29 Mayıs 2004 21:00

Kadınlar Çeşmesi

Piyale Paşa Camii'ne bakıyordum, çevre yolunda birden durağın adı gözüme çarptı : Kadınlar Çeşmesi. Ve anılar boşanıverdi. Annemin genç bir işçi kız, ama evde çalışan bir işçi kız olarak dünyayı göremeden çalışmasının özeti bir cümle "Bütün hafta bekle, hava güzel olsun da annen Kadınlar Çeşmesi'ne götürsün." Bugün motorlu taşıtların on dakika içinde ulaştıracağı bir yer Kadınlar Çeşmesi. O zamanlar -en az yetmiş yıl- önce yaya gidilen, böylece biraz dışarısını, biraz çevreyi görmeyi sağlayan bir uzaklık. Sonra durağın epey arkasındaki Piyale Paşa Camii'ni düşündüm. Bahçesi benim çocukluğumda gezi yeri gibiydi. Boş duran caminin çinilerini pencereden izler, ağaç altında oturur serinlerdik. Caminin çevresinde daha çok çiçek seraları vardı. Acaba annemin gençliğindeki Kadınlar Çeşmesi nasıl bir gezi yeriydi? Kitaplara, ansiklopedilere inanırım. Bu yüzden İstanbul Ansiklopedisi'ni açtım... ve bulamadım. Unutulmuş bir semt ya da gezi yeri olmalı. Adı durakta kalıp özellikleri kaybolan. Bademlik, Çifte Cevizler, Sıraselviler gibi. Kazancılar Yokuşu gibi. İstanbul'da adının başına "kadınlar" adının eklendiği başka semtler de var. Bugün Fatih çevresindeki bir pazar yerinin adı Kadınpazarı ya da Kadınlar Pazarı. Tüm Türkiyeli ot, baharat, peynir çeşitleri orada. Aynı anlama gelen Avrat Pazarı da bugünkü Haseki çevresinin eski adı. Burada da yalnız kadınların satış yaptığı bir pazar varmış. Kanuni, gözdesi Hürrem'e camisini yaptırması için bu semtten yer bağışlamış. Konuyu esprili bir biçimde kaydeden tarihçi bunun yanlış anlaşılacağını ne bilsin? Okuyanlar bu semtin esir pazarı olduğuna karar vermişler. Oysa satılan esir yalnızca kadın değil ki köle pazarına avrat pazarı densin. Esir pazarlarının da semtleri belli. Şimdi size esir pazarının Tavuk Pazarı'nda, meyhanelerin Balık Pazarı'nda yoğunlaştığını söylesem İstanbul tarihine dalıp gideceğiz. Oysa niyetim hiç de bu değil. Kadınlar Çeşmesi'nden söz açışım bu adın bana yalnız kadınların su aldığı bir kır çeşmesi düşü yaşatmasıydı. Yalnız kadınların gittiği bir çeşme size yadırgatıcı geliyorsa, bir zamanlar bir kadın dergisinin teknik işlerde çalışanlarının bile kadın olduğunu anımsatayım: Kadınlar Dünyası. 1913-1921 arasında yayımlanan dergiye yalnızca kadınlar yazabiliyordu ve o zaman kurşun harflerle dizilen satırları sayfa biçimine sokanlar (mürettipler) de kadındı. Bu dergiyi ilerdeki bir yazıda anlatacağım ama şimdi yalnızca kadınların izleyebilecekleri bir oyundan söz etmeliyim, adı "Yedi Kadın". Yazan Sevilay Saray. Tiyatro Boğaziçi sahneliyor. Hem dramaturji hem de prodüksiyon ortak kadın çalışmasının eseri. Danslı bir oyun, koreografi Seda Saral, ışık efekt Ayşan Sönmez, Fotoğraf-görüntü Hadiye Cangökçe, Pınar Özkul. Oyunun kahramanı 7 kadını ise; Aysel Yıldırım, Ece Aydın, Gülbahar Tunç,Özlem Pehlivaner, Selin Aydınoğlu, Sinem Yılancı, Zeynep Okan oynuyor. Gösterinin "yalnızca kadınlara açık " oluşu biletlerden afişe oyunla ilgili her malzemede uyarı olarak yer alıyor. Gerekçesi şu: "Grup, sahneye taşıdığı kadınlık durumlarını, sahne üzerine sergilediği kadın samimiyetini ve mahremiyetini kadın seyircilerle paylaşmayı tercih ediyor; kadınların yeraltından çıkıp 'erkek kaygısı' duymaksızın etkinliklerde bulunma hakları vardır ve bulunabilirler de ." Oyunu izlemeden önce bu sözler üstüne pek fazla düşünmedim. Ama ikisi dışında yatak giysileriyle bir başka mekâna taşınmış yedi kadın konusunda gözetlemeci medyamızın fantazilerini düşününce hak da verdim. Oyun ne mi anlatıyor? (Oyunu erkeklere anlatmayın uyarısı yok.) Bir gece yarısı yedi kadın kendini bir salonda bulur. Üç kadın aynı evden gelmiştir. Ötekilerle tanışmazlar. Biri göçle gelmiş bir Kürt'tür. Çöplerde arar geçimini, biri bir subay eşidir. Boşanmış bir insan hakları savunucusu avukat ve ikisi kardeş üç genç kız. Kardeşlerden büyüğü evlilik düşleri kuran ama evlenemeyen, öteki davranış ve konuşmalarının kontrolsüzlüğünü özgürlük sanan tipler. Üçüncüsüyse gazeteci olarak henüz iş bulmuş bir genç kız. Bir de travesti var. (Neden orada olduğunu anlayamadım. belki kendini kadın saydığından.) Hiçbiri ötekini tanımıyor ama korkular ortak: Tecavüz. Oyunda nerede olduklarını bir türlü anlayamadıkları mekânın gizini çözmek isterken hep iki olasılık üstünde duruluşu oyunun trajikomiğini oluşturuyor. Birisi Kürt sorunu yüzünden 'derin devletçe ' kaçırılmak, (çünkü düşünülünce herkesin Kürtlükle ya da Kürtlerle bir bağlantısı, ilişkisi olduğunu anımsarlar) ya da Biri Bizi Gözetliyor gibi bir TV programıyla Türkiye'yi temsil eden kadınlar seçmesine katılmış olmak. Oyunun Sartre'ın Altona Mahkûmları'nı anımsatan bir çözümü var. Seyredecek kadınlar için 'süpriz'i bozmayayım. Geçen hafta Emine Laval ile ilgili bir uyarıda bulundum. Almanya'dan karşı bir uyarı geldi. Uluslararası Af Örgütü, Emine Laval'ın bağışlandığnı bildirmiş. Amnesty'nin Nigerya sayfasındaki recm karşıtı İspanyolca yazının ve oylamanın başında Emine ve Safiya'nın resimlerinin bulunuşu onların tanınışındanmış. Arkadaşlarımız bunun bir tepki ölçme yolu olabileceğini söylemişler. Doğrudur. Dünyanın dört bir yanını dolaşan bu e-postalar, belki de olayı somutlaştırarak anlatmaya çalıştılar recm cezasını. Bizim gibi kadınların öldürülüşünün unutuluverdiği ülkelerde bunlara gereksinim var. Ne diyelim, kadınları özgür olmayan bir ülke özgür değildir. Kadınlarımız şimdi derneklerinde, örgütlerinde, komşularında NATO'yu konuşuyorlarmış. Ne yapabilirler, ölçüp biçiyorlarmış. Pazartesi Açıkhava Tiyatrosu'ndaki şenlik de programlarındaymış. Boşa söylenmemiş "gökyüzünün yarısı kadındır" diye.

Evrensel'i Takip Et