13 Temmuz 2004 21:00
S.Kaner, N.Tosun ve Çocukları
GÜNÜN YAZILARI
İki sinema emekçisiydi onlar. İkisini de severdim, sayardım. Suphi Kaner'le bir film maceramız bile olmuştu. Maymun iştahlı olduğumdan sinema perdesine bile çıkmıştım... Suphi Kaner'le de, Necdet Tosun'la da o film öncesinden tanışmıştım. Televizyonlarda eski Türk filmleri gösterilirken 40-45 yıl öncesine dönüyorum, belki de biraz aşırı duygusal olduğum için o günleri yaşıyorum.
Suphi Kaner Doğal olarak herkes bu halkın içinden çıkmıştır, ama Suphi Kaner'de tıpkı Necdet Tosun gibi daha bir halkın içinden... Bir gün evine gittim Suphi'nin, canından çok sevdiği ikizleriyle birlikte bir röportajını yapmak için. Kızın adı aşkın, oğlanınki de Taşkın'dı. Doğalı 6 ay olmuştu (Bugün 42 yaşını aştılar)... Aşkın uslu mu uslu, Taşkın yaramaz mı yaramazdı. S.Kaner o gün, tüm geçmişini anlatmıştı, özetle. "İlk olarak hayat karamelâları sattım" demişti Suphi. "Daha sonra ayakkabıcılık yaptım. Tatillerde ayakkabı tamirciliği yapıyordum. En sevdiğim işte buydu. Tabii birgün geldi, bunu da bıraktım. Bir ara radyoculuk ve elektrikçilikle uğraştım. Arkasından da marangozluk yaptım. Bu iş beni pek sarmadı. Şehzadebaşı'ndaki bir sinemada fıstık ve gazoz sattım. Bu sıralarda hikâye ve şiir yazıyordum. Bir gün bir gazeteye gittim. Hikâyemi yayınlatmak istiyordum. O gazetenin Yazı İşleri Müdürü güldü ve "Bununla para kazanamazsın oğlum. Gel, en iyisi gazete sat, dedi. Her muhitin bir gazetecisi olduğunu bilmediğim için kabul ettim. En önce ben gazeteleri aldığım için bol bol satıyordum. Ama bir sabah az kalsın Yedikule'de dayak yiyordum. O gün benim müvezziliğim bitmişti. Bir sinemada yer göstericiliği ve daha sonra da kapıda durmaya başladım." Daha sonra filmciliğe ve artistliğe merak sarmış. Cahide Sonku'nun sahibi olduğu Sonku Film'e girmiş, reji asistanı olarak. Bir yangın sahnesinin hazırlığı sırasında kör olma tehlikesiyle bile karşılaşmış. Oradan ayrıldıktan sonra, Yeşilçam'daki hemen tüm film şirketlerinin paketlerini postaneye taşımış. Bir süre sonra Fikret Hakan'la birlikte Sahne Sekiz'i kurmuş. Sonra ver elini Anadolu turneleri Askere gitmeden 5 gün önce nişanlanır S. Kaner. Askerlik sonrası yine Bâb-ı Ali'ye döner. Bir gazeteye girer, mürettiplik yapar, sayfa bağlar ve sonunda sekreter olur. Evlenince gazeteden ayrılır. Çünkü bir oda tutmayı istiyordu, ama gazetecilikten kazandığı yetmiyordu. (Demek gerçek gazetecilerin kaderi o zaman da aynıymış. Oysa dönme solcu ve holding patronunun arka kanat yalayıcısı olsaydı Neyse ) Ve sinemaya girer. 1958'de bir, 1959'da oniki, 1960'ta' yirmisekiz ve 1961'de yirmidokuz filmde rol alır. "Ama artık hepsi geçti," diyordu S. Kaner. "Artık benim için varsa-yoksa ikizlerim, Aşkın'la Taşkın. Onları iyi bir hayata hazırlamam gerekiyor." Gencecik yaşında ayrıldı bu dünyadan, Suphi Kaner. İkizlerinin devrimciliklerini bile görmedi
Necdet Tosun Hastaneye yüz metre uzaklıktaki bir kahve ocağında birlikteydik Necdet Tosun'la. Ben de severdim çayı, ama N. Tosun'la yarışamazdım o gün.Çünkü eşi hastanede bir doğururken, o da kahve ocağında dokuz doğuruyordu. Ben o zamanlar bu doğum işinin böylesine önemli olduğunu pek düşünemiyordum. Ama oğlum Volga Tuygun doğduğu gün bana, kucağıma çocuğumu veren hemşireye "20 lira" verişimi, sonra da Şişli'den Cağaloğlu'na yürüyerek gidişimi anımsamaktan başka bir şey gelmiyor aklıma. Daha doğrusu hiçbir şey kalmamış, belirgin anı olarak. Doğumdan birkaç gün önce eşiyle çok tartışmış N. Tosun, "Kız çocuk-erkek çocuk konusunda". "Bir daha doğurmam," demiş eşi. "Sen de kız istiyorsun, ben de. Bir kızımız olsun yeter." Necdet Tosun gürlemiş, "Hanım hanım, ben bugüne kadar sen üzülmeyesin diye kız çocuk istiyor görünmüştüm. Ama başka evlât istemediğine göre, o zaman ben aslında bir erkek çocuk istediğimi söyleyeyim," demişti. Kahve ocağından hastaneye gitti. N. Tosun ve ilk oğlunun doğumunu öğrendi. 15 gün sonra evlerine gittim. "15 gün oldu, daha bir isim bulamadık," diyordu N. Tosun. 15 gün boyunca her gece saat tam onikide kalkıp, oğlunu kontrol ediyordu. Hayatının melodisi gibi geliyordu, oğlunun geceyarısı ağlaması... "Avuçlarımın arasında kayboluyor," dediği oğluna tutkuyla bağlıydı Necdet Tosun... Artık Suphi Kaner olsun, Necdet Tosun olsun, Türk sineması'nın 40-50 yıl önceki gerçek emekçileri sinema tarihimize geçtiler.O zamanlar günümüzdeki gibi medya şaklabanlıkları yoktu. "Emeğe saygı" yine çok azdı.Ama Suphi Kaner'ler, Necdet Tosun'lar, diğer sinema emekçileri gibi tüm özverileriyle sinemaya, seyircilere saygılarını sürdürüyorlardı. Mutluyum onları tanımış olmaktan....
Suphi Kaner Doğal olarak herkes bu halkın içinden çıkmıştır, ama Suphi Kaner'de tıpkı Necdet Tosun gibi daha bir halkın içinden... Bir gün evine gittim Suphi'nin, canından çok sevdiği ikizleriyle birlikte bir röportajını yapmak için. Kızın adı aşkın, oğlanınki de Taşkın'dı. Doğalı 6 ay olmuştu (Bugün 42 yaşını aştılar)... Aşkın uslu mu uslu, Taşkın yaramaz mı yaramazdı. S.Kaner o gün, tüm geçmişini anlatmıştı, özetle. "İlk olarak hayat karamelâları sattım" demişti Suphi. "Daha sonra ayakkabıcılık yaptım. Tatillerde ayakkabı tamirciliği yapıyordum. En sevdiğim işte buydu. Tabii birgün geldi, bunu da bıraktım. Bir ara radyoculuk ve elektrikçilikle uğraştım. Arkasından da marangozluk yaptım. Bu iş beni pek sarmadı. Şehzadebaşı'ndaki bir sinemada fıstık ve gazoz sattım. Bu sıralarda hikâye ve şiir yazıyordum. Bir gün bir gazeteye gittim. Hikâyemi yayınlatmak istiyordum. O gazetenin Yazı İşleri Müdürü güldü ve "Bununla para kazanamazsın oğlum. Gel, en iyisi gazete sat, dedi. Her muhitin bir gazetecisi olduğunu bilmediğim için kabul ettim. En önce ben gazeteleri aldığım için bol bol satıyordum. Ama bir sabah az kalsın Yedikule'de dayak yiyordum. O gün benim müvezziliğim bitmişti. Bir sinemada yer göstericiliği ve daha sonra da kapıda durmaya başladım." Daha sonra filmciliğe ve artistliğe merak sarmış. Cahide Sonku'nun sahibi olduğu Sonku Film'e girmiş, reji asistanı olarak. Bir yangın sahnesinin hazırlığı sırasında kör olma tehlikesiyle bile karşılaşmış. Oradan ayrıldıktan sonra, Yeşilçam'daki hemen tüm film şirketlerinin paketlerini postaneye taşımış. Bir süre sonra Fikret Hakan'la birlikte Sahne Sekiz'i kurmuş. Sonra ver elini Anadolu turneleri Askere gitmeden 5 gün önce nişanlanır S. Kaner. Askerlik sonrası yine Bâb-ı Ali'ye döner. Bir gazeteye girer, mürettiplik yapar, sayfa bağlar ve sonunda sekreter olur. Evlenince gazeteden ayrılır. Çünkü bir oda tutmayı istiyordu, ama gazetecilikten kazandığı yetmiyordu. (Demek gerçek gazetecilerin kaderi o zaman da aynıymış. Oysa dönme solcu ve holding patronunun arka kanat yalayıcısı olsaydı Neyse ) Ve sinemaya girer. 1958'de bir, 1959'da oniki, 1960'ta' yirmisekiz ve 1961'de yirmidokuz filmde rol alır. "Ama artık hepsi geçti," diyordu S. Kaner. "Artık benim için varsa-yoksa ikizlerim, Aşkın'la Taşkın. Onları iyi bir hayata hazırlamam gerekiyor." Gencecik yaşında ayrıldı bu dünyadan, Suphi Kaner. İkizlerinin devrimciliklerini bile görmedi
Necdet Tosun Hastaneye yüz metre uzaklıktaki bir kahve ocağında birlikteydik Necdet Tosun'la. Ben de severdim çayı, ama N. Tosun'la yarışamazdım o gün.Çünkü eşi hastanede bir doğururken, o da kahve ocağında dokuz doğuruyordu. Ben o zamanlar bu doğum işinin böylesine önemli olduğunu pek düşünemiyordum. Ama oğlum Volga Tuygun doğduğu gün bana, kucağıma çocuğumu veren hemşireye "20 lira" verişimi, sonra da Şişli'den Cağaloğlu'na yürüyerek gidişimi anımsamaktan başka bir şey gelmiyor aklıma. Daha doğrusu hiçbir şey kalmamış, belirgin anı olarak. Doğumdan birkaç gün önce eşiyle çok tartışmış N. Tosun, "Kız çocuk-erkek çocuk konusunda". "Bir daha doğurmam," demiş eşi. "Sen de kız istiyorsun, ben de. Bir kızımız olsun yeter." Necdet Tosun gürlemiş, "Hanım hanım, ben bugüne kadar sen üzülmeyesin diye kız çocuk istiyor görünmüştüm. Ama başka evlât istemediğine göre, o zaman ben aslında bir erkek çocuk istediğimi söyleyeyim," demişti. Kahve ocağından hastaneye gitti. N. Tosun ve ilk oğlunun doğumunu öğrendi. 15 gün sonra evlerine gittim. "15 gün oldu, daha bir isim bulamadık," diyordu N. Tosun. 15 gün boyunca her gece saat tam onikide kalkıp, oğlunu kontrol ediyordu. Hayatının melodisi gibi geliyordu, oğlunun geceyarısı ağlaması... "Avuçlarımın arasında kayboluyor," dediği oğluna tutkuyla bağlıydı Necdet Tosun... Artık Suphi Kaner olsun, Necdet Tosun olsun, Türk sineması'nın 40-50 yıl önceki gerçek emekçileri sinema tarihimize geçtiler.O zamanlar günümüzdeki gibi medya şaklabanlıkları yoktu. "Emeğe saygı" yine çok azdı.Ama Suphi Kaner'ler, Necdet Tosun'lar, diğer sinema emekçileri gibi tüm özverileriyle sinemaya, seyircilere saygılarını sürdürüyorlardı. Mutluyum onları tanımış olmaktan....
Evrensel'i Takip Et