15 Mart 2006 22:00

magazinleştiremediklerimizden misiniz - 2 -

Oyuncu Pelin Batu, son olarak "Dün Gece Bir Rüya Gördüm" isimli filmle gündeme geldi. Ama filmin içeriği ve oyunculuğundan çok, çıplak sahneleriyle... Bu görüntülerin yapımcı tarafından medyaya verildiğinin anlaşılması ise, ilginç bir paradoksu gün yüzüne çıkardı.

Paylaş
"Dün Gece Bir Rüya Gördüm" isimli sinema filminde rol aldınız. Medya filmin konusuyla değil sizin ve diğer oyuncuların çıplak sahneleriyle ilgilenmesi konusunda neler düşünüyorusunuz? Tartışacak, yapacak o kadar çok şey var ki bu konularla zaman harcamak çok üzücü. Birilerini suçlamak, şikayet etmek çok kolay ama kafa yapılarını değiştirmek biraz zaman alacak gibi gözüküyor. Bence oyunculukta ne yapılır, ne yapılmaz, nasıl yapılır ve neden yapılır tartışacağımıza, hayatta neler oluyor ve neden bunları birileri filme çekme ihtiyacı duyuyoru konuşmamız gerekiyor. Filmin oyuncusu olarak basına fotoğrafların yapımcı tarafından verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Çıplaklık dünyanın her yerinde ilgi görür ve kullanılır. Fakat bir film sadece bundan ibaretmiş gibi gösterilince ya da sadece buna ilgi gösterilince sorun olmaya başlıyor. Niye medyanın bu hale geldiğini sorgulayacaksak, konu eğitim sistemindeki çürüklerden, Özal sonrası tüketme sarhoşluğun doğurduğu denge sorunlarına kadar çekilebilir. Sinema ile ilgili sorun ise, Türkiye'de hâlâ sektör olamamanın getirdiği altyapısızlık, böyle "hesap hatalarını" ortaya çıkarıyor. Bu reklam anlayışının belki kısa vadede bir getirisi olur. Ama ben her şeye rağmen sinemayı bir sanat dalı olarak kabul ediyorum. Ve geniş anlamda filme hiçbir getirisi olduğunu da düşünmüyorum. Medyanın bu durumda nasıl bir yaklaşım göstermesi gerekiyor? Bazen hayatta basit ve fazla düşünce gerektirmeyen işlerin de işlevi vardır. Her şey her zaman çok derin veyahut felsefi olacak değil! Ama, burada da bir denge gerekiyor. Kolay ve bizim belki de küçümsediğimiz şeyleri çok fazla ön plana çıkartıp, nitelikli şeyleri zor, iç karartıcı, düşündürücü diye görmemezlikten gelince haksızlık oluyor. Her yeni hükümetle politikanın değiştiği, Kültür Bakanlığı'nın gittikçe küçültüldüğü, turizmle birleştirildiği bir ülkede yaşıyoruz. Aynı eksende, kanalların da doğru dürüst bir politikası olması gerekiyor, geleceğe yatırım yapılması gerekiyor. Çünkü medya çok büyük bir güç. Ama, hükümet bunu yapmıyorken, medyanın da böyle bir politika geliştirmemesi şaşırtıcı değil. Buradaki sorun, iki gücün birbirine çok bağlı olması. Magazine olan ilginin arttığı yönünde değerlendirmeler yapılıyor. Oyuncu olarak siz bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Belki magazin, kendi hayatlarından sıkılmış insanlar için, uzaktan da olsa başka hayatları takip ederek, gündelik işlerden, haberlerden kaçış mekanizması haline gelmiştir. Belki tarih boyunca süregelmiş bir idol tapınma ritüelinin devamı olarak ta düşünülebilinir. Artan reality show'ları, ünlülere benzemek için yapılan estetik ameliyat programları gibi işler bu "merakın" sinir bozucu boyuta geldiğini gösteriyor. Bu da teknolojinin her yere kolaylıkla ulaşması, çoğu şeyi büyütmesi, kopyalayıp, yapıştırmasının getirdiği bir "lütuf". Yani, eskiden de vardı bu merak ama artık herkese çok kolay ulaştırılıyor. Bununla ilgilenmeyene de, empoze edilmiş oluyor magazin. Yine, "halk bunu istiyor" sorununa bağlanıyor konu ve merak eden de, etmeyen de, diğerlerinin hayatından, işlerinden, ilişkilerinden bile haberdar ediliyor. Bir noktadan sonra, pembe dizi gibi oluyor diğerlerinin hayatı. İstemeseniz de duyuyor, hatta ve hatta, dizinin devamını merak bile edebilyorsunuz! Eskiye nazaran, her yerde kameranın olması, savaşı bile canlı yayından seyredebilmemiz, amatörlerin bile kamerayla herşeyi çekebilmesi, bir, "voyeur'lük güdüsünü" kamçılıyor ve iki, bu merakı yükselterek alışkanlık haline getirebiliyor. Sadece teknolojik gelişimler değil tabii, giderek birbirimize yabancılaştığımız, birbirimizden koptuğumuz bu "hızlı" dünyada, sanal hikayelerin ön plana çıkması şaşırtıcı olmamalı... Magazin "ürünleri" ne kadar gerçek olurlarsa olsunlar, onları tanımadığımız sürece, bir filmden ya da romandan bir farkları olduğunu düşünmüyorum.


Flaş flaş flaş Magazin programlarında artık alıştığımız bir tarz bu. Flaş flaş flaş ya da şok şok şok'la başlayan haberler, her söz, her soru, her cevap şaşırmak için bir vesile gibi davranıyor. Bir program boyunca izleyici 50 kez şaşırsın istiyorlar. Çünkü dedikodunun şanındandır, haberin "Aaa, duydun mu?" diye yayılması. Magazin dedikleri de ünlü dedikodusu olduğuna göre... Magazin programlarının, haber bültenlerindeki magazin haberlerinin belli bir üslubu var. Diğerlerinden içeriği kadar, haber verme tarzıyla da ayrılabilir. Haberi anlatan "dış ses", öyle konuşuyor, bizi öyle havaya sokuyor ki, karşımızdaki hakkında her şeyi öğrenmek bizim hakkımız sanıyoruz. Bu dünyada her türlü soru sorulabilir, tabii özellikle zorlayıcı, şaşırtıcı, kışkırtıcı sorular sorulabilir ve haber nesnesi onu cevaplamak zorundadır. Daha önceki gün, magazin programlarını izleyenler, Hülya Avşar'ın kızı Zehra'nın yanında Kaya Çilingiroğlu ile Feraye Tanyolaç'ın müstakbel çocukları hakkında konuşmayı reddetti ve biz bunu tuhaf karşıladık. Belki bize sorulmasına katlanamayız ama Hülya Avşar muhabiri tersleyince "Avşar kızı ayıp etti" oluyor haberin başlığı. Magazinci, haberiyle diyalog halinde kalmaktan hiç vazgeçmiyor. "İstanbul gecelerine gidiyoruz", "O da ne? Kimi görüyoruz?", "Geçmiş olsun diyoruz"... Haberler hep "diyoruz"la bitiyor... İletişimci Ragıp Duran'ın "Magazin bir yayın türü değil, yayın ideolojisi" diye tarif ettiği manzara böyle ortaya çıkıyor. Bu programların kadrolu konukları da var, bunlar zaten magazinle var olan mankenler, karga sesli şarkıcılar, mankenden bozma oyuncular, assolistler... Ancak bunlarla sınırlı değil, gerçek ürünler veren sanatçılar da magazin konusu olmaktan nasibini alıyor. Yeni tiyatro oyununun çıkışında eski kocası Haluk Bilginer hakkında sorularla muhatap olan Zuhal Olcay gibi, gösterime giren filmleriyle değil filmdeki "açık" sahneleriyle gündeme gelen Pelin Batu, Arzu Yanardağ gibi... Flaş flaş'lar dışında kalan dünyanın payına da sıkıcılık düşüyor. YARIN: Ali Saydam, Metin Uca, Bülent Habora


magazin bir tür değil, yayın ideolojisi Ragıp Duran (Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi)
Anglo-sakson literatürde "Human İnterest/Human Touch' (İnsan'ı ilgilendiren / İnsan'a Değen) öyküler (story) magazin olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla insan'ı, üstelik herhangi bir insanı ilgilendiren, insana değen her yeni, ilginç bilgi, her haber magazinin konusu olabilir. Magazin, Fransızca 'dergi' anlamında. Hafta içinde ciddi, siyasi, ekonomik, mali haberler günlük gazetelerde yayınlanırken, daha hafif, daha yüzeysel, daha önemsiz haber ve söyleşiler, hafta sonları yayınlanan ve okunan dergilerde yayınlanıyor. İnsanın başından geçen, başına gelen her ilginç, garip, hoş veya nahoş olay magazinin alanına giriyor. Genel haber kavramına uygunluk göstermesi kaydıyla, yani kamuyu ilgilendirmesi, özel/mahrem olmaması şartıyla, insanların yaşadıkları olumlu-olumsuz her türlü öyküleri haberleştirilebilir. Egemenler, gazetecilik-haberciliğin farklı alanlarını olduğu gibi, magazin haberciliğini de son çeyrek yüzyılda rayından çıkarıp, doğasından soyup kendi çıkarlarına alet ettiler. Magazinin 'İnsan' olarak tanımlanmış olan alanı, 'ünlü-güçlü-zengin insanlar' mecrasına indirgendi. Böylece magazin gazeteciliği aracılığıyla geniş yurttaş-okur kesimine, bir rol model önerildi ve onun övgüsü yapıldı. Okurların bu 'starlara' öykünmesi istendi. Magazin aracılığı ile güç, ün, zenginlik meşrulaştırılmaya çalışıldı, çalışılıyor. Zaten terminoloji de değişti, artık magazin sözcüğünden çok 'People' (Önemli Kişiler) ya da 'Celebrity' (Ünlüler) kelimeleri kullanılıyor.

10-15 kişinin haberleri Bu bağlamda, sıradan insanlar, özellikle de yoksullar, mülksüzler, ki çoğunluğu oluşturuyor, bir haber sektöründen dışlandı, onlar sadece 'müşteri' ya da 'alıcı' olarak algılandı, o hale getirilmeye çalışıldı ve onlara 'güç, para ve ün' reklam ve propagandası yapıldı. Bu nedenle dünyada olsun, Türkiye'de olsun magazin gazeteciliğinin mecrası daraldı ve özne sayısı eksildi. Magazin sonuç olarak 10-15 kişinin özel bölümü oldu. Onlar ne yapsa haber oluyor... Bu 10-15 kişi Andy Warhol'un dediği kadar 15 dakikada bir değişmese de, 15 günde bir değişiyor ama 15 gün sonra magazin medyasında rotasyon usülü yine sözkonusu 10-15 kişi sahneye çıkıyor: 'Suskunluğunu bizim için bozdu!' ya da 'Yeni sevgilisi ile birlikte ilk pozlarını bize verdi!' Yayıncı açısından magazin, sayfa ve zaman dolduruyor. Özellikle de popüler yani çok bilinen, geniş kesimlerce tanınan kişiler sözkonusu olduğu için satış ve reyting açısından iyi bir malzeme magazin. Belki burada doğrudan yani saf magazin habercilikle ciddi haberlerin magazinleştirilme konusuna da değinmek gerekir. Bir siyasi partinin genel kurulunda mesela, en önemli bilgi, parti başkanının eşinin tayyörü ya da broşu değil herhalde... Yayıncı, ticari açıdan kâr edebilecek ayrıca ideolojik açıdan da egemenlere hizmet görevini yerine getirebilecek magazin haberleri yayınlacak. Apoletli Medyanın editörleri, İbrahim Tatlıses'in son sevgilisini haberleştirmek varken, özelleştirmeye karşı çıkan direnişçi işçilerin haberini yapacak değil herhalde...

Geçici bir merhem İzleyici açısından da magazin, görsel-işitsel medya ve yazılı medya tamamlayıcılığı açısından da bakacak olursak, bir hafifleme, bir rahatlatma işlevi görüyor. 2 saat otobüs yolculuğunun ardından, 10 saat makinanın başında çalışmış bir işçi, akşam eve geldiğinde, sermaye-emek çelişmesi üzerine bir açık oturumu izleyecek halde değil sanırım. İzleyecek halde olsa da böyle bir program zaten olmadığı için dizilere, magazin programlarına, dizilerin perde arkasını deşen magazinlere dalacak tabi ki... Ayrıca magazin programlarında her şey çok güzeldir. Kızlar alımlı, güzel ve zengindir, adamlar da yakışıklı ve fabrikatördür. Bahçelerinde havuz, salonlarında bilardo masası filan vardır. Dolayısıyla televizyon açıkken yoksul yurttaş-okur, kendisini bu rahat-zengin ortamlarda hisseder. Özdeşleştirme, benzerleştirme faktör ve misyonu devreye giriyor burada. Televizyon kapanınca o yoksul yurttaş yine kendi doğal ama yoksul ortamına döner. Geçici olsa da bir rahatlama anıdır magazin programı izleme süresi... Ekranda görülen kızlarla yatmak ister erkek yurttaş, kızlar da o zengin-yakışıklı adamların bir gün kocası olacağını düşler. Sanal dünya, gerçek dünyanın acılarına geçici bir merhem, uçucu da olsa hoş bir leylak kokusu serper.

Trikotajcı kızın hikayesi Magazinciler aslında kendilerine az zaman verildiğini söylüyor hatta yayın akış sürelerini kanıt olarak gösterip magazin programlarının televizyonlarda sınırlı olduğunu öne sürüyorlar. Magazin bugün artık sadece bir yayın türü, bir yayın kategorisi değil. Bir yayın politikası hatta yayın ideolojisi haline geldi. Gerçeği saptırıp ya da saklayıp, yurttaşın gözüne toz pembe renkli gözlükler takmak, yurttaşı gerçek, somut, hakiki ve doğal ortamından alıp çekip onu sanal, hayali, soyut ve yapay dünyalara götürmek, magazinciliğin esas politik-ideolojik ve mesleki işlevi, misyonu haline geldi. Bu nedenle de ana haber bültenlerinden kadın programlarına, reklamlardan –özellikle reklamlardan- spor programlarına kadar televizyonlardaki neredeyse tüm yayın türlerine magazinci yaklaşım damgasını vuruyor. Bu durum da, egemen medyanın, tıpkı Marx'ın din tanımlamasında olduğu gibi, halkın yeni uyuşturucusu olması kimliğini gündeme getiriyor. Magazine karşı doğru mücadele, doğru magazin anlayışı için mücadeleyi gerektiriyor. ATV'de yayınlanan Siyaset Meydanı'nda bir magazinci, paneldeki ünlü kişilere "Ben tabi ki sizi izleyeceğim, sizin hakkınızda heber yapacağım, siz trikotajcı kız ya da mendil satan çocuk değilsiniz ki!" demişti. Oysa ki hakiki magazin haberciliği, haber spekturumunu sözümona ünlülerle sınırlı tutan bir anlayış ve yaklaşımla değil, işte tam da trikotajcı kızla mendil satan çocuğun öykülerini haberleştirmekle gerçekleşebilir. Ünlüler sonuç olarak medyanın istekleri doğrultusunda kullanılan yapay kahramanlardır. Üstelik de bir süre sonra aynı kişi, aynı öykü sıkıcı, tekdüze hale gelir. Oysa ki, genel olarak da magazin olarak da haber, sokakta, hayatta geziniyor. Binlerce trikotajcı kızın, mendil satan binlerce çocuğun, hiç bilmediğimiz o kadar trajik, o kadar komik öyküleri vardır ki... Basın tarihi göstermiştir ki, magazine ağırlık verilen dönemler, çöküş öncesi dönemlerdir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Sanıklara hapis istemi

SONRAKİ HABER

Eşekle gelen aydınlık ve
   MUSTAFA GÜZELGÖZ

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa