24 Temmuz 2006 21:00
Bir ses verin!
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk...
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk... 24 saat savaş sirenleri çalıyor Beyrut' ta. Çocuklar unutmuş şeker yemeyi, su gibi akmıyor artık sokaklarda Beyrut'un mavi gülüşlü çocukları
İsrail'in militarizmi ve ırkçılığı aşıladığı çocukların "Araplara ölüm", "Filistinlilerle ölüm" sloganlarını yazdığı bombalar altında can veriyor Beyrut'un umutları vurulan çocukları
Nazım Hiroşima'nın çocukları için yazmıştı: "Çocuklar şeker de yiyebilsinler." Ama Beyrut'un çocukları su bile içemiyorlar ki şeker yesinler. İsrail tüm kentin su-elektrik ve süt üretim dağıtım depo ve işletmelerini vuruyor, çocuklar hep yetim kalıyor Beyrut'ta, ''elem yecidke yetimen feava''
Bir yanı bahardır kıyılarımızın, bir yanı cehennem. Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine Beyrut'ta
Mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı Beyrut'ta
Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü Lübnan. Dört bir taraftan barut kokuları geliyor. Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz. Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri Beyrut'da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz. Yüreğimiz parça parça... Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz!.. Ah Beyrut; aşkın sınırları olmayan kent, tank paletleri altında taşlar içre doğan kent... Ve yıkıntılar arasında çocuk feryatları ile doğan günü utangaçça selamlayan kent
Ah Beyrut... Hüznün kenti, sokaklarında kurşun olan kaldırım taşları şiirlerimizi okusa keşke... Nazım' dan selam getirdik sana ey Beyrut, çocuklar şeker de yiyebilsinler diye
Hiroşima'nın çocuklarından mavi umutlar getirdik sana ey Beyrut, yangınlar içinde kızıl ateşlerde yeniden doğasın diye
Ah Beyrut; aşkın ve kızıl güneşin selama durduğu kent, sana el süremedim nicedir, uyuyamadım gögsünde, soluğunu cekemedim içime
Kızıılırmak'tan selam getirdim sana, Dicle'ye aksın diye aşkların ve hırçın dalgalarında Munzur'un serin sularında yıkansın diye kan ve gözyaşların
Ah Beyrut, sevdamızın, hüznümüzün başkenti, Bizans kenti İstanbul'dan emeğin ve kavganın proleter soluğunu getirdik sana, soluyasın diye işçi kardeşlerinin alınterini ve kardeşleşsin diye acılarımız
Beyrut'ta bir sabah, ve ben içi boşalmış bir mermi kovanıyım ezik! Sırtımda yanık kokusu geçmişin, sessizliğim intifada! Bu sabah, ben Beyrut'ta kimsesiz bir çocuğum kucaklanmayı bekleyen! Hedefsiz iki füze bakışlarım, Yüreğimde uzak mesafeli abluka! Ve ben artık Beyrut'un ta kendisiyim! Kan ağlıyor yüreğim... İçimdeki her patlama bir haykırış:
"SHALOM, SALAAM, BARIŞ"
Ne olur Ses verin BEYRUT'un mavi gülüşlü çocuklarının sessiz çığlıklarına
"SHALOM, SALAAM, BARIŞ"
Ne olur Ses verin BEYRUT'un mavi gülüşlü çocuklarının sessiz çığlıklarına