21 Ocak 2005 23:00
Cihan Aktaş, İslami feministler arasında ilgimi çekmişti. Yeni Devir'de kadın sayfası düzenlediğinde, olabildiğince izledim yazılarını. (Asiye Dilipak dikkatimi çeken bir başka İslam feministiydi). Düzenlenen panellere katılarak dinledim. Gerçek mesleğinin mimarlık olduğunu,1960 doğumlu olduğunu öğrendim. Türkiye dışında yaşadığını galiba kardeşi söyledi. Hatırımda Pakistan'da yaşıyor diye kalmış. Cihan Aktaş'ın Kapı Yayınları arasında çıkan öykü kitabı önce adı yüzünden dikkatimi çekti : "Ağzı Var Dili Yok Şehrazat". Masal anlatarak kellesini kurtaran bir kadının geleneksel kadın tipine indirgenmesi ilginçti. Kitabın arkasında okuduğum "Nedir hikâyeden beklediğimiz? Hayatı öncelemesi ve yalanı dışlaması. Gerçeküstü görünse bile bizi hakikatın yanına biraz daha, biraz daha yakınlaştırması" cümleleriyse kitabı okumama yol açtı. Çünkü bu tanım "öykü ve gerçek" ilişkisinin bence doğru bir tanımıydı. Cihan Aktaş, 1960 Pınaryolu/Refahiye doğumlu. Bir öğretmen kızı. Öyküleri arasında öğretmenlerle ilgili iki öykü dikkatimi çekti. Öykülerden birinin adı "Göç Hazırlıkları". Tutucu bir kasabada Öğretmenler Sendikası'nın şubesini açmaya çalışan, TİP'i tutan, Çetin Altan'ı beğenen, Akşam, Yeni Ortam gibi gazeteler okuyan, üstelik karısının üstüne kayıtlı bir kitapçı dükkânı olan bir öğretmenin öyküsüdür bu. Öğretmen, ailesinin yerlisi olduğu bu kasabada, yeni atılımlar peşindedir. Öğretmenin kızı anlatıyor öyküyü. Kıza bir gün arkadaşlarından biri "Senin baban komünist" der. Kızcağız bu suçlamanın nedenini anlamadığını söyleyince "Komünist işte, anarşist" diye yineler arkadaşı . Kızın "Babam oruç tutuyor, teravihlere gidiyor, dedemin bize namaz sureleri öğretmesine de karışmıyor" itirazları para etmez. Söylenti büyür: "Cumalara bile gitmiyormuş- komünist kitapları satıyormuş- komünistlerle düşüp kalkıyormuş-Fransızcacıyla içtiği su ayrı gitmiyormuş." Söylentilerin temelinde pek çok kişinin ilden alışverişe geldiği kitapçı dükkânı vardır elbet. Öğretmenin arkadaşlarının da. Ama olayın bir başka nedeni daha vardır: "Her zaman zayıftan yanadır babam, üzerine gidilenden yanadır, ne var bunda. Birkaç hafta önce, uzak köylerden gelen bir Alevi Kürt'ün cuma namazı için camiye girmek istemesi üzerine camide olay çıkmıştı. Babam köylüden yana olup onun camiye girme hakkını savununca, imamla tartışmışlardı ve araları bozulmuştu. Yine o ezilen yoksul köylü, aydın öğretmen ve yobaz imam tartışması...Düşünüp duruyordum: Köylülerin çektiği yoksulluğun farkındaydım ama bir imam böyle yaptı diye bütün imamların hilekâr olmasını kabul edemezdim ki. Camideki hadiseden bir süre sonra babam hakkında, öğretmenleri boykota teşvik ettiği, yasak kitaplar sattığı gibi iddialarla soruşturma açıldı. Müfettişler geldi. Ancak yasak kitap satışı kanıtlanamadı. Babamın ilkokul öğretmeni de olan ilkokul müdürü, sağcı olduğu halde babamdan yana tavır almıştı. Akrabalık, hısımlık bağları hatta suçlanılan kişinin insanlık yönü ve şahsiyeti, siyasi düşüncenin önüne geçerdi böyle durumlarda." Ama fısıltılar durmaz. Kasabanın "karmaşık doğası" evdeki herkesi "bir lekelenmişlik, bir damgalanmışlık duygusuna" iter. Dede babayı suçlar. İhbarcının kimliğinin açığa çıkması, bu adamın güvenilmezliği kitapçı öğretmeni kurtarmaz. Bu ata yurdu kasabada yaşamaları olanaksızlaşmıştır. Göçe hazırlanırlar. Kitapçı dükkânını genişletmek, okuma odası düşleri yarım kalmıştır. Bu öykü, kasabanın komünizm varsayımları üzerine öylesine ayrıntılar içeriyor ki, Cihan Aktaş'ın bu tür bir olaya tanık olduğunu düşünüyorsunuz ister istemez. Onun alaya aldığı Cumhuriyet okurları da, köy edebiyatı da hatta Karaoğlan fasikülleri de "yanlış nerdeydi" sorusunu örtemiyor. Bir başka öğretmen portresi de Boş Koltuk öyküsünde işleniyor. Öyküyü anlatan kadın, bir otobüs yolculuğunda bir türlü öyküsünü yazamadığı Köy Enstitüsü mezunu, emekli öğretmen dayısını anımsıyor. Onun artık çevresiyle yaşadığı uyumsuzlukları. Oysa o öğretmen bir zamanlar "sayısı belirsiz-çoğu öksüz ve yetim- öğrencinin köylerden toplanarak yatılı okullarda okumasına vesile olmuştu." O çocukların yakınlarından buna karşı çıkanlar olmuştu ama... bugünkü gibi hiçe sayılmamıştı, saygı görmüştü hep. Şimdi kasabayı bir piknik alanı olarak, silah talim alanı olarak kullananlar, onun çevreyle ilgili düşüncelerini geri kafalılık sayıyordu. Yoz davranışlara karşı çıkmaya çalışan bu eski eğitim emekçisiyse sonunda gençlerin her söylediğine karşı çıkan biri durumuna düşüyordu. Yaşlı adam, yeğenine boşalmış köyleri gösterip "Herkes göçüyor"diye yakınır. Sonra da "canlandırılmasına eğitildiği köylerin ölümünü gören bir öğretmenin acısını ve aczini" yazmasını ister ondan. "Terör, kuraklık ve kolayca para kazanma tutkusu yüzünden" boşalan köylerin acısını duyan ihtiyar bulunduğu yerden ayrılmaz. "Tek başına kalsa bile can veren köylerin kaderini paylaşacaktı". Çevresinin yadırgamasına kulak asmadan tek başına tavla oynayan Köy Enstitülü öğretmen, bir ihbar ve dedikodu sağanağıyla baba ocağını, ata yurdunu terk etmek zorunda bırakılan, bir başka kasaba yerine büyük şehri seçen öğretmen...Cihan Aktaş halkıyla ilişki kurmayı başaramayan aydınları eleştirmek istiyor sanki.. Ülkü ocaklarının açıldığı, herkesin sağa oy verdiği dönemde sola gönül veren bir öğretmenin portresi, Cihan Aktaş'ın "hikâye hayatı öncelemeli ve yalanı dışlamalı" kuralını doğruluyor. Bu öğretmen portreleri uyumsuz da olsa gülünç değil. Trajik. Alttan alta eleştirse de bir saygı borcu ödüyor gibi Aktaş. Üstelik altmış sonrası ilericilerinin aşırılığı, köy edebiyatının katı çizgileri alayla anlatılsa da öğretmenin öyküsüyle gülünçlüğünü yitiriyor. Cihan Aktaş'ı bundan sonra bu öyküleriyle anımsayacağım. Öğretmen emeğine duyduğu saygıyla.

sezer@evrensel.net

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et