3 Ekim 2011 04:41
Turan Kara

CUMARTESİ SON AİLE YEMEĞİ  

Savranoğlu işçileri için verilen tebliğin günü geldi ve İstanbul’daki fabrikaya sürgün başladı. İşçiler cumartesi günü fabrika önünde toplanarak fabrikada çalışma yapılıp yapılmadığını toplu halde son bir kez denetlediler. Bundan sonra Türk-İş’e bağlı sendika temsilcileri, işten atılan 5 işçi ve işçilerle dayanışmada bulunan kurumlar denetleyecekler. 45 işçi ise İstanbul’a gidecek. İşçiler orada Deri-İş sendikası yöneticileri tarafından karşılanacak ve evlere yerleştirilecek.

Deri-İş İzmir Şube başkanı Makum Alagöz “Üyelerimiz İstanbul’a sürgüne gönderilmiş olsa da buradaki mücadelemiz sürecek ve biz buradaki fabrikanın önünde Türk-İş’e bağlı sendikalar ve diğer dostlarımızla beraber bekleyeceğiz. Eğer buradaki işveren çeşitli ayak oyunlarıyla, hukuki açıklarla buradaki üretimi sürdürürüm diye düşünüyorsa, ya da işçiler dayanamaz istifa eder diye umuyorsa boşa umutlanmasın. Buradaki fabrikaya çalışmak için 1 kişi bile giremeyecek. Savranoğlu işçileri de İstanbul’da üyelerimiz tarafından karşılanacak. Oradaki direnişteki arkadaşlardan da buraya gelecekler” dedi. Pazar günü “İşçiler Sürgünde Anayasa Nerede” Pankartı ile İzmir’li işçiler ve emek dostları tarafından uğurlandı.

KABUS DEĞİL DEĞİL Mİ?

Gitmeden evvel toplanan işçilerin hepsinde büyük bir duygusallık, inanç ve şaşkınlık var. En hareketliler bile bir miktar sessizleşmiş. Evde bırakacağı çocuklarını, şimdiye kadar hiç ayrı kalmadığı eşi ve evini düşünüyor. Canlı bir konuşmanın içinde, birden bire dalgınlaştığını yakalıyoruz pek çoğunun. “Ya kardeş, şimdi bu bir hayal, rüya değil değil mi? Biz yarın akşam İstanbul’a bu adamın fabrikasına gideceğiz, çalışmak için öyle mi? Hâlâ inanamıyorum. Bu nasıl oldu, bu vicdansızlığın, bize bu kinin sebebi ne?​” deyip gülüyor, arkadaşı ise “değil, rüya, hayal değil. Gidiyoruz işte” diyor.

Erkekler için daha kolay gibi diyebilir birileri, onlar gurbete alışık falan, daha dayanıklı diyerek. Öyle mi tam bilemiyoruz ama onlar için bile kolay değil. Cumartesi akşamı, zamanını bilmedikleri uzun bir süre için, kucaklarından düşürmedikleri 4, 5, en büyüğü 8 yaşlarındaki çocuklarıyla geçirecekleri son akşam, evlerinde yedikleri son sıcak yemek, yaptıkları son sıcak sohbet oldu. Bu işçilerin hemen hepsi genç ve “bir geceyi bile dışarıda geçirmemiş şimdiye kadar.” Patronun yaptığı işi anlamaya, sebebini kavramaya çalışıyorlar. Sendika girmiş olsa işlerin yoluna gireceğini, çalışma düzeninin disiplinli ve planlı olacağını, şimdikinden yüksek ücret alsalar da işyerinin daha fazla kazanacağını, şimdiye kadar bile gereksiz yere bir sürü para kaybettiğini tartışıp, neden sendikayı kabul etmediğini anlamak istiyorlar. Sonra birden akşam yola çıkacakları akıllarına geliyor, sessizleşip dalgınlaşıyorlar.

KADIN İŞÇİLER EN ÖNDE

Erkek işçilerle beraber kadın işçiler de gidecekler İstanbul’a, zulme boyun eğmemek için. Bahar ve 2 kız kardeşiyle beraber erkek kardeşleri gelirken, evli olan Şerife Danacı’nın demir çelik fabrikasında çalışan eşi geliyor İstanbul’a. Sinirli, kızgın, eşinin İstanbul’a gönderilmesine, vicdansızlığa, haksızlığa. Yıllık iznini kullanmak istemiş, vermek istememişler kendi işyerinde ve tartışarak almış 12 günlük izni. “8-10 gün istanbul’da kalacağım. Eşimi yerleştirip, oradaki duruma bakacağım. Bu esnada çocuğumuza annemler bakacak. Sonra gelip onlarla ilgileneceğim. Yani bu yapılan iş, bu işçilere reva görülen zulüm nasıl bir insanlık? Bunlar ne istemiş, insan gibi yaşamak, çok şey mi? Kendileri ne biçim hayatlar yaşıyor. Böyle yaparak nefret oluşturuyorlar işte” diyor.

