16 Haziran 2006 21:00
Öte dünyanın tanrısı Hades
GÜNÜN YAZILARI
Artık dünyamızdan ayrılıp birer gölge gibi çekip çekip gidenlerin son dönüşsüz yurdu neredeydi? Tanrı Hades'in yönettiği bu ülkeye nasıl ve hangi yollardan ulaşılabilirdi? Dünyada kimseler bilmiyordu bunları. Daha doğrusu kimse bunu ne bilmek istiyordu, ne de söylemek. Yalnızca ozanların, sanatçıların duyarlı yüreklerinde, bunlarla ilgili olarak bazı imgeler beliriyor; onları dillendiriyorlardı yapıtlarında. Antikçağdaki bütün ozanlar, sanatçılar bu öte dünyadan hep bir çeşit tedirginlikle söz ettiler. Örneğin Romalılar çağında Vergilius, daha sonra İlahi Komedya'nın yazarı Dante ... Ne var ki hiçbiri o karanlıklar ülkesinin ve de oraların tanrısı Hades'in gizemlerine tam olarak ulaşamadı...
Dünyamız tanrılar arasında bölüşülürken, örneğin denizler Poseydon'a düşerken, Hades'e de yedi kat yeraltındaki ölülerin dünyası düştü... Bazı ozanlar o ülkeye de Hades diyorlardı kısaca... Ne var ki hiçbir canlı, ne Tanrı Hades'i, ne de onun ülkesini gözleriyle görememişti. Ölüler de onun yüzünü göremiyordu. Zaten Yunancada Hades adı, "görünmeyen" anlamına geliyordu... Başında taşıdığı miğfer; Hades'i yoğun karanlıklarla sarıp sarmaladığı için onu görünmez kılıyordu. Bu yüzden de onun gizemlerine kimseler akıl sır erdiremiyordu! Sonra tanrılar arasında belleği en güçlü olanıydı o; insanlarla ilgili hiçbir şeyi unutmazdı... Ne var ki tanrıların en nefret edileni de oydu! Onu Savaş Tanrısı Ares izliyordu. Üstelik Hades adına ne bir tapınım ne de bir tapınak vardı! Zaten olsa da neye yarayacaktı ki?... Yalvarıp yakarmalar da, kesilen kurbanlar da onun granitten yüreğini zerrece etkilemiyordu!..
Hades'in yeraltındaki sarayının giriş kapısı önünden Stiks (Styks) adlı bir ırmak akardı. Bekçi Haron (Kharon), dünyadan göçüp gelen kulu bu ırmaktan sandalıyla geçirir, Hades'in sarayının önündeki kapıya getirirdi. Ne var ki göçmenin dudakları arasında sandalcıya vereceği bir altın para bulunması gerekirdi. Parasız gelenlere bekçi Haron dayanılmaz eziyetler uygulardı... Ölüler ülkesinin kapısı önünde bekleyen üç başlı köpek Kerberos; yeni gelen dünyalıyı kuyruğunu sallayaraktan yeni dünyaya buyur ederdi. Ama kapıdan içeri girip de gerisin geri dönmeye kalkan bir dünyalının da vay halineydi! O sevimli Kerberos, aniden en yırtıcı bir canavara dönüşüverirdi!
Tarih boyunca bütün soylu ozanlar, dünya değiştirmenin öyle sanıldığı kadar ürkünç bir şey olmadığını anlatmaya çalıştılar hep. Gerçekten de bakmasını bilen gözler; ölülerin yüzüne yansıyan o huzurlu ve güvenli uykunun verdiği rahatlığı ve hafif gülümsemeyi görebilirlerdi. O yüzden sanatçılar Ölüm'le Uyku'nun aslında ikiz kardeşler olduğunu anlatmaya çalıştılar hep... Yunancada Tanatos ve Hipnos denen bu ikiz kardeşler, gerçekten ışıksız tanrılardı. Çünkü sabahları mavi gökyüzünün tepelerine doğru atlı arabasıyla tırmanmaya başlayan Güneş Tanrısı Helyos, tepelerin arkasında izini kaybettirene dek bu Ölüm'le Uyku tanrılarının yüzüne hiç bakmazdı. O yüzden bu iki kardeş tanrı, hep karanlık ve ışıksızdılar. Kardeşlerden Ölüm, tuttuğu insanı artık hiç bırakmazdı; ama kardeşi Uyku da o insanın sonsuza dek bütün acılarını unutturur, uyuşturur, uyuturdu... Onların anası Tanrıça Gece de; bu ikizlerine memelerinden habire karanlık süt emzirirdi. Göğsündeki beyaz çocuk hep uyur, ama siyah çocuk da hep uyuyor gibi görünürdü... Sonra sevimsiz Tanrı Hades'in gizemleriye ilgili sanatçıların yaptıkları aydınlatıcı resimler de yok değildi. İşte bütün ölülerin yargılandığı büyük çayırlık alanı yansıtan resim. Dışarıdan etkilenmeleri söz konusu olmayan, vaktiyle dünyada çok çileler çekmiş üç yargıç oturmaktaydı orada. Bu yargıçlar karşılarında her türlü yanıltıcı beden görüntüsünden sıyrılmış, servet yada ün denen öğelerin etkin olmadığı bir ortamda, yeni gelen öte dünya yurttaşlarını yargılıyorlardı. Bu yargıçlar; sağlam ve soylu kalabilmiş ruhları, Şan Zelize (Champs Elisée) meydanlarının altındaki cennet yurtlara gönderiyorlardı. Haliyle suçlu ruhlara dünyadaki suçlarına uygun düşecek cezalar uyguluyorlardı. Kimilerini cehennemin kaynar kazanlarına gönderdikleri gibi, kimilerini de günah ödetici hayvan bedenlerinde yaşamaya mahkûm ediyorlardı. Hemcinslerinin emeklerini sömürmüş hainlere ve köle tüccarlarına çok ağır cezalar biçiyorlardı. Ama özellikle kendi ve de yandaşlarının çıkarları uğruna, halklarını savaşa sürükleyip onların kırımına neden olmuş tiranları en ağır cezalara çarptırıyorlardı. Bu yargıçlar, Tartaros denen yeraltının en ulaşılmaz cehennemlerine gönderiyorlardı bu savaş suçlularını. Hani ilkçağdaki Hesiyodos'un kısaca tanımladığı o Tartaros'a:
"Bir örs düşse gökten dokuz gün dokuz gece,
Ancak sonuncu günü varabilirdi yeryüzüne.
Ve tunç bir örs düşse yeryüzünden aşağıya
Dokuz gün dokuz gecede varabilirdi Tartaros'a."
Evrensel'i Takip Et