22 Ocak 2005 22:00

Türkiye nereye büyüyor?

1998 sonrası IMF politikalarıyla adeta dünyanın borç bataklığı haline dönen Türkiye'de özellikle 2002 sonrası büyüme rakamları mevcut hükümetin en önemli propaganda aracı.

Paylaş
1998 sonrası IMF politikalarıyla adeta dünyanın borç bataklığı haline dönen Türkiye'de özellikle 2002 sonrası büyüme rakamları mevcut hükümetin en önemli propaganda aracı. Hızlı büyüyoruz. Peki nasıl? 2001 krizi sonrası Türkiye kısa vadeli sermaye hareketlerinin çekim merkezi oldu. Bu kısa vadeli sermaye girişlerinin yarattığı spekülatif büyümeden bahsetmek mümkün. Spekülatif büyüme beraberinde istihdam yaratmıyor. Hatta tam tersine son dört yılda büyüme oranı ile işsizlik oranı arasında doğru yönlü bir ilişkiden bahsetmek mümkün. Yani bir taraftan büyüyoruz bir taraftan da işsizlik artıyor. Bu durumun nasıl ortaya çıktığını anlamak için 2001 öncesi büyüme politikası ile 2001 sonrası büyüme politikalarını karşılaştırmakta yarar var. Tablodan da anlaşılacağı gibi 2001 öncesi büyüme politikalarıyla 2001 sonrası büyüme politikaları neredeyse taban tabana zıt. Enflasyonist büyüme stratejisi yerine örtük enflasyon hedeflemesine dayalı fiyat istikrarı amacı çerçevesinde fiyatlardaki durgunluk baskısı beraberinde reel sektör yatırımlarını frenlemiştir. Özellikle Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kararlarının 2005 ile beraber uygulamaya girmesi ise dış talebin de sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır. Hükümet aralık ayı sonunda Çin mallarına kota koyarak sadece iç piyasalara ilişkin önlem almakla yetinmiştir. Yıl içinde ihracatımızın nasıl değişeceği merak konusu. Dış talebe bağlı büyüme anlayışı ise hükümetin iç talep yaratmak için gelir artışı sağlayıcı politikalar uygulamasını gereksiz kılmış, mevcut iç talep ise daha çok kredi kartı kullanımıyla taksitlendirilerek bir çeşit kişisel borçlanmaya endekslenmiştir. Hükümetin Ocak ayı içerisinde kredi kartı kullanımını sınırlandırmaya yönelik adımları da kişisel borç yükünün mevcut zorunlu harcamaları bile engeller duruma gelmesindendir.

İthalatı itici politikalar 2001 öncesinde ithalat artışına bağlı büyüme politikası 2001 sonrasında terk edilerek adeta ithalatı itici politikalar uygulamaya konulmuştur. Elbette ithalatın azalması cari açık üzerinde kısa dönemde azaltıcı etkiye sahiptir ancak cari açık azgelişmiş ülkelerde bir gereklilik, gelişmiş ekonomilerde tehlikedir. Bu çerçevede ele alındığında ithalatı kısılan sermaye malları (makine, teknoloji) ve ihracatı arttırılan tüketim malları (tekstil v.s.) olunca bu durum gelişmekte olan ülke için büyük tehlike oluşturmaktadır. İktisat teorisinde "Immiserizing growth" (yoksullaştıran büyüme) olarak anılan durumu ortaya çıkarmaktadır. Yani kısa dönemde ithalatı azaltmak için yurtdışından sermaye malı ithalatını azaltıp, tüketim malı ihracını arttırdığınızda, uzun dönemde sermaye malı bağımlısı olursunuz. Zira artık makina değil makine ile üretilmiş malları pahalıya satın alırsınız. Örneğin şimdi otomobil yedek parçası alıp otomobil üretmezseniz yarınlarda otomobili dışarıdan alan bir ülke olursunuz ve çok daha fazla kaynağınızı dışarıya aktarırsınız. Sattığınız mal ise değer itibariyle düşük ve pazar itibariyle de kolay kaybedilir ise sürekli büyüme sağlamaz.

Mali disiplin! 2001 öncesi ve sonrası büyüme politikalarının bir diğer farkı da kamu harcamaları ve gelirleri açısından ortaya çıkmaktadır. 2001 öncesi büyümeyi sağlayıcı bütçe açığı hedeflenirken 2001 sonrası GEGP (Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı) ile "mali disiplin" hedeflenmiştir. Bu kapsamda kamu harcamaları kısılırken kamu gelirlerinin arttırılması yoluna gidilmiştir. Hükümet öncelikli olarak özelleştirme, kamu mallarının satışı ve ücretlilerden alınan vergileri arttırırken, harcamalarında cumhuriyet tarihinde görülmeyen kısıntılara gitmiştir. IMF politikaları ve uygulanan neoliberal politikalar sonucu ortaya çıkan krizin faturasını emekçilere kesmiştir. Vergi barışı ile kaçakçılığı meşrulaştırmış fakirden alıp zengine dağıtan neoliberal politikaları sürdürmüştür. Bizim gibi sermaye yapısı zayıf bir ülkede devletin bir taraftan alt yapı yatırımlarını askıya alması bir taraftan da gelirleri kısıcı politikalar izlemesi günlük görüntüyü kurtarmaya yönelik politikadır ve bu politikanın sürdürülmesi ekonomik iflasa yol açacaktır. Sonuç olarak mevcut büyüme sonucu yaratılan katma değer uluslarüstü finansal kurumlara aktarılmakta bu katma değeri yaratan halklar ise yoksulluğa itilmektedir. Ulusal sermaye grupları ve hükümet, emekçi halk kitlelerinin yoksullaşmasını, sosyal güvenlik sisteminin çöküşünü düşünmeseler bile kendi hayatlarının devamı ve ülkemizin ekonomik bağımsızlığı için spekülatif büyüme araçlarını derhal ortadan kaldırarak gerçekten makine ve teknoloji üretimine dayanan sanayiinin kurulması ve geliştirilmesi için seferber olmalılar. Hükümet derhal yoksullaştırıcı, dış bağımlılığı arttırıcı ve ülkenin geleceğini ipotek altına alacak politikalardan vazgeçmelidir. Aksini düşünmek bile korkunçtur.

* Marmara Üniversitesi Doktora Öğrencisi


BÜYÜME YATIRIMI HIZLANDIRIR MI? 2001 sonrası dönemde kişisel ve ticari kredilerdeki artış hızının yavaşlaması kendisini yatırımlarda da göstermiş ve yatırım-büyüme nedensellik ilişkisi tersine yorumlanarak yatırımın büyümeyi değil büyümenin yatırımı hızlandıracağı savunmasını doğurmuştur. Yatırım artışının sınırlı kaldığı bu dönemde üretici firmalar daha çok atıl kapasite kullanımı ve verimlilik artışına dayalı üretim artışını hedeflemiştir. Verimlilik artışı hedefi esnek çalışma politikalarını beraberinde getirmiş ve 1475 sayılı iş yasası değişerek sermaye gruplarının çıkarlarına uygun 4857 sayılı yasa yürürlüğe konulmuştur. Kriz döneminde işsiz ve gelirsiz kalarak yoksullaşan geniş kesimler işlerine dönememiş bunun yanında yedek iş gücü olarak çalışanlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılmışlardır. Yeni çalışma süre ve koşullarını kabul etmeyenlere dışarıdaki milyonlarca işsiz gösterilerek esnek çalışma dayatılmıştır. Yine üretim parçalanarak belli aşamaları sosyal güvenlik haklarından yoksun ve ucuz görülen enformal sektöre kaymıştır. Elbette bu politikaları küresel kapitalizmden ayrı düşünmek ahmaklıktır. Almanya'da Volkswagen fabrikasında uygulanan sömürünün benzerleri ülkemizde de uygulanmaktadır. BEKO fabrikasının yıllık 7 milyon TV üretimi hedefini nasıl gerçekleştirdiği ve bu hedefin gerçekleştirilmesini borçlu olduğu işçilerin 30.000'ini nasıl işten attığı incelemeye değer bir örnektir. Küresel kapitalizm için yedek işgücü ordusunun varlığı şüphesiz devamı için bir gereklilik. Peki yedek işgücü miktarının bu kadar artması kapitalizmin devamını tehlikeye atmıyor mu? Elbette kapitalizm için bu durum tam bir handikap. Şöyle ki, uzun süre gelirsiz kalarak yoksullaşan geniş halk kitleleri tüketim gücünü yitirir ve üretim ihtiyacının azalmasına yol açar. Bu da sömürü için her gün yeni silahlar kuşanan ulusal kapitalistlerin, uluslararası kapitalistler tarafından yutulmasına yol açar. Gerçektende son yıllarda ulusal bazda büyük kabul edilen sermaye grupları dikey bütünleşmeden kaçınıp perakendeciliğe yönelmiş, fabrikalarını, arazilerini teker teker elden çıkarmak durumunda kalmıştır.


BÜYÜME POLİTİKALARI

2001 öncesi büyüme politikaları Enflasyonist büyüme politikaları. İç talebe bağlı büyüme. İthalat artışına dayalı büyüme. Bütçe açığına dayalı büyüme. Ticari-kişisel kredi hacminde artış. Hızlı yatırım artışı.

2001 sonrası büyüme politikaları Deflasyonist büyüme politikaları. Dış talebe bağımlı büyüme. İthalat itişine bağlı büyüme. Mali disiplin. Ticari-kişisel kredi hacminde azalış. Düşük yatırım artışı hızlı verimlilik artışı.

ÖNCEKİ HABER

İşgal ortakları 'sürpriz' istemiyor

SONRAKİ HABER

Tekellerin tasarruf dayatması

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa