26 Şubat 2004 22:00
İktidar tekellere çalışıyor
GÜNÜN YAZILARI
Newmont Normandy Madencilik, aleyhteki tüm mahkeme kararlarına karşın "Bakanlar Kurulu Prensip Kararı" ile Bergama Ovacık Altın Madeni'ni işletmeye devam ediyor. Başta TMMOB'a bağlı odalar olmak üzere kamuoyunun Bergama Ovacık Altın Madeni ile ilgili yönelttiği sorulara ise yetkililerden herhangi bir yanıt gelmiyor.
Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Aydın Çelebi ile Bergama'ya dair yanıtsız kalan soruları, "şirketin verdiği yanıtlarla hemen hemen aynı ifadeleri taşıyan" resmi yanıtları ve bunlar ekseninde, Meclis'te görüşülmekte olan Maden Yasası'nı konuştuk.
Bergama'da üretilen altın miktarı konusundaki belirsizlik devam ediyor mu? Üretime geçilmeden önce, işletmenin bildirdiği miktarı ve bundan elde edeceği geliri gözönüne aldığımızda, şirketin zarar edeceği gibi bir görüntü ortaya çıkıyordu. Biz ya rezervin ya da tenörün eksik verildiğini öne sürmüştük. Yaptığımız gözlemde atık barajının hemen hemen dolduğunu gördük. Bir yandan da ocağın batıya ve atık çukuruna doğru genişlemiş olması da işletmenin bildirdiğinden çok daha büyük bir oranda rezerve sahip olabileceğini gösteriyordu. Bütün bunların ışığında "Bu işletme ne kadar altın üretti" diye sorduk. Cevaplar oldukça farklı. Maliye Bakanlığı'na sorulan bu soruya, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından verilen yanıtta, firmanın İstanbul Altın Borsası'na verdiği beyan uyarınca "2001 temmuz ayından bu yana üretilen altın 18 tondur". Aynı yazıya göre 2003 yılında toplam ihracat miktarı yalnızca bin 69 kilo. Şirketin odalara yanıt olsun diye verdiği bir metin var. Orada da 8 bin 934 altın ve 10 bin 539 kilo gümüş üretildiği söyleniyor. Bu farklı ve çelişik rakamlar gözönüne alındığında Normandy'nin ne kadar altın ürettiğine dair bir belge olmadığı açığa çıkıyor. Yurtdışına çıkarılan kıymetli madenlerin ilk alım satım işlemi İstanbul Altın Borsası'nda yapılmamış. Bunla ilgili sorduğumuz soruya verilen yanıtta "Mevzuata açıklık getirilmesini teminen Hazine Müsteşarlığı çalışmaların sürdürmektedir" deniyor. Oysa bu konudaki mevzuat açık. Hazine Müsteşarlığı odamıza yazdığı yazıda bu madenlerin "alım satım işleminin İstanbul Altın Borsası'nda gerçekleştirilmesi" zorunluluğu getirildiği belirtiliyor. Mevzuat bu kadar açıkken yurt dışına kaçakçılık yapıldığı açığa çıkıyor. Verilen yanıtlarda bunun farkında olunduğu anlaşılıyor ve şirketin yasalara uyumunu sağlamak yerine, yasaları şirkete uydurmak isteniyor. Müsteşarlığın yazısı, "uluslararası bir şirketin çıkarlarına uygun bir mevzuat hazırlanması gerektiğini" söylüyor.
Şirketin dore altını neden yurtdışında rafine ettirdiği de soru işaretleri arasında yer alıyor. Bu konuda Maliye Bakanlığı, "Halen Türkiye'de uluslararası piyasalarda kabul gören standartlarda üretim yapan altın rafinerisinin bulunmaması nedeniyle yurt içinde üretilen dore altın rafine edilmek üzere yurtdışına ihraç edilmektedir" yanıtını verdi. Dore satışında yüzde 18 KDV uygulanırken, rafine altın ve gümüşte KDV yok. Vergiden kaçma amacı olduğu açık. Türkiye'de bu işi uluslararası standartlarda yapan firmalar var. Bu firmaların bazıları da Normandy'e başvurdu ancak Normandy, onca nakliye masrafına rağmen, dore altını yurtdışında rafine ettirmeyi tercih ediyor.
