odağında insan ve insanlık halleri var. Ancak bunu yaparken insanı izole bir varlık gibi almayıp, toplum, içinde yaşadığı dünya ile birlikte toplumsal bir kanaviçe gibi işleyerek yansıtmaya çalışıyorum. Bu ülkenin insanlarının dramatik sorunlarından bağımsız kişiler olamayacağını düşünüyorum. Roman kahramanları daha dramatik ve trajik insanlardandır. Bu noktadan çıkarak ülkeye bakıldığı zaman üç derin fay hattını görürüz. Bu kırıklardan bence en önemlisi; hep göz ardı edilen; zenginlik ve yoksulluk, ikincisi; laik-Müslüman dediğimiz ayrışmalar, üçüncüsü de yaklaşık 1985’ten buyana süren Kürt-Türk çatışmaları. Bu üç derin çatlak bütün gündemimize hakim oluyor. Belli bir dönemi anlatmak, bu dönemle ilgili tespitleri anlatmak, farkındalıkları arttırmak amacını güdünce böyle bir üçleme ortaya çıktı. ‘Emine, ise yine bu serüvenin 2005-6-7 dönemini anlatıyor.
İNSAN KENDİ VİCDANININ İZLERİNİ YAKININDAKİNDE ARAR
Kitabınızın ana karakteri Mehmet Esen’in İstanbul’da uzun yıllar ekonomik sıkıntılar yaşadıktan sonra Kadıoğulları Holdinge uzanan yolculuğunu görüyoruz. Mehmet’i ve değişen düşüncelerini nasıl tanımlıyorsunuz?
Edebiyatta kahramanların tümü değişir. Kendi yazgısını ararken, belli bir sona doğru adım adım giden insanları seçiyoruz. Mehmet, annesinin bağırmaları yüzünden evden koşarak kaçar. Bu,onu koşucu yapar. Atlet olduğundan dolayı da askerde komando olur. Şemdinli’deki çatışmaları, savaşın gerçek yüzünü görür, daha sonra Avustralya’ya gidip, döner. Askerdeyken mayın patlamasından sonra arkadaşını kurtarır ve 10 yıl sonra bu yaptığı Mehmet’e talih kuşu olarak döner. Bu Mehmet’in hayatında büyük bir değişime neden olur. Büyük bir şirketin ortasında, dürüstlüğünden dolayı hakemlik yapması ve Emine ile evlenmesi değişimlerden bir tanesi. Aşk insanı değiştirir. Ancak kendisini sorgulamaları da devam ediyor. İnsan vicdanından kaçamaz. Hatta kendi vicdanının izlerini yakınındaki arkadaşlarında arar. Sonunda da sadece kendi geleceğini düşünen adam, her şeyinden vazgeçerek, büyük ülküler için fedakarlık yapabilecek bir insan haline dönüşür.
AŞK İNANÇTAN DAHA MI BÜYÜK?
Mehmet ateistken, Emine dindar bir kadın. Haliyle bir çok konuda çatışır durumdalar. Tek başına olduğunda bikini giyen Emine, kazaya kalan namazını da pekala kılabiliyor. Sizce bu iki zıt insan ortak bir dünya oluşturabilirler mi?
Aşk ne zaman yazmaya değer ya da sanat meselesi olur? İki türlü. Ya trajik bir aşktır, Romeo ve Juliet gibi. Ya da birbirine zıt iki kutbun aşkı vardır. Yazmaya değer olan bunlar. Ötekiler zaten bir müddet sonra rutin bir ilişkiye dönüşüyor. Mehmet ve Emine çatışan iki zıt uç. Ama bir yandan da birbirlerini çekiyorlar. Emine’nin aşık olduğu erkek, aslında ağabeyini kurtaran bir kahraman. Mehmet’le karşılaştığı zaman, kendi hayal dünyasında bir erkek yaratmıştı Emine. Mehmet ise ilk başta güzelliği ve zenginliğinden etkileniyor. Ama iki farklı dünyaya ait bir aşk, aşk olarak sürebilir belki ama evlilik başka bir olay. Evlilik aşkı başka bir kalıbın içine sokuyor. O kalıpta aşkla baş edemiyorlar, çünkü her birinin kendi önyargıları değerleri var. Hiç kimse çok kolay kendi inancından vazgeçemiyor. İki insan birleştiği zaman bir yalnızlığın içine sıkışıyorlar. Ama tartıştığımız noktalardan biri de şu; acaba aşk, inançtan daha mı büyük? Buna cevap vermek zor. Türbanlı da olsa tutkuyla seven kadının, erkeğe olan davranışları öteki kadınlardan çok da farklı değil.
MÜSLÜMANLIK SOLCU OLMAYA ENGEL DEĞİL
‘Dinler iktidara gelinceye kadar insanlık vicdanındaki patlamalardır’ diyor Hasan Hoca. Bugün hem hükümete dönük eleştirilerde hem de Ortadoğu’daki Arap Baharı güncesinde çok tartışılan bir konu bu. Siz ne düşünüyorsunuz bu tartışmalara dair?
Bugün Müslüman hareket dediğimiz zaman, çoğu iktidarı temsil ediyor. Liberal kapitalizm bayrağını yükselten, Batı’yla hem fikir, hatta Batı’nın planlarında kilit noktaları oynamaya aday, zengin sever, sadaka kültürüne inanan, örgütlenmeyi sevmeyen, despotik milliyetçi unsurlar taşıyan bir karışım var iktidarda. Ama bakıldığında bütün Müslümanlığın bu olmaması gerekir. Her ne kadar kızarsak kızalım geçmişte, Milli Selamet Partisinin söylediği bazı şeyler vardı. ‘Sanayileşmeli ve milli sanayimizi kurmalıyız, Batı bize yar olmaz’ bunlar önemli özellikler. Bugünkü iktidar bu hareketten kendini kopardı ve merkez sağa yanaşarak onlarla iş birliği yaptı ve dini motifleri de bir koçbaşı olarak kullandı. Ama Hasan Hoca, Müslümanlığı şöyle yorumluyor ‘biriktirmeyeceksiniz, mal-mülk edinmeyeceksiniz ve örgütlenmeye karşı çıkmayacaksınız’ Müslümanlık insanın solcu olmasına engel değildir. Katolikler belli dönemlerde sistemden yana, çok antikomünistken, G. Amerika’da ve birçok yerde katolik papazlar, gerillaların merkezi diktatöre karşı dövüşen güçlerin yanında yer aldılar. Saf din olarak aldığınız zaman, yoksuldan, ezilenden yana olabiliyor. (İstanbul/EVRENSEL)
BUGÜN TÜRKİYE’DE YAŞANAN DİN MAÇO VE ATAERKİL ÖZELLİKLER TAŞIYOR
Hasan Hoca ‘Kur’an şahsi zenginliğe izin vermiyor, Müslüman kapitalist’ olamaz diyor. Bugün Ortadoğu’nun Müslüman ülkelerindeki sosyoekonomik duruma bakıldığında bu sözler epey ilginç değil mi?
Din’in Kur’an-ı Kerim’deki haliyle bugün uygulanış hali arasında çok ciddi farklar olduğu söyleniyor. Çünkü Kur’an-ı Kerim, diğer kitaplardan en az kutsal olanı yani daha dünyevi olanıdır. Sosyal programları olan, önermeleri olan bir kitaptır. Bugün zaten din olarak yaşanan hele de Türkiye’deki Sünni ağırlıklı, Orta Anadolu kökenli, maço, ataerkil özellikler taşıyan Müslümanlık, içinde bizi yansıtmayan Arap ülkelerinden getirilme anane ve görenekleri barındırıyor.
Evrensel'i Takip Et