Bu kadar ‘demokrasi’ gerçekten yetmez!
“Haksızlığın envâını gördük..bu mu kanun?En gamlı sefalete düştük..bu mu devlet?Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;Artık yeter olsun bu deni (alçak) zulm ve cehâlet…”Tevfik Fikret (Millet Şarkısı)AKP iktidarının “ileri” demokrasisi her geçen gün biraz daha ilerliyor.
“Haksızlığın envâını gördük..bu mu kanun?
En gamlı sefalete düştük..bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;
Artık yeter olsun bu deni (alçak) zulm ve cehâlet…”
Tevfik Fikret (Millet Şarkısı)
AKP iktidarının “ileri” demokrasisi her geçen gün biraz daha ilerliyor. Siyasal iktidara muhalif olma özelliğini taşıyan binlerce insanı yaşamdan koparmak için hazırlanan cezaevleri cunta dönemlerini aratacak dolulukta. Yargılama ve öncesinde yaşanan sürecin özellikleri ise, 12 Mart ve 12 Eylül cunta dönemlerine şaşılacak ölçüde benzemekte. Cezaevi koşulları oldukça meşakkatli ve sorunlu. Tutuklu ve hükümlülerin hastalık durumunda sağlık kurumlarına ulaşımları son derece kısıtlı koşullarda mümkün olabiliyor ya da hiç gerçekleşmiyor. Avukatlar çok zor koşullar altında müvekkillerini savunmaya çabalıyorlar. Verdikleri “karar” beğenilmeyen, “mahkeme” üyelerinin hemen yerleri değiştiriliyor. Ya da baskılara dayanamayıp emekli olma yolunu seçiyorlar. Ülkemizde özellikle olağanüstü dönemlerde hiç geçerliliği olmayan yargıç bağımsızlığı kavramının iyiden yok olduğunu gözlemliyoruz. Son tutuklamalarla gündeme yeniden taşınan uzun tutukluluk süreleri, 141-142. maddelerin yerine Özal döneminde ikame edilen TMK (Terörle Mücadele Kanunu), 12 Mart ve 12 Eylül cunta dönemlerinde sanık ve savunmanların yaşadıkları baskılara benzer uygulamaların günümüz mahkemelerinde de hayata geçirilmesi, 12 Mart ve 12 Eylül askeri cunta dönemleri sıkıyönetim mahkemelerinin devamı niteliğindeki DGM’lerin özel yetkili mahkemelerle bugüne taşınmış olması, yine 12 Mart ve 12 Eylülde olduğu gibi delil niteliği tartışmalı kanıtlarla insanların mahkum edilmeye çalışılması ise ülkenin muhalif kesimlerinin yaşadıkları yargı sürecinin özellikleri olarak ortaya çıkıyor.
Bu “ileri” demokrasiye geçişin ilk aşamasında “ulusalcı” diye nitelenen kesimin hemen hemen tüm kadroları tutuklandı ve “yargı”lanmakta. İktidar yanlısı olmamak ve yazı/ kitap yazmaktan başka bir suçu olmayan bir çok demokrat ve sosyalist gazeteci ve yazar ise, örgütsel ilişki iddiasıyla kendilerini içeride buldular.
Bir diğer büyük tutuklama furyası, çoğunluğu BDP’li olan ve seçimle iş başına gelmiş belediye başkanlarından oluşan binlerce kişinin, KCK isimli örgüte üye olma suçlamasıyla birlikte gözaltı ve tutukluluk zincirine dahil edilmeleriyle yaşandı.
AKP iktidarının yalnızca bu iki kesimi baskı altına alma çabası içinde olduğunu söylemek haksızlık olur. Çünkü bunların yanı sıra, pankart açmak, sesli protestoda bulunmak, yumurta atmak ya da sadece protesto girişiminde bulunma “suçunu” işleyen öğrenciler, yitik evlatlarını arayan ana babalar, yaşadığı mekanı yabancı şirketlerin tasallutundan korumaya çalışan, AKP iktidarının sermaye yanlısı tasarruflarını protesto eden binlerce emekçi, sendikacı, işçi, köylü de yıllardır cezaevlerinde çile dolduruyor.
Siyasal iktidarın iç ve dış medyada ses getiren son baskı ve sindirme uygulaması ise, BDP’nin siyaset akademisinde ders veren, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Büşra Ersanlı ve Yazar Ragıp Zarakolu’nun tutuklanması oldu. 12 Eylül Anayasa referandumunda AKP’nin başarıyla çıkması için büyük gayret gösteren iktidar yanlısı “evetçi” ve “yetmez ama evet!” çi liberal gazeteci ve yazarlar bile sızlanmaya başladılar. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun askeri cunta dönemlerinde sol örgüt üyelikleri ve sosyalist kişilikleri, iktidar yanlısı dinci gazeteler tarafından didiklenip durdu. Burada ilginç olan, 141-142. maddelerin olmadığı, düşünce ve fikir “özgürlüğü”nün ve “ileri” demokrasinin kol gezdiği ülkemizde, sosyalizm inancının, gözaltı ve tutuklanmaları haklı gösterecek bir gerekçe olarak öne sürülmesiydi.
Görünen o ki, emperyalizme sırtını yaslayan ve yurt içinde ise sermaye gruplarının yanında liberal kesimin de desteğini yanına alarak 2011 milletvekili seçimlerinde parlamentoda çoğunluğu sağlayan AKP iktidarı, “ustalık” döneminde, dikensiz bir gül bahçesi istiyor. Bu talebin pek üzerinde durulmayan önemli bir nedeni, özellikle Amerikan emperyalizmiyle yapılan ve iktidar olma anlaşmasıyla birlikte bölgede neredeyse 70 yıldır sürdürülen jandarmalık görevinin daha da saldırgan misyonlarla desteklenmesi. Daha açık bir deyişle, AKP, iktidarını sürdürme karşılığında, İncirlikteki “nükleer silah”lara Malatya’da füze kalkanlarını eklemekle de kalmayabilecek ve ABD’nin doğrudan müdahale etmeyi sakıncalı bulduğu “komşu” Orta Doğu ülkelerine yapılacak girişimlerde ön saflarda rol oynayacak. ABD’nin bölgeyi yeniden şekillendirme politikalarının atak bir elemanı ve ılımlı (emperyalizmle iyi geçinen) İslamın Türkiye temsilcisi olarak Orta Doğu coğrafyasında boy gösterecek.
Bu koşullarda, demokrat, sosyalist ve komünistlerin başından bu yana bir aldatmaca olduğunu ısrarla yineledikleri, AKP iktidarının “demokrat” ve “ilerici” görünme gereksiniminin de artık geçerli olmadığını söyleyebiliriz. Özü itibariyle baskıcı ve faşist niteliklere sahip bu iktidarın ülkedeki muhalif tüm kesimler üzerindeki uygulamaları, bu yönünü, her geçen biraz daha ortaya sermektedir. İçerideki tüm tutuklu gazeteci, yazar, öğretim üyesi ve siyasetçilerin ve bu bağlamda son olarak Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmalarının, iktidarın bu niteliklerini hâlâ kavrayamamış olan bir çok kişiyi uyarmış olması beklenir. Umarız ki, emperyalizm destekli AKP iktidarının, emekçilerin ve ezilmek istenenlerin hiçbir sorununa ilaç olamayacağı, Kürt sorununun da gerici ve iş birlikçi siyasal iktidarlarla çözülemeyeceği ülkedeki tüm muhalif kesimlerce görülmüştür.
NE YAPMALI?
Her türden baskı ve sindirme politikalarını etkisiz kılmanın tek yolu, ekonomik, toplumsal ve siyasal çıkarları emperyalizm ve onun iş birlikçisi AKP iktidarı ile uyuşmayan tüm muhalif sınıf ve kesimlerin bir araya gelerek karşı koymalarıdır. Bu bağlamda, önceki gün, ülkede yürürlükte olan sivil faşizm uygulamalarına karşı İstanbul Taksim Hill otelde sosyalist ve komünist partilerin bir araya gelerek ortak mücadele çağrısı yapmaları umut verici ve sonuç almaya yönelik çok değerli bir eylemliliktir. Toplantıda haklı olarak “Guantanamo hukuku” olarak tanımlanan yargı süreçlerini geriletmeyi, darbe dönemlerinden hiç de geri kalmayan faşist uygulamaları geri püskürtmeyi, kısa vadede burjuva demokrasisinin sınırlarını zorlayarak genişletmeyi, uzun vadede ise Türk ve Kürt emekçilerinin iktidarının yolunu açarak daha güzel bir dünyanın taşlarını döşemeyi başka nasıl başarabiliriz ki?