'Atık barajının çökme ihtimali' gibi konularla ilgili son durum nedir? Ocak açılırken sıyrılan bitkisel toprağın, atık barajının gövdesinde kullanıldığı yönünde öngörümüz vardı. Şirket yaptığı açıklamada burada kullanılan kilin kaynağını açıklamamış. Biz bunun bitkisel toprak olduğunu, maliyeti azaltacak bir önlem olarak alındığını düşünüyoruz. Yoksa bu kadar büyüklükte bir toprağın belgelenmesi gerekirdi. Eğer kullanılmadıysa, "Sahadan sıyrılan bitkisel toprak nerede" sorusu yanıtını bekliyor. Bunun araştırılması için izin istemiştik, vermediler. Atık barajının çökme ihtimali devam ediyor. Bu konudaki teknik sorulara hiçbir yanıt alamadık. Tehlikeli atıklarla ilgili mevzuata da uyulmuyor. Atıklarla ilgili ölçülen ve bildirilen rakamlar arasında fark var ama bunla ilgili yasal bir işlem yapılmadı. Mevzuat bu firmanın çıkarlarına uygun hale getirilmeye çalışılıyor.
2 Nisan 2002'de tesis mühürlendi, 3 Nisan 2002'de Bakanlar Kurulu Prensip Kararı ile tekrar açıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmiş koalisyon iktidarı da bu iktidar da birer sınıf iktidarı. Bu da yalnızca ülkemizdeki bir sınıf değil. Bu iktidarlar dünya egemenleriyle işbirliği halinde. Emeğiyle geçinenlerin, eşit özgür bir dünya isteyenlerin iktidarları değil. İkisi de hızlı bir şekilde emekçilerin aleyhine kararlar alabiliyorlar. Egemenlerin karlarına kar katacak durumlarda, uluslararası tekellerin çıkarları söz konusu olduğunda anında kararlar çıkartabiliyorlar. Bağlı bulundukları kan aldıkları, dünya egemenlerin istemlerini bir talimat gibi ele alıyorlar ve yerine getiriyorlar.
Sağlıkla ilgili sorduğunuz sorulara verilen yanıtlar tatmin edici miydi? Şirket ve Sağlık Bakanlığı hemen hemen aynı yanıtları verdi. "Her şeyin denetim altına alındığı" söylüyorlar. Oysa biz, "şirketin genç bir elemanın kanserden öldüğünü, bir başkasının kimyasallardan zehirlenmeye bağlı kalıcı hastalık nedeniyle işten çıkarıldığını, işletmedeki musluklardan su içilmemesi yönünde uyarılar yapılırken aynı suyun çevre köylerde içme suyu olarak kullanıldığını, işletme doktorunun gördüğü baskılar nedeniyle işletmeden ayrıldığını, bir besi tesisinde hayvanların öldüğünü, sakat doğduğunu, çevre yörelerde genç kadınların daha önce görülmediği oranda göğüslerini aldırdığını" biliyoruz. Bu konuda verilen yanıtlar tatmin edici değil!
Bergama'da üretilen altın miktarı konusundaki belirsizlik devam ediyor mu? Üretime geçilmeden önce, işletmenin bildirdiği miktarı ve bundan elde edeceği geliri gözönüne aldığımızda, şirketin zarar edeceği gibi bir görüntü ortaya çıkıyordu. Biz ya rezervin ya da tenörün eksik verildiğini öne sürmüştük. Yaptığımız gözlemde atık barajının hemen hemen dolduğunu gördük. Bir yandan da ocağın batıya ve atık çukuruna doğru genişlemiş olması da işletmenin bildirdiğinden çok daha büyük bir oranda rezerve sahip olabileceğini gösteriyordu. Bütün bunların ışığında "Bu işletme ne kadar altın üretti" diye sorduk. Cevaplar oldukça farklı. Maliye Bakanlığı'na sorulan bu soruya, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından verilen yanıtta, firmanın İstanbul Altın Borsası'na verdiği beyan uyarınca "2001 temmuz ayından bu yana üretilen altın 18 tondur". Aynı yazıya göre 2003 yılında toplam ihracat miktarı yalnızca bin 69 kilo. Şirketin odalara yanıt olsun diye verdiği bir metin var. Orada da 8 bin 934 altın ve 10 bin 539 kilo gümüş üretildiği söyleniyor. Bu farklı ve çelişik rakamlar gözönüne alındığında Normandy'nin ne kadar altın ürettiğine dair bir belge olmadığı açığa çıkıyor. Yurtdışına çıkarılan kıymetli madenlerin ilk alım satım işlemi İstanbul Altın Borsası'nda yapılmamış. Bunla ilgili sorduğumuz soruya verilen yanıtta "Mevzuata açıklık getirilmesini teminen Hazine Müsteşarlığı çalışmaların sürdürmektedir" deniyor. Oysa bu konudaki mevzuat açık. Hazine Müsteşarlığı odamıza yazdığı yazıda bu madenlerin "alım satım işleminin İstanbul Altın Borsası'nda gerçekleştirilmesi" zorunluluğu getirildiği belirtiliyor. Mevzuat bu kadar açıkken yurt dışına kaçakçılık yapıldığı açığa çıkıyor. Verilen yanıtlarda bunun farkında olunduğu anlaşılıyor ve şirketin yasalara uyumunu sağlamak yerine, yasaları şirkete uydurmak isteniyor. Müsteşarlığın yazısı, "uluslararası bir şirketin çıkarlarına uygun bir mevzuat hazırlanması gerektiğini" söylüyor.
Şirketin dore altını neden yurtdışında rafine ettirdiği de soru işaretleri arasında yer alıyor. Bu konuda Maliye Bakanlığı, "Halen Türkiye'de uluslararası piyasalarda kabul gören standartlarda üretim yapan altın rafinerisinin bulunmaması nedeniyle yurt içinde üretilen dore altın rafine edilmek üzere yurtdışına ihraç edilmektedir" yanıtını verdi. Dore satışında yüzde 18 KDV uygulanırken, rafine altın ve gümüşte KDV yok. Vergiden kaçma amacı olduğu açık. Türkiye'de bu işi uluslararası standartlarda yapan firmalar var. Bu firmaların bazıları da Normandy'e başvurdu ancak Normandy, onca nakliye masrafına rağmen, dore altını yurtdışında rafine ettirmeyi tercih ediyor.
'Atık barajının çökme ihtimali' gibi konularla ilgili son durum nedir? Ocak açılırken sıyrılan bitkisel toprağın, atık barajının gövdesinde kullanıldığı yönünde öngörümüz vardı. Şirket yaptığı açıklamada burada kullanılan kilin kaynağını açıklamamış. Biz bunun bitkisel toprak olduğunu, maliyeti azaltacak bir önlem olarak alındığını düşünüyoruz. Yoksa bu kadar büyüklükte bir toprağın belgelenmesi gerekirdi. Eğer kullanılmadıysa, "Sahadan sıyrılan bitkisel toprak nerede" sorusu yanıtını bekliyor. Bunun araştırılması için izin istemiştik, vermediler. Atık barajının çökme ihtimali devam ediyor. Bu konudaki teknik sorulara hiçbir yanıt alamadık. Tehlikeli atıklarla ilgili mevzuata da uyulmuyor. Atıklarla ilgili ölçülen ve bildirilen rakamlar arasında fark var ama bunla ilgili yasal bir işlem yapılmadı. Mevzuat bu firmanın çıkarlarına uygun hale getirilmeye çalışılıyor.
2 Nisan 2002'de tesis mühürlendi, 3 Nisan 2002'de Bakanlar Kurulu Prensip Kararı ile tekrar açıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmiş koalisyon iktidarı da bu iktidar da birer sınıf iktidarı. Bu da yalnızca ülkemizdeki bir sınıf değil. Bu iktidarlar dünya egemenleriyle işbirliği halinde. Emeğiyle geçinenlerin, eşit özgür bir dünya isteyenlerin iktidarları değil. İkisi de hızlı bir şekilde emekçilerin aleyhine kararlar alabiliyorlar. Egemenlerin karlarına kar katacak durumlarda, uluslararası tekellerin çıkarları söz konusu olduğunda anında kararlar çıkartabiliyorlar. Bağlı bulundukları kan aldıkları, dünya egemenlerin istemlerini bir talimat gibi ele alıyorlar ve yerine getiriyorlar.
Sağlıkla ilgili sorduğunuz sorulara verilen yanıtlar tatmin edici miydi? Şirket ve Sağlık Bakanlığı hemen hemen aynı yanıtları verdi. "Her şeyin denetim altına alındığı" söylüyorlar. Oysa biz, "şirketin genç bir elemanın kanserden öldüğünü, bir başkasının kimyasallardan zehirlenmeye bağlı kalıcı hastalık nedeniyle işten çıkarıldığını, işletmedeki musluklardan su içilmemesi yönünde uyarılar yapılırken aynı suyun çevre köylerde içme suyu olarak kullanıldığını, işletme doktorunun gördüğü baskılar nedeniyle işletmeden ayrıldığını, bir besi tesisinde hayvanların öldüğünü, sakat doğduğunu, çevre yörelerde genç kadınların daha önce görülmediği oranda göğüslerini aldırdığını" biliyoruz. Bu konuda verilen yanıtlar tatmin edici değil!
Evrensel'i Takip Et