19 Mayıs 2004 21:00
Bana eli kınalı gelin getirdiler
2000'de en fazla intiharı düşündük ve yine 2000 yılında bir çoğumuz kimseye söylemeden kendi içimizde Batman'da ne oluyor, diye kendi kendimize sorduk.
2000'de en fazla intiharı düşündük ve yine 2000 yılında bir çoğumuz kimseye söylemeden kendi içimizde Batman'da ne oluyor, diye kendi kendimize sorduk. Her gün gazetelerden intihar haberleri okumaktan, TV'lerden canlı canlı intihar görüntüleri izlemekten ve apartmanın en üst katında kendini bıçaklayan adam görüntülerine gülerek, "atla atla" diyerek, bir futbol maçını izler gibi baktık. Sadece baktık. İnsani yanlarımız, toplumsal alanlarımız tıkanmıştır, kirlenme alıp başını gitmiştir ve bize kalan, kaldığımız yerde çürümekten öteye gitmedi. İntiharı şimdi başka bir felaket izliyor: Fuhuş. Kine em'i (kimiz biz) Şıvan Perwer söylediği zaman teybin sesini kısardık, polis korkusundan. Şimdi bu şarkı bir pavyonda çalınıyor; şarkıyı söyleyen kadın "kine em" dediği zaman, yuvarlak göbekli bir adam ayağa kalkıyor, "Emin em lo lo" (biziz) diye bağırıyor, cebindeki para destesini çıkarıyor, kadının göğüslerine uzanıyor elli. El kırılsın diyorum, göğüs parçalansın diyorum; diyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Trafik ışıklarının renklerinden dolayı açılan davalar aklıma geliyor sonra... sonra isimler, yasak isimler geliyor. Şimdi bu renkler tümüyle kararmış, isimlerse fuhuş yapılan pastanelerin, birahanelerin ışıklı panolarını süslüyorlar. Dilan Birahanesi, Hozan Pastanesi vs. Kim unutabilir Zozan ismini. Vedat Aydın yeni öldürülmüştü, Zozan ismi siliniyordu camlardan, Ozan yapılıyordu. Liste uzayıp gidiyor işte. Kötü haberler alıyorum hergün ve en kötüsü 10 küsur senedir tanığım arkadaşım Ahmet Sümbül'den geliyor. Ahmet bir kitap hazırlamış, adı " Güneydoğu'da Fuhuş." Diyarbakır'da yüzlerce randevuevinin varlığından söz ediyor Ahmet.
Artık hayatın parçası Fuhuş artık hayatın günlük bir parçası, böyle söylüyor Ahmet. Sonra ekliyor, " Çocukların ceplerinde bile kadın pazarlayan pezevenklerin telefon numaraları var." Korkuyorum bu sözden, ömrüm diyorum, ömrüm ki hep harcadım, harcamaya çekinmedim, ömrüm bu çocuğun cebine bir pezevengin telefon numarası koyması için değildi. Fuhuş o kadar büyümüş ki. Iğdır'dan başlıyor bir hayat kadının hikâyesi. Kadın AIDS'li olduğunu, çalışmanın bir ödülü gibi sunuyor. İnsanlara hastalık taşıdığını söylüyor düpedüz. Ama dinleyen kim. Atın ölümü arpadan olsun diyor adamlar. İki de bir kod ad kullanıyormuş kadın. Gittiği yerlere göre isimler alıyor. Bir tek şey biliyordum oysa bu coğrafya ile ilgili, bilirdim ki nehirler buralardan geceleyin geçer, geçerken de kimse onları tanıması diye adlarını değiştirirler. Kadın rahat çalışmak için birde Iğdırlı bir pezevenk bulmuş, adı Baki. Baki Trabzon'a pazarlamış onu, Kars'a, Erzurum'a, Van'a... Buralarda iyi paralar kazanmışlar, iyi yaşamışlar, sonra Diyarbakır, Mardin ve Urfa... Kadın buralarda biraz Kürtçe, biraz Türkçe öğrenmiş, artık kendini pazarlamaya başladığı zaman Baki'den yolunu ayırmış. AIDS'ten korkmuyor, "Her insan mikrop taşır" diyerek açıklıyor hastalığını, sonra "mert" bir tavır takınıyor, "adamlara söylüyorum ama" diyor. Diyor ama AIDS'in ne zaman büyüyüp can almaya başlayacağını düşünemiyor.
Bak bademler çiçek açtı Nereden geldik buraya. Bir namluya dönüp, böyle mermiler mi sıkılacaktı beynimize? Ki ben Kars'ı bir çocuk gibi severdim, en büyük arzum Van'da, Bendi Mahi'de bir saat korkmadan, sırtımı duvara dayamadan oturabilmekti. Annem köye çağırıyor beni, gel diyor, "Bak bademler çiçek açtı", nasıl geleyim, kalbimin bir tarafı buz tutmuşken nasıl geleyim? Gelsem Diyarbakır'a gitmesem olur mu? Ahmet fuhuştan bahsediyor. Körpecik kadınların Urfa'nın köylerine götürüldüğünü... Hatırlı mahkumlara gecenin bir vaktinde servis yapıldığını... Sonra adına onlarca şiir yazdığım Gazele ne der? Diyarbakır'daki mahkemesi daha sonuçlanmadı. Ulucami'de volta atıp namaz saatini dört gözle bekleyen ihtiyarlara ne derim? Desem ki Ahmet geldi, bir kitap yazmış, biliyorum, hepsi bir ağızdan, "aferin" der, ama konu ne diye sorarlarsa, "fuhuş" dersem, hepsi namazı bırakmaz mı, bırakırlar evlerine çekilir ve ak sakallarını yolmazlar mı, bıyıklarını dişleriyle kırıp, sabah namazlarını iki kere şaşırıp üç kere şeytana nalet getirip çocuklarını okula gönderirken oturup ağlamazlar mı? Üç beş kadın derneği, bir iki parti, basın açıklaması ve gazetelerde göbekten bir fotoğraf... Ahmet anlatıyor, 16 yaşında biri diyor... Sözünü tamamlayamıyor. 16 yaşında genç bir kız, yaşının 19 yaşında olduğunu söylüyor.Böyle müşteri buluyor. Müşteri de kurnaz zaten 19 yaşında olduğunu söyleyen, aslında 16 ve daha küçük yaşta kurban arıyor. Taze et diyor müşteri, taze et gibidir, genç kız. İnsan demek ki insanın amacı değil artık.İnsan insanın sahnesi olmuş.Bu sahnede hep çirkin sergileniyor. Pezevenkler fiyata göre genç kız buluyorlar, "istersen" diyorlar, ki talep var, " Sana bakire kız getireyim, elimizde var" diyorlar. Pezevenkler itibarlı kişiler gibi artık. Eskiden tek tük olurlardı, lokantalara sokulmazlardı, kahvelerde oturacak iskemle bulamazlardı. Biri diğerine pezevenk demeye görsün, sırtta ki bıçak parlar, bir daire çizilir, birinin elinden bıçak düşünceye kadar kimse o çemberden içeri gitmezdi. Pezevenkler artık hatırlı birer iş adamı görünümündeler, cep telefonları var, oturdukları kahveler var: Kartvizit kullanmıyorlar, öyle bir müşterileri çoğalmış ki kime ulaşacaklarını şaşırmışlar. Ve en can alıcı olanı da bir randevuevi sahibi kadının ağzından çıkan sözler, diyor ki bu kadın, bana eli kınalı kadın getirdiler. Ahmet kitap yazmış, adı fuhuş. Küçük çocukların parklarda pazarlandığını söylüyor Ahmet, tokatlanıp genç kızların alınıp götürüldüğünü, siren sesleri arasında bir kuşağın yok olup gittiğini... Evli bir adamın karısını sattığını anlatıyor Ahmet... Bir kadının evlendikten sonra rahat rahat fuhuş yapmaya başladığını... Araya sözler giriyor, Iğdır ve sınır kapısı... Aman diyorum kapılar kapansın... Anlıyorum. Sovyetler dağılınca Lacoste kazak, kot pantolon ve muz aradı Ruslar ve bizde, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da "düşük yoğunluklu" bir savaş vardı. Köyler yakıldı ve askerler bir ucu köylerle yakılmış mektuplar yollarken sevgililerine Adana'ya Mersin'e, İzmir ve İstanbul'a göç başladı. Operasyonlara, silahlara yüz milyon dolar harcandığı söylendi, TMMOB'un yaptığı açıklamaya göre Türkiye 21 katrilyon TL harcamıştı. Iğdır diyorum işte, önemli diyorum, hatırlıyorum, belleğim yanıltmıyor beni, Iğdır belediyesi "Ermeni çeteci" rolünü oynatmak için memur arıyordu, memurlarına maaş vermek aklına gelmiyordu, ancak 43,5 metre boyunda 5 süngüden oluşan "Ermeni Soykırımı Anıtı"nı 99'un fiyatlarına göre 4 trilyona yaptırıyordu. Mersin diyorum önemli, geçen seçimlerde burada HADEP seçimleri başa baş götürdü, hatta ruhen kazandı... Şırnaklı bir kız Diyarbakır'da kazandığı parayla birgün buradan gideceğini, kardeşlerini okutacağını söylüyor. Seçim zamanıydı, hatırlıyorum. Özdemir İnce yazmıştı. İnce'yi bilirsiniz, Hürriyet gazetesinde yazar. Yazardır, üstelik şair, demişti ki Mersin'in en büyük sorunu "Sahilde tuvalet. Kim bu sorunu çözerse o kazanır." İşte ben bu satırları okuduğum zaman bir sinezen olmak isterdim, değildim, zehirli kılıçlarımsa çoktan paslanmıştı. Bu seçimlerde Mersin'de 120 bin kişi oy kullanmadı, gerçek buydu. Politika artık umut değil.
Yalnızca tek katı dolu bir apartman Ahmet Batman'da 12 daireli, altı katlı bir apartmandan söz ediyor. Bu apartmanın tam karşısında belediye var, paralelinde ise AKP'nin binası. Altı katlı apartmanın bir dairesi dolu, diğer on bir daire ise boş. Apartmanın kiracıları evlerini bırakıp gitmişler. Yalnızca dolu olan tek katta ise fuhuş yapılıyor. Eskiden Hizbullah varmış, PKK varmış. Oyuncak bebekler dul kadınların dizlerinde büyüdü bu kentte. Kimin umurunda. İki binli yıllar işte, Öcalan'ı Türkiye'ye getirerek zafer kazanan devlet hâlâ Kürt sorununu "terör sorunu" olarak görüyor. Zaten bunun bir nişanesi olarak ilerleyen yıllarda bölgeden kimi çocukları Ankara Atakule'ye getirip gezdirdi, Van'da puşi ile bale yaptırdı, böylece Kürt sorunu çözüldü. Bir yıl sonra da Civan Haco bölgeye gelmişti. Zaten İbrahim Tatlıses'te bir süre önce bu meydanda Türkçe bilmeyen bir kadına tercümanlık yapmıştı. Mesele bitmişti. Fuhuş ise biten yerde başlıyor. Bunu uyuşturucu izleyecek. Mafya geliyor.
Artık hayatın parçası Fuhuş artık hayatın günlük bir parçası, böyle söylüyor Ahmet. Sonra ekliyor, " Çocukların ceplerinde bile kadın pazarlayan pezevenklerin telefon numaraları var." Korkuyorum bu sözden, ömrüm diyorum, ömrüm ki hep harcadım, harcamaya çekinmedim, ömrüm bu çocuğun cebine bir pezevengin telefon numarası koyması için değildi. Fuhuş o kadar büyümüş ki. Iğdır'dan başlıyor bir hayat kadının hikâyesi. Kadın AIDS'li olduğunu, çalışmanın bir ödülü gibi sunuyor. İnsanlara hastalık taşıdığını söylüyor düpedüz. Ama dinleyen kim. Atın ölümü arpadan olsun diyor adamlar. İki de bir kod ad kullanıyormuş kadın. Gittiği yerlere göre isimler alıyor. Bir tek şey biliyordum oysa bu coğrafya ile ilgili, bilirdim ki nehirler buralardan geceleyin geçer, geçerken de kimse onları tanıması diye adlarını değiştirirler. Kadın rahat çalışmak için birde Iğdırlı bir pezevenk bulmuş, adı Baki. Baki Trabzon'a pazarlamış onu, Kars'a, Erzurum'a, Van'a... Buralarda iyi paralar kazanmışlar, iyi yaşamışlar, sonra Diyarbakır, Mardin ve Urfa... Kadın buralarda biraz Kürtçe, biraz Türkçe öğrenmiş, artık kendini pazarlamaya başladığı zaman Baki'den yolunu ayırmış. AIDS'ten korkmuyor, "Her insan mikrop taşır" diyerek açıklıyor hastalığını, sonra "mert" bir tavır takınıyor, "adamlara söylüyorum ama" diyor. Diyor ama AIDS'in ne zaman büyüyüp can almaya başlayacağını düşünemiyor.
Bak bademler çiçek açtı Nereden geldik buraya. Bir namluya dönüp, böyle mermiler mi sıkılacaktı beynimize? Ki ben Kars'ı bir çocuk gibi severdim, en büyük arzum Van'da, Bendi Mahi'de bir saat korkmadan, sırtımı duvara dayamadan oturabilmekti. Annem köye çağırıyor beni, gel diyor, "Bak bademler çiçek açtı", nasıl geleyim, kalbimin bir tarafı buz tutmuşken nasıl geleyim? Gelsem Diyarbakır'a gitmesem olur mu? Ahmet fuhuştan bahsediyor. Körpecik kadınların Urfa'nın köylerine götürüldüğünü... Hatırlı mahkumlara gecenin bir vaktinde servis yapıldığını... Sonra adına onlarca şiir yazdığım Gazele ne der? Diyarbakır'daki mahkemesi daha sonuçlanmadı. Ulucami'de volta atıp namaz saatini dört gözle bekleyen ihtiyarlara ne derim? Desem ki Ahmet geldi, bir kitap yazmış, biliyorum, hepsi bir ağızdan, "aferin" der, ama konu ne diye sorarlarsa, "fuhuş" dersem, hepsi namazı bırakmaz mı, bırakırlar evlerine çekilir ve ak sakallarını yolmazlar mı, bıyıklarını dişleriyle kırıp, sabah namazlarını iki kere şaşırıp üç kere şeytana nalet getirip çocuklarını okula gönderirken oturup ağlamazlar mı? Üç beş kadın derneği, bir iki parti, basın açıklaması ve gazetelerde göbekten bir fotoğraf... Ahmet anlatıyor, 16 yaşında biri diyor... Sözünü tamamlayamıyor. 16 yaşında genç bir kız, yaşının 19 yaşında olduğunu söylüyor.Böyle müşteri buluyor. Müşteri de kurnaz zaten 19 yaşında olduğunu söyleyen, aslında 16 ve daha küçük yaşta kurban arıyor. Taze et diyor müşteri, taze et gibidir, genç kız. İnsan demek ki insanın amacı değil artık.İnsan insanın sahnesi olmuş.Bu sahnede hep çirkin sergileniyor. Pezevenkler fiyata göre genç kız buluyorlar, "istersen" diyorlar, ki talep var, " Sana bakire kız getireyim, elimizde var" diyorlar. Pezevenkler itibarlı kişiler gibi artık. Eskiden tek tük olurlardı, lokantalara sokulmazlardı, kahvelerde oturacak iskemle bulamazlardı. Biri diğerine pezevenk demeye görsün, sırtta ki bıçak parlar, bir daire çizilir, birinin elinden bıçak düşünceye kadar kimse o çemberden içeri gitmezdi. Pezevenkler artık hatırlı birer iş adamı görünümündeler, cep telefonları var, oturdukları kahveler var: Kartvizit kullanmıyorlar, öyle bir müşterileri çoğalmış ki kime ulaşacaklarını şaşırmışlar. Ve en can alıcı olanı da bir randevuevi sahibi kadının ağzından çıkan sözler, diyor ki bu kadın, bana eli kınalı kadın getirdiler. Ahmet kitap yazmış, adı fuhuş. Küçük çocukların parklarda pazarlandığını söylüyor Ahmet, tokatlanıp genç kızların alınıp götürüldüğünü, siren sesleri arasında bir kuşağın yok olup gittiğini... Evli bir adamın karısını sattığını anlatıyor Ahmet... Bir kadının evlendikten sonra rahat rahat fuhuş yapmaya başladığını... Araya sözler giriyor, Iğdır ve sınır kapısı... Aman diyorum kapılar kapansın... Anlıyorum. Sovyetler dağılınca Lacoste kazak, kot pantolon ve muz aradı Ruslar ve bizde, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da "düşük yoğunluklu" bir savaş vardı. Köyler yakıldı ve askerler bir ucu köylerle yakılmış mektuplar yollarken sevgililerine Adana'ya Mersin'e, İzmir ve İstanbul'a göç başladı. Operasyonlara, silahlara yüz milyon dolar harcandığı söylendi, TMMOB'un yaptığı açıklamaya göre Türkiye 21 katrilyon TL harcamıştı. Iğdır diyorum işte, önemli diyorum, hatırlıyorum, belleğim yanıltmıyor beni, Iğdır belediyesi "Ermeni çeteci" rolünü oynatmak için memur arıyordu, memurlarına maaş vermek aklına gelmiyordu, ancak 43,5 metre boyunda 5 süngüden oluşan "Ermeni Soykırımı Anıtı"nı 99'un fiyatlarına göre 4 trilyona yaptırıyordu. Mersin diyorum önemli, geçen seçimlerde burada HADEP seçimleri başa baş götürdü, hatta ruhen kazandı... Şırnaklı bir kız Diyarbakır'da kazandığı parayla birgün buradan gideceğini, kardeşlerini okutacağını söylüyor. Seçim zamanıydı, hatırlıyorum. Özdemir İnce yazmıştı. İnce'yi bilirsiniz, Hürriyet gazetesinde yazar. Yazardır, üstelik şair, demişti ki Mersin'in en büyük sorunu "Sahilde tuvalet. Kim bu sorunu çözerse o kazanır." İşte ben bu satırları okuduğum zaman bir sinezen olmak isterdim, değildim, zehirli kılıçlarımsa çoktan paslanmıştı. Bu seçimlerde Mersin'de 120 bin kişi oy kullanmadı, gerçek buydu. Politika artık umut değil.
Yalnızca tek katı dolu bir apartman Ahmet Batman'da 12 daireli, altı katlı bir apartmandan söz ediyor. Bu apartmanın tam karşısında belediye var, paralelinde ise AKP'nin binası. Altı katlı apartmanın bir dairesi dolu, diğer on bir daire ise boş. Apartmanın kiracıları evlerini bırakıp gitmişler. Yalnızca dolu olan tek katta ise fuhuş yapılıyor. Eskiden Hizbullah varmış, PKK varmış. Oyuncak bebekler dul kadınların dizlerinde büyüdü bu kentte. Kimin umurunda. İki binli yıllar işte, Öcalan'ı Türkiye'ye getirerek zafer kazanan devlet hâlâ Kürt sorununu "terör sorunu" olarak görüyor. Zaten bunun bir nişanesi olarak ilerleyen yıllarda bölgeden kimi çocukları Ankara Atakule'ye getirip gezdirdi, Van'da puşi ile bale yaptırdı, böylece Kürt sorunu çözüldü. Bir yıl sonra da Civan Haco bölgeye gelmişti. Zaten İbrahim Tatlıses'te bir süre önce bu meydanda Türkçe bilmeyen bir kadına tercümanlık yapmıştı. Mesele bitmişti. Fuhuş ise biten yerde başlıyor. Bunu uyuşturucu izleyecek. Mafya geliyor.