22 Ağustos 2006 21:00
Şimdi de yazarlara taktılar
Gençler, hatta orta yaşlılar pek bilmez ama çoook eski zamanlarda Çetin Altan şimdiki gibi değildi, hem sosyalist, hem de devrimciydi.
Gençler, hatta orta yaşlılar pek bilmez ama çoook eski zamanlarda Çetin Altan şimdiki gibi değildi, hem sosyalist, hem de devrimciydi. Akşam Gazetesi'ndeki (Akşam da şimdiki gibi değildi, solcuların, sosyalistlerin, halkın sesiydi) yazılarını tüm gençler okurdu. Ve o yıllarda Çetin Altan da, diğer sosyalist yazarlar gibi sık sık mahkemeye verilirdi, "Vatanın ve milletin bölünmezliğini gıdıklamaktan", yani özetle 142. maddeden yargıç önüne çıkardı. Bir gün, bir duruşma sonrası Çetin Altan'ın duruşma salonundan gülerek çıkarken, gazeteciler fotoğrafını çekmiş. Gazetelerde yayınlandı. O zaman iktidarda, Adalet Partisi (AP) vardı. Başbakanları da daha "Ümit Milli" çizgisinde olan Süleyman Demirel. Yalnız sakın yanlış anlamayın o dönemin "Ümit Milli"siyle bugünkü televizyonlarda oynayan "Ümit Milli"cilerle bir benzerliği yoktu. Sonradan "Milli" oldu' Süleyman Amcam. Arkasından da günümüzde ünlü bir Rus yönetmeninin ağzıyla da "Marksist"(!) oldu. Kader bu işte, Çetin Altan bugüne geldi, onu Meclis'te "Marksist" olarak dövdürenler de Marksistlikten dönme Rusya'nın bir ünlüsünün ağzıyla da "Marksist"(!) oldu. Ben bu şifreyi çözemedim... Neyse... Çetin Altan'ın gülen resmi gazetelerde çıkınca, dönemin sağcı gazetecilerinden Kadırcan Kaflı mı, Ergun Göze mi, işte o takımdan biri, gazetesinde döktürdü: "Bu komünistleri mahkemeye falan vermekle kahraman yapıyorsunuz. Oysa yapın kağıda zam, matbaa mürekkebine zam, fiyatlar arttığı için, zorluk çekerler gazete, dergi, kitap bastırmakta ve sesleri kesilir" Bu anlamda bir yazıydı.
İktidar yitirdi Zamlar yapıldı ama mahkemeler de sürdü. İktidar yazarları ne denli ciddiye alıyorsa, yazarlar da iktidarı o denli önemsiyordu, dolayısıyla mahkeme kararlarını da. Sonunda iktidar yitirdi Benzeri bir durum Demokrat Parti (DP) döneminde de olmuştu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes de çarşafa dolaşınca, en kolay yol olan yazarlara, aydınlara, Türkiye'yi düşünenlere saldırmakta buldu. "Hakikat Komisyonu'nu kurdu. Sonun başlangıcını getiren bir karardı bu. Şimdikiler yine işler çarşafa dolaştığı için yazarları sindirme yolunu bulmaya kalkıştılar. Evet, işler çarşafa dolaşmıştı. Bir yandan Ali Dibo'lar AKP içinde pıtrak gibi boy atarken, öte yandan yaptıkları her işi makyaj yapmasını bilmeyen kadınlar gibi yüzlerine, gözlerine bulaştırıyorlardı. Söz verdikleri halde geleceklerinden korktukları için "Dokunulmazlık dosyaları"nı saklıyorlardı. Müslüman oldukları halde, "Amerika bizi öper" diye düşündüklerinden olacak, Filistinliler yerine İsraillilere yakın duruyorlardı. İncirlik yol geçen hanıydı, gıklarını çıkaramıyorlardı. Ülkenin candamarlarına varıncaya dek her şeyini peşkeş masasına yatırıyorlar, ama buna karşılık borçlar her geçen gün artıyordu. "Cart cart' övündükleri duble yollar bile çöküyordu. Otellerinde keyif çattıkları adamlara Lara'lar falan veriliyordu. Türkiye'yi nükleer santral mezarlığına çevirmek için neredeyse "Çernobil cinayeti"ne sahip çıkmak aymazlığına düşüyorlardı. Buraya sığmayacak daha binlerce olay vardı. Emekçilerin kan ağlaması, sefaletin ve onun yanında rezaletin doruk noktasında oluşunu yazmıyorum... Özetle, Türkiye batıyordu. Hem yeteneksiz, hem beceriksiz, hem bilgisiz insanlar n'apar, doğal olarak bunları gündeme getiren yazarlara saldırır. Ama bu saldırı da ters tepecek. Çünkü Aziz Nesin'in deyimiyle, "Her iki Türk'ün üçü şairdir," olan bir toplumda, her yazara yok defter tut" yok ayda bir KDV beyanname ver, yok muhasebeci tut, yok üç ayda bir geçici vergi beyannamesi ver, yok yıllık beyanname ver, yok bilmem ne... Ama en güzeli, "Vergi levhasını tasdik ettirip, asacaklar," maddesi.
Ne yapacağım? Şimdi kara kara düşünüyorum: Tamam param olmadığı için muhasebeciyi devlet tutacak, beyanname masraflarını defter paralarını falan devlet verecek, peki ben vergi tabelasını nereme asacağım? Hele bir de bu vergi tabelasına, "Hikmetinden sual olunmayan" Padişah efendimizin, pardon AKP'lilerin başbakanının resmi konulacak gibi bir madde de olursa" ben n'apacağım? Ve hepsinden önemlisi Yargıtay ve Danıştay kararlarını uygulamayan bir hükümet, çıkarmaya gücü yeterse bu yasayı nasıl uygulatacak? Kim onu ciddiye alacak? Bakın hâlâ yazar örgütlerinden PEN'den, Edebiyatçılar Derneği'nden TYS'den ses çıkmadı. Demek onlar bile ciddiye almıyorlar...
İktidar yitirdi Zamlar yapıldı ama mahkemeler de sürdü. İktidar yazarları ne denli ciddiye alıyorsa, yazarlar da iktidarı o denli önemsiyordu, dolayısıyla mahkeme kararlarını da. Sonunda iktidar yitirdi Benzeri bir durum Demokrat Parti (DP) döneminde de olmuştu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes de çarşafa dolaşınca, en kolay yol olan yazarlara, aydınlara, Türkiye'yi düşünenlere saldırmakta buldu. "Hakikat Komisyonu'nu kurdu. Sonun başlangıcını getiren bir karardı bu. Şimdikiler yine işler çarşafa dolaştığı için yazarları sindirme yolunu bulmaya kalkıştılar. Evet, işler çarşafa dolaşmıştı. Bir yandan Ali Dibo'lar AKP içinde pıtrak gibi boy atarken, öte yandan yaptıkları her işi makyaj yapmasını bilmeyen kadınlar gibi yüzlerine, gözlerine bulaştırıyorlardı. Söz verdikleri halde geleceklerinden korktukları için "Dokunulmazlık dosyaları"nı saklıyorlardı. Müslüman oldukları halde, "Amerika bizi öper" diye düşündüklerinden olacak, Filistinliler yerine İsraillilere yakın duruyorlardı. İncirlik yol geçen hanıydı, gıklarını çıkaramıyorlardı. Ülkenin candamarlarına varıncaya dek her şeyini peşkeş masasına yatırıyorlar, ama buna karşılık borçlar her geçen gün artıyordu. "Cart cart' övündükleri duble yollar bile çöküyordu. Otellerinde keyif çattıkları adamlara Lara'lar falan veriliyordu. Türkiye'yi nükleer santral mezarlığına çevirmek için neredeyse "Çernobil cinayeti"ne sahip çıkmak aymazlığına düşüyorlardı. Buraya sığmayacak daha binlerce olay vardı. Emekçilerin kan ağlaması, sefaletin ve onun yanında rezaletin doruk noktasında oluşunu yazmıyorum... Özetle, Türkiye batıyordu. Hem yeteneksiz, hem beceriksiz, hem bilgisiz insanlar n'apar, doğal olarak bunları gündeme getiren yazarlara saldırır. Ama bu saldırı da ters tepecek. Çünkü Aziz Nesin'in deyimiyle, "Her iki Türk'ün üçü şairdir," olan bir toplumda, her yazara yok defter tut" yok ayda bir KDV beyanname ver, yok muhasebeci tut, yok üç ayda bir geçici vergi beyannamesi ver, yok yıllık beyanname ver, yok bilmem ne... Ama en güzeli, "Vergi levhasını tasdik ettirip, asacaklar," maddesi.
Ne yapacağım? Şimdi kara kara düşünüyorum: Tamam param olmadığı için muhasebeciyi devlet tutacak, beyanname masraflarını defter paralarını falan devlet verecek, peki ben vergi tabelasını nereme asacağım? Hele bir de bu vergi tabelasına, "Hikmetinden sual olunmayan" Padişah efendimizin, pardon AKP'lilerin başbakanının resmi konulacak gibi bir madde de olursa" ben n'apacağım? Ve hepsinden önemlisi Yargıtay ve Danıştay kararlarını uygulamayan bir hükümet, çıkarmaya gücü yeterse bu yasayı nasıl uygulatacak? Kim onu ciddiye alacak? Bakın hâlâ yazar örgütlerinden PEN'den, Edebiyatçılar Derneği'nden TYS'den ses çıkmadı. Demek onlar bile ciddiye almıyorlar...