Konuştuğumuz işçilerden birisi Şehmuz Yıldırım; fabrikanın genç işçilerden birisi. Henüz 5 günlük bebeği olan Yavuz da İstanbul’a gidecek işçilerden birisi. Arkadaşları onu gururla göstererek, “Hepimizin kendine göre zorluklarımız var. Ama Yavuz’unki en zorlarından birisi. Erkek çocuğu olmuş, hem de 3 gün önce, şimdi bırakıp gidecek. Patron öyle zorladı diye” diyorlar. Bir diğer işçi ise 2 yaşında üçüz kızları olan ve kirada oturan Yavuz Akça. Anne babası evlerinin yakınında oturuyor ve ailesiyle onlar kalacak. Ama gitmesini istemiyorlar. Annesi “Sen 1 yıllık işçisin sana mı kalmış sendika”, baba İsa Akça “Sendikalara güven olmaz, eşini, çocuklarını bırakmai işveren ne derse o olur” dese de Yavuz Akça gitmekte kararlı.  Eşi Özlem’de ayrı kalmak istemiyor ama “ne gerekiyorsa yapacaklar madem yapsınlar ve kazansınlar” diyor. (İzmir/EVRENSEL)


Yavuz Akça: Allah bize bağışlarsa, 3 meleğim var, Elif, Esra, ve Kübra adında üçüz kardeşler. Ama destek veren bir eşim var. İlk defa ayrı kalacağız. İşten eve gittiğimde, kapıda karşılar üçü birden ve boynuma sarılırlar. Bana çok düşkünler, yemek bile yedirmezler, oyun oynarlar benimle. Hepimiz tedirginiz. Kızlar durumu anlayabilecek durumda değil, eşimin desteği büyük. Annemler yakınımızda oturuyor, onlar sürekli bizimkilerin yanında olur.  Onları bırakıp bilmediğin bir yere gitmeni istemek vicdana, insanlığa sığmaz. Sermayenin gücüne değil, emeğin gücüne inandığımız için katlanıyoruz. İşçiler her eziyeti çekmek zorunda bırakılıyor, şu an bizim çektiğimiz gibi. Devler erkânına sormak gerekiyor, bu hangi kitaba sığar. Hem sendikalaşın, hem de patronların parmağında oynatmasına izin veriyor.

BEBEĞİ ŞİMDİDEN ÖZLÜYORUM

Şehmuz Yıldırım: 5 günlük Mustafa bebeğim evde, annesini yatakta bırakıp gidiyorum. Eşimin sağlığı yerinde, çok sorun yok ama henüz ayağa kalkmadı, dikişleri duruyor.  5 ve 3 yaşlarında 2 kızımı da burada bırakacağım. Ben de evin tek oğluydum, evin gözdesiydim, herkes üstüme titrerdi, ama erkek torun gelince pabucumuz dama atıldı. Giderken burukluk oluşuyor, eşimde endişeli ama yapacak bir şey yok. Patron işi gittikçe zorlaştırıyor, biz de mücadele ediyoruz. Valiz hazırlarken çok daha bir hüzün vardı evde. Evden ayrılmak hiçbirimizin aklına gelebilecek bir şey değildi. Anne babamıza emanet edeceğiz. Onlar yakından ilgilenir. Annem önce çok itiraz ediyordu, “neymiş bu sendika, kendini, bebeğini düşün biraz” diyordu. Anlatmaya çalıştık ama olmadı, anne dedim bütün arkadaşlar Kuran’a el bastık, artık geri dönüş yok. Kuran’a el bastık deyince tartışma bitti. Sonra da dayım geldi, durumu öğrendi, “işveren sizi yıpratmaya çalışıyor. biz senin arkandayız endişelenme” dedi, biraz rahatladık.  Ablam, annem hepsi eşimle konuşarak rahatlattı, ikna etti. “Herhangi bir durum olduğunda gelirim” dedim, harbiden de duramam orda.  Annemler, ablamlar yanında, gözüm arkada kalmaz dersem tam doğru olmaz, gözüm arkada ama rahat tutan şeyler de var işte.  Bebeği buradayken bile özlüyorum, özlenmez mi?