31 Mart 2006 21:00
Olimposlu HERA
Tanrıça Hera; Olimpos'a gelin olarak gelmezden önce, akrabası Tanrıça Thetis'in ülkesindeki kırlarda, ormanlarda; kurtların kuşların içinde geçirdi çocukluğunu ve ilk gençliğini. Boş zamanlarında kendisi çiçekler ekip dikse de, kendiliğinden yetişen kırzambaklarını seviyordu en çok...
Tanrıça Hera; Olimpos'a gelin olarak gelmezden önce, akrabası Tanrıça Thetis'in ülkesindeki kırlarda, ormanlarda; kurtların kuşların içinde geçirdi çocukluğunu ve ilk gençliğini. Boş zamanlarında kendisi çiçekler ekip dikse de, kendiliğinden yetişen kırzambaklarını seviyordu en çok... Olimpos'taki sarayının penceresinden dünyayı gözetlediği bir gün, güzel Hera'yı çiçeklerle uğraşırken gören Baştanrı Zeus, ona aniden vuruldu. Hemen bir gugukkuşu kılığına girip onun bahçesine gitti; orada yanık yanık ötmeye başladı. Sonra gençkızın omuzuna kondu; kendini uzun uzun sevdirip okşattı...
İlk nikah Bu tanışmanın ardından Zeus, Hera'yla evrende ilk kez yasal evlilik nikâhı kıydırdı. Gerçi daha önceleri de tanrılar arasında yasal sayılan birleşmeler oluyordu. Ama "kutsal nikâh" olgusu, ilk kez onların evliliğiyle birlikte kurumlaşmış oluyordu. Bu ilk nişan-nikâh şölenine bütün tanrılar, bütün insanlar, bütün hayvanlar çağrıldı. Kuşlar havada, ayılar geyikler ormanlarda, insanlar çayırlıklarda, kısaca bütün dünya alem gönüllerince oyunlar oynadı, ezgiler söyleyip eğlendi. Şölen boyunca bütün ağaçlar ve çiçekler rengârenk yapraklanıp çiçeklendiler; en güzel kokularını yaydılar dünyamıza... Ve ilk şölen, çiftin nişanıyla başladı: Zeus, Hera'nın yüzünü örten kırmızı tülü kendi eliyle açtı. Birbirlerine aşkla gülümsediler ve o gün yeryüzündeki bütün canlılar ilk kez mutluluğun ne olduğunu iyice duyumsadılar... Hera'yla Zeus çifti; allı pullu, rengârenk gelin arabasıyla Olimpos'a geldi ve baştanrılık sarayına yerleşti. Tanrıçalar ve perikızları, giyim kuşamından tuvaletine dek her şeyinde Hera'ya yardımcı olmaya başladılar. O artık varlıklı ve en güçlü bir erkeğin kanatları altındaydı. Zaten erkeğinin gücünü ve etkinliğini kullanabilmek için Olimpos'a gelin geldiğinin ertesi günü, kendini tanrıçaların en güzeli ilan etti! Onun bu kararına Olimpos'lu tanrıçaların hiçbiri gıkını çıkaramadı. Artık bundan böyle onunla güzellikte aşık atmaya kalkanların vay halineydi! Çünkü daha sonraları ona başkaldırmaya kalkanların bazılarının saçları düğüm düğüm yılanlara dönüşecek; kimilerinin de bedenlerini börtü böcek kemirmeye başlayacaktı... Ev işleri! Kraliçe Hera; evlilik ve aile kurumunun sorumluluğunu kocası Baştanrı Zeus'tan alıp bu konuyla ilgili bütün işleri kendisi düzenlemeye başladı. Nişanlı kızın şölen öncesi yıkanması, düğün evinin çiçeklerle bezenmesi hep onun oluruyla ve katkısıyla gerçekleşiyordu artık. Evlenme törenlerinde düzenlenen oyunlara ve söylenen ezgilere o da severek katılıyordu. Yeni gelin; yüzünü örten evlilik tülünü, artık işlevi bittiği için, gerdek gecesinin sabahında gidip ona teslim ediyordu. Ebelerin ve doğum tanrıçaları Parka'ların yardımıyla dünyaya gelen bebekleri; günışığını görmenin sevinciyle ve yıldızlı yarı aydınlığın insanlara sunduğu huzurla tanıştırıyordu... Ve bu bebek de duyduğu bu ilk sevinci ve huzuru, bütün yaşamı boyunca unutamıyor, hep onların izini sürüyordu artık... Bütün bebekli annelerin memelerini sütle dolduruyordu Hera. Zaten kızlarından İlitiye (İlithyie) de ebelerin tanrıçasıydı. Doğumları o sağlar; annelerin doğum sonrası sancılarını o dindirirdi. Ama Zeus'tan yasadışı gebe kalan tanrıçaların ya da dünyalı kadınların işi çok zordu. Ebe kızını onların yardımına göndermezdi Hera!... Doğan yasadışı çocukların da yaşamlarını zehir zıkkım eylerdi... Ne var ki kendi evlilik yaşamı hiç de huzurlu geçmiyordu. Kocası Zeus'un sınırsız aşk serüvenleri haliyle onu çılgına çeviriyordu! Zeus'un bu işleri kılıktan kılığa girerek yapması ya da gittiği yerlerin çevresini kapkara bulutlarla örtüp izini yok etme girişimleri de pek başarılı olmuyordu! Hera ne yapıp edip onu suçüstü yakalamanın ya da karıştırdığı haltları öğrenmenin bir yolunu buluyordu. Bu yüzden aile içi kavgaları çok sesli, çok gürültülü oluyor; o anda Olimpos'taki tanrı ve tanrıçalar bile korkup ne olur ne olmaz diye odalarından çıkamıyordu... Hattâ dünyamızda bile bu gürültüleri gök gürlemeleri olarak duyuyordu insanlar zaman zaman! Zaten Zeus da; "Boşuna değil Hera'ya öfkem, kinim, / her işime engel olmak onun huyu!" diye sık sık yakınıyordu çevresindekilere. Ama her azgın çatışmanın sonunda, kısa bir süreliğine de olsa, karşılıklı duydukları şehvetin hengâmesinde aralarındaki kavgayı unutuveriyorlardı!.. Bilindiği gibi o ünlü Troya savaşı; insanları iki kampa ayırdığı gibi, şu ya da bu nedenle tanrıları da ikiye bölmüştü. Örneğin Zeus, Troyaların saflarında yer alıyordu. Ne var ki Tanrıça Hera da; ilk evrensel güzellik yarışmasında hakemlik yapan Troyalı prens Pâris, Tanrıça Afrodit'in sunduğu "güzel Helena rüşveti"ne kanıp onu evren güzeli seçti diye bütün Troyalılara karşı büyük bir kin duyuyordu. Haliyle Troyalıların tarafını tuttuğu için de kocası Zeus'la sık sık sonu gelmeyen kavgalara tutuşuyordu... Bu yüzden Zeus; Hera'nın kavgalarından kaçıp Edremit yakınlarındaki Kazdağı'nın doruğunda tek başına konuşlanıyor ve oradan savaşı yönlendirip Troyalılara olan desteğini sürdürüyordu...
İlk nikah Bu tanışmanın ardından Zeus, Hera'yla evrende ilk kez yasal evlilik nikâhı kıydırdı. Gerçi daha önceleri de tanrılar arasında yasal sayılan birleşmeler oluyordu. Ama "kutsal nikâh" olgusu, ilk kez onların evliliğiyle birlikte kurumlaşmış oluyordu. Bu ilk nişan-nikâh şölenine bütün tanrılar, bütün insanlar, bütün hayvanlar çağrıldı. Kuşlar havada, ayılar geyikler ormanlarda, insanlar çayırlıklarda, kısaca bütün dünya alem gönüllerince oyunlar oynadı, ezgiler söyleyip eğlendi. Şölen boyunca bütün ağaçlar ve çiçekler rengârenk yapraklanıp çiçeklendiler; en güzel kokularını yaydılar dünyamıza... Ve ilk şölen, çiftin nişanıyla başladı: Zeus, Hera'nın yüzünü örten kırmızı tülü kendi eliyle açtı. Birbirlerine aşkla gülümsediler ve o gün yeryüzündeki bütün canlılar ilk kez mutluluğun ne olduğunu iyice duyumsadılar... Hera'yla Zeus çifti; allı pullu, rengârenk gelin arabasıyla Olimpos'a geldi ve baştanrılık sarayına yerleşti. Tanrıçalar ve perikızları, giyim kuşamından tuvaletine dek her şeyinde Hera'ya yardımcı olmaya başladılar. O artık varlıklı ve en güçlü bir erkeğin kanatları altındaydı. Zaten erkeğinin gücünü ve etkinliğini kullanabilmek için Olimpos'a gelin geldiğinin ertesi günü, kendini tanrıçaların en güzeli ilan etti! Onun bu kararına Olimpos'lu tanrıçaların hiçbiri gıkını çıkaramadı. Artık bundan böyle onunla güzellikte aşık atmaya kalkanların vay halineydi! Çünkü daha sonraları ona başkaldırmaya kalkanların bazılarının saçları düğüm düğüm yılanlara dönüşecek; kimilerinin de bedenlerini börtü böcek kemirmeye başlayacaktı... Ev işleri! Kraliçe Hera; evlilik ve aile kurumunun sorumluluğunu kocası Baştanrı Zeus'tan alıp bu konuyla ilgili bütün işleri kendisi düzenlemeye başladı. Nişanlı kızın şölen öncesi yıkanması, düğün evinin çiçeklerle bezenmesi hep onun oluruyla ve katkısıyla gerçekleşiyordu artık. Evlenme törenlerinde düzenlenen oyunlara ve söylenen ezgilere o da severek katılıyordu. Yeni gelin; yüzünü örten evlilik tülünü, artık işlevi bittiği için, gerdek gecesinin sabahında gidip ona teslim ediyordu. Ebelerin ve doğum tanrıçaları Parka'ların yardımıyla dünyaya gelen bebekleri; günışığını görmenin sevinciyle ve yıldızlı yarı aydınlığın insanlara sunduğu huzurla tanıştırıyordu... Ve bu bebek de duyduğu bu ilk sevinci ve huzuru, bütün yaşamı boyunca unutamıyor, hep onların izini sürüyordu artık... Bütün bebekli annelerin memelerini sütle dolduruyordu Hera. Zaten kızlarından İlitiye (İlithyie) de ebelerin tanrıçasıydı. Doğumları o sağlar; annelerin doğum sonrası sancılarını o dindirirdi. Ama Zeus'tan yasadışı gebe kalan tanrıçaların ya da dünyalı kadınların işi çok zordu. Ebe kızını onların yardımına göndermezdi Hera!... Doğan yasadışı çocukların da yaşamlarını zehir zıkkım eylerdi... Ne var ki kendi evlilik yaşamı hiç de huzurlu geçmiyordu. Kocası Zeus'un sınırsız aşk serüvenleri haliyle onu çılgına çeviriyordu! Zeus'un bu işleri kılıktan kılığa girerek yapması ya da gittiği yerlerin çevresini kapkara bulutlarla örtüp izini yok etme girişimleri de pek başarılı olmuyordu! Hera ne yapıp edip onu suçüstü yakalamanın ya da karıştırdığı haltları öğrenmenin bir yolunu buluyordu. Bu yüzden aile içi kavgaları çok sesli, çok gürültülü oluyor; o anda Olimpos'taki tanrı ve tanrıçalar bile korkup ne olur ne olmaz diye odalarından çıkamıyordu... Hattâ dünyamızda bile bu gürültüleri gök gürlemeleri olarak duyuyordu insanlar zaman zaman! Zaten Zeus da; "Boşuna değil Hera'ya öfkem, kinim, / her işime engel olmak onun huyu!" diye sık sık yakınıyordu çevresindekilere. Ama her azgın çatışmanın sonunda, kısa bir süreliğine de olsa, karşılıklı duydukları şehvetin hengâmesinde aralarındaki kavgayı unutuveriyorlardı!.. Bilindiği gibi o ünlü Troya savaşı; insanları iki kampa ayırdığı gibi, şu ya da bu nedenle tanrıları da ikiye bölmüştü. Örneğin Zeus, Troyaların saflarında yer alıyordu. Ne var ki Tanrıça Hera da; ilk evrensel güzellik yarışmasında hakemlik yapan Troyalı prens Pâris, Tanrıça Afrodit'in sunduğu "güzel Helena rüşveti"ne kanıp onu evren güzeli seçti diye bütün Troyalılara karşı büyük bir kin duyuyordu. Haliyle Troyalıların tarafını tuttuğu için de kocası Zeus'la sık sık sonu gelmeyen kavgalara tutuşuyordu... Bu yüzden Zeus; Hera'nın kavgalarından kaçıp Edremit yakınlarındaki Kazdağı'nın doruğunda tek başına konuşlanıyor ve oradan savaşı yönlendirip Troyalılara olan desteğini sürdürüyordu...