15 Kasım 2003 22:00
'Hak dostum hak!'
GÜNÜN YAZILARI
Oturmuş sahne gibi yükseltilmiş sekideki iskemleye, omuzunda bir mendil, elinde bir sopa ya da baston, bir salon daha doğrusu bir kahve dolusu insana bir öyküyü canlandırmaya hazırlanıyor meddah. Mendili kimi zaman bir başörtü gibi başına saracak, bir kadını canlandırmak için, kimi zaman bir efe sarığı ya da laz başlığına dönüştürecek, kimi zaman ağzına örterek sesini boğuklaştıracak, ya da terini silecek. Baston ya da sopa da yerine göre ya tüfek olacak ya bağlama ya da süpürge. Kapı çalınışı, silah atılışı gibi sesler onun vuruşlarıyla taklit edilecek ya da gürültü çıkaracak onunla. Başlangıçta da üç kez yere vurdu bastonunu, kalabalığı susturmak için. İşte ilk cümleyi söyledi bile :"Hak dostum! Hak!" Biraz sonra, "isim isme, kisb kisbe (meslek mesleğe), semt semte benzer. Geçmiş zaman söylenir; yalan gerçek dinlenir, vakit geçer" diyerek dinleyicilerden kimsenin anlatılanları kendine ya da tanıdıklarına benzetip gocunmaması alınmaması için bir uyarıda bulunacak. Öyküsünü ders veren bir cümle ile genel söyleyişle "kıssadan hisse" ile bitirecek: "Bilirsiniz ki ağalar, davul dengi dengine çalar" . Bu bitirişi de söze başlayışına benzer bir uyarı ve peşin bir özür izleyecek: "Bu kıssadır (öyküdür), bir mecmua kenarında (bir dergide) kaydolmuş, biz de gördük söyledik. Her ne kadar sürc-i lisan ettikse affola!"
Islah eden sanatçı Bakmayın böyle alçakgönüllü davranmasına, meddah özür dilese de anlattığı öykünün ders veren bir yanı olduğunu bilir. Zaten pek çok kaynak meddahı, anlattığı öykülerle halkı "islah eden" sanatçı olarak tanımlar. Daha çok ramazanla birlikte anımsanan meddahı, tek başına gösteri yapan bir aktör olarak tanımlamak doğru olur. Anlattığı öyküyü kendisi yazanlar da, yazılmış öyküleri yeniden yorumlayanlar, taklitlerle zenginleştirenler de vardır. Meddahlar, sözlü kültürümüzün önemli öğesi olan öykücü aşıklar ve dengbejlerden hem anlattıklarıyla, hem de tavırlarıyla farklıdırlar. Öykücü aşıklar ve dengbejler, şiirle nesrin karışık biçimde düzenlendiği metinleri anlatırlar, şiir bölümleri genellikle bestelenmiştir ve türkü olarak okunur. Meddahların anlattıkları öykülerde şiir bölümleri bulunmaz. Öykü konuşma diliyle anlatılır. Ayrıca aşıklar gibi "demiş", "der", "anlatmış" gibi sözcükleri kullanmadan konuşma taklitleriyle kişiden kişiye geçerler.
Günlük yaşamdan Dengbejlerin ve aşıkların anlattıklarında masallar ve destanlardan kaynaklandıklarından genellikle doğaüstü kişiler, ögeler ve olaylar da yer alır. Oysa meddahların anlattıkları öyküler 16. yüzyıldan başlayarak günlük yaşamdan kaynaklanırlar ve gerçekçidir. Meddahlar eskiden "kıssahan" ve "şehnamehan" diye de anılırmış. Bu durum başlangıçta meddahların destanlar ve Şehname'den öyküler anlatan kişiler olduğunu kanıtlıyor. Kimi kaynaklarda meddahlar üçe ayrılıyor: Kahramanlık öyküsü anlatan meddahlar, sazlar ile ahenkli vezinli destanlar methiyeler (övgüler) çalıp söyleyen meddahlar (Çoğunlukla Erzurum ve çevresinden yetişirlermiş), taklitli öyküler anlatan meddahlar. Kuşkusuz dinleyicilerin öykü zevkleri ve kültürleri zaman içinde meddah, aşık dengbej ayrımını oluşturdu. Bu durumun İstanbul'daki kahvelerde bile kimi destanların anlatılmasına ve dinlenilmesine engel bir durum olmadığını, özellikle dinsel kökenli ya da kahramanlık içeren öykülerin orta sınıfın kültüründe önemli yeri olduğunu belirtmek gerek. Metin And, 1864'te Üsküdar'daki bir kahvede Şehname'den öyküler anlatıldığını saptamış.
Kentlerin öyküleri Genelde meddahlarla aşıklar ve dengbejlerin çalışma bölgeleri farklıdır. Türkülü halk öyküleri aşıklar, dengbejler yoluyla köylere (daha çok varlıklıların divanhane denilen salonlarına ve kimi zaman halka açık mekan olarak kullanılan samanlık benzeri geniş alanlara) yayılmış ve o çevrelerden beslenmiştir. Meddahların anlattığı öykülerse öykülerin doğduğu ve konu aldığı çevrelerde, şehir ve kasabalarda, anlatılmıştır. Çoğunlukla İstanbul'un günlük yaşamından olayları yansıtan meddah öykülerinin dinleyicileri, sarayda, zengin konaklarında ve kahvelerde erkeklerdir. Meddahı daha çok aktöre, aşık ve dengbeji müzikçiye yaklaştıran tavır ve üslup farkına, her iki söz ustasının da döneme eleştirel gözle bakıp eleştiriler yaptığını eklemeliyiz. Biri ideal söylence kişilerini anlatıp öteki günlük yaşam ayrıntılarını gözler önüne sererek yapar bunu. Meddahın insanı kötü yapan koşulları sıralayışı çoğunlukla günlük yaşama göndermeler yapar.
Bir tür senaryo 18. Yüzyıldan kalan meddah öyküsü metinlerin çoğunda saray şairlerinden Tıfli , 4. Murat ile birlikte, öyküde yer alır. Bunların bazılarında masalsı öğeler, olaylar çoğu İstanbul dışında geçmek üzere vardır. Bunlardan en ünlüsü Binbirgece öykülerinden kaynaklanan Attarzade öyküsüdür. Bir de özet olarak yazılmış meddah öyküleri var. Konuşmaları, kişilerin tanımı kısa kesilmiş, olaylar zinciri "Burası genişletilecektir" notlu öyküler var karşımızda. 18. Yüzyıla tarihlenen bu öyküler bir tür "senaryo"dur. Meddahların bunları yeteneklerine göre geliştirip anlattıkları sanılıyor. Prof. Dr. Şükrü Elçin'in Halk Edebiyatına Giriş adlı kitabından Hüseyin Beşe Hikayesi'nden bir bölümle örnekleyeyim: "Zaman-ı Sultan Murat Han. Boğazhisar cengi, Hüsrev Paşa yorgunu, kırk bir bölükde ortasının mütevellisi İbrahim Ağa; Hüseyin Beşe oğludur. Valdesine İbrahim: 'Şu oğlana söyle evlendirelim, yol beklemesün! Bizim ihtiyacımız yok!' der. Evlendirirler bir gece Tophane'de. Zifaf cuma günü. Kayınpederine kaymak hediye, el öpmeye gider." Bu yıl UNESCO'nun meddah öykülerini korumaya aldığını okudunuz gazetemizde kuşkusuz.. Buna benzer yazmalar işte korumaya alınan. Kimden mi korunacak, kuşkusuz Matrix yapımcısıyla benzerlerinden. Gülmeyin, gülmeyin, 1930'ların ünlü meddahı Sururi'nin anlattığı öyküler plak yapılmıştı. Günümüzün hayal tacirleri meddah yazmalarını ele geçirirlerse neler yapılmaz.
Evrensel'i Takip Et