18 Ekim 2006 21:00

'Eğitim şart' mı?

Mevcut işler gerçekten yüksek düzeyde nitelik gerektiriyor mu? Yani önemli bir öğrenme sürecinden geçmesi mi lazım gerçekten işçinin? Bu soruya gönül rahatlığıyla "elbette hayır" cevabını verebiliriz.

Paylaş
Dünya Bankası, OECD, TÜSİAD raporlarıyla bir vesileyle karşılaşanlar bilir, ortak bir vurgu vardır: Eğitim şart! Peki nasıl ve ne için eğitim? Bu konuda da sayfalar dolusu -düz mantık eseri- gerekçeler bulursunuz. Şöyle ki; ülkeler artık azgelişmiş-gelişmiş diye değil, eğitimsiz-eğitimli-daha eğitimli-en eğitimli olarak ayrılırlarmış ve küresel(?) rekabette ülkeler artık sahip oldukları sınai ürünlerle değil, sahip oldukları eğitimli işgücü ile yer edinebilirmiş. Eğer günümüzde işsizlik diye bir sorun varsa -ki onlar da olduğunu kabul ediyor- bunun suçlusu yeterince eğitim almamış işgücüdür. Yani vasıflı olan işsiz kalmayacaktır. Bu bağlamda mevcut emek gücünün sürekli değişen üretim tekniklerine ayak uydurabilmesi için "sürekli eğitim" alması ve "vasıf" kazanması gerekmektedir. Dolayısıyla işsiz kaldıysanız bunun sebebi, kendinizi yeterince eğitmemenizdir. Onlara göre, işsizlik sorununun birinci ve ana sebebi işgücünün niteliksizliğidir. Niteliği de eğitimle aşılan bir sorun olarak görüp, bu konuda hükümetlere özel sektörün "önünü açın" mesajı vermekteler. Fakat 2001 sonrası ortaya çıkan durum bunun doğru olmadığını gösterdi. Öyle ki nüfusun en eğitimli (üniversite mezunu) kesimi en çok işsiz kalan kesimi olmuştur. Tabii bu noktada biz "vasıf" ile "eğitim düzeyi"ni birbirine karıştırmıyoruz. Yüksek eğitim gören ama iş hakkında bilgi sahibi olmayanları vasıflı olarak nitelendirmek büyük yanılgıdır. "Nitelik" kavramı oldukça tartışmalıdır. Niteliği iş üzerinde kazanılan bilgi ve beceri toplamı, daha Türkçesi "ustalık" olarak tanımlamamız gerekiyor. Öyle ki niteliksiz emek derken de ustalık vasıflarına haiz olmayanı anlayalım. Peki ustalıkla yüksek öğretim arasında nasıl bir ilişki olabilir? Örneğin işçiler üniversite mezunu olarak mı ustalık kazanacaklar? Elbette hayır. Nitelik ancak iş üzerinde, akıl, mantık, beceri ve deneyim toplamıyla elde edilebilir. Dolayısıyla "yüksek öğretim" ve/veya "yaşam boyu eğitim" ustalık kazandıran bir süreç değildir. İkinci soru şu olmalı: Mevcut işler gerçekten yüksek düzeyde nitelik gerektiriyor mu? Yani önemli bir öğrenme sürecinden geçmesi mi lazım gerçekten işçinin? Bu soruya gönül rahatlığıyla "elbette hayır" cevabını verebiliriz. Kapitalizmin ortaya çıkış dönemlerine baktığımızda, buharla çalışan makinelerin iş sahalarına taşınmasıyla, manifaktürler (atölye) yerine -ustalık, zanaatkarlık gibi vasıflarından uzaklaşmış emeğin çalıştırıldığı- fabrikalar kurulmuştur. Günümüzde de kapitalist, makineyi emeğin yerine kullandığı sürece ve kayan üretim bantları içerisinde işçiye düğmeye basmak(!) kaldıkça burada zihinsel değil kol emeğinde yoğunlaşmadan bahsedilebilir. Elbette özellikle, endüstri coğrafyasının değiştiği ve yeni üretim teknolojilerinin hızla üretim alanlarına taşındığı bir dönemde bir kısım zihinsel emeğe de ihtiyaç vardır. Ancak, bunlar "beyaz yakalı" olarak da adlandırılan kesimdir ve ağırlığı en fazla eskisi kadardır. Ortaya çıkan durumu polarizasyon olarak tanımlamak doğru olacaktır. Mevcut üretim sistemleri bir yandan bir kısım zihinsel emeğe ihtiyaç yaratırken diğer yandan niteliksiz(?) kol emeğini çoğaltmaktadır. Gerçekleştirilen yakın dönem -fabrikaya giren- saha araştırmaları göstermektedir ki, özellikle ileri üretim teknolojilerinin kullanıldığı fabrikalarda, sürekli tekrarlanan rutin işler sonucu işçilerin işi öğrenme süresi bir haftaya kadar inmekte ve bu durum onların yaptıkları işin bütününe ve belki de kendilerine yabancılaşmalarına yol açmaktadır. Bir yandan sürekli tekrarlanan işler ve insanlık dışı denetim/ikaz sistemleri emeği robotlaştırırken diğer yandan da -sanki mevcut durumun suçlusuymuş gibi- "niteliksiz" ilan edilmektedirler. Theo Nichols ve Nadir Suğur'un Türkiye'de yedi fabrikada (iki otomotiv, iki tekstil ve üç beyaz eşya fabrikası) gerçekleştirdikleri çalışma bu açıdan önemlidir. Görüşme yaptıkları işçiler yaptıkları işi yeni bir işçinin bir haftada öğrenebileceğini ve kendi yaptıkları işin tamamen aynı şeyi tekrarlamaktan ibaret olduğunu ve adeta robotlaştırıldıklarını ifade etmektedirler. Beyaz eşya fabrikasındaki işçilerden birinin çalışma durumuyla ilgili soruya verdiği yanıt oldukça çarpıcı: "Belirlenmiş bir üretim zamanında üretilen her parçayı sayarak her işçinin performansını denetliyorlar. Örneğin, her üretim aşamasını bilgisayarla hesaplıyorlar. Belli bir işi 23 saniyede yapmanı istiyorlar. İlk başta yapabiliyorsun. Peki ya sonra? Sen de bir insansın ve haliyle yoruluyorsun. Ama senden bu performansı sekiz saatlik vardiya boyunca hiç durmadan sürdürmeni istiyorlar. …Demesi kolay. Sıkıysa sen yap bakalım aynı işi 8 saat boyunca her gün, her ay hem de hiç hata yapmadan." Bir diğer işçi ise şunları söylüyor: "Her şeyden önce, aynı işi tekrar tekrar yapıyorsunuz ve çok sıkıcı oluyor. Bunu komik bulabilirsiniz ama işteyken genellikle hayal kuruyorum. Aklım, işle hiç ilgisi olmayan şeylerin hayalini kuruyor. Çocukluğumu hayal ediyorum, güzel yeşil bir vadide yürüdüğümü, mavi, temiz bir denizde yüzdüğümü ve bulutların üzerinde kuş gibi uçtuğumu hayal ediyorum…" Günümüzde ihtiyaç duyulan "nitelikli" emek değil sömürüye açık emektir. Son dönem ekonomik büyümenin kaynakları incelendiğinde görülmektedir ki, bu büyüme -büyük oranda- "verimlilik artışına" bağlıdır. Verimlilik ise aynı işçinin aynı işyerinde daha fazla çalıştırılması, daha fazla sömürülmesi anlamına gelmektedir. "Eğitim şart" denmesinin de yegane sebebi işçileri baskılamak ve sermayedarlara yeni bir kâr alanı olarak eğitim piyasası(?) yaratmaktır. Bu kapsamda da söz konusu raporlarda, meslek liselerinin piyasaya açılması ve işverenlerin buraları işgücü pazarı olarak görüp yatırımda bulunmaları gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Bu haliyle bakıldığında metalaşan emek gücü ve piyasalaşan eğitim sisteminden bahsedebiliriz. Sonuç olarak, yazıda eleştirdiğimiz piyasalaştırılan eğitim ve bu kapsamda işe yabancılaştırılan emek gücüdür. Yoksa, elbette eğitim şart; parasız bilimsel ve demokratik eğitim şart!

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön src=/resim/k1.gif width=335 height=2> src=/resim/b1.gif width=5>
İşte YÖK'ün eseriUğraş Vatandaş Çin'de her yıl belirlenen dünyanın en iyi 500 üniversitesi sıralamasına, Türkiye'den hiçbir üniversite giremedi. İngiltere'deki başka bir araştırmada da sonuç değişmedi; Türk üniversiteleri 'Dünyanın en iyi 200 üniversitesi' sıralamasında yer alamadı. Soruşturmalarla polisliğe soyunarak, okuldan öğrenci atmakta liste başı olan Türkiye'deki üniversitelerin, uluslararası alandaki başarısızlığı, Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK), üniversite rektörlerinin öğretim üyeleri üzerindeki baskılarına ve kaynak yetersizliğine bağlanıyor. Çin Şanghay Jia Tong Üniversitesi Yükseköğretim Enstitüsü'nün yaptığı "Dünya Üniversiteleri Akademik Sıralaması" araştırmasının 2006 yılı sonuçları açıklandı. Bu yıl 4'üncüsü gerçekleştirilen araştırmada, Türkiye'deki üniversiteler bilimsel bir başarı ortaya koyamadı. Geçen yıl 410'uncu olan Hacettepe Üniversitesi ile 469'uncu sırada bulunan İstanbul Üniversitesi, 2006'da seviyelerini koruyamayarak ilk 500 içinde yer alamadı. Araştırmada, 'üniversitelerin, uluslararası bilimsel atıf indekslerinde yer alan makale sayıları, bilimsel araştırma sonuçları, mezunları ve hocalarının uluslararası bilimsel çalışmaları' gibi kriterler temel alındı. Dünyanın en iyi 500 üniversitenin bulunduğu sıralamada, Amerika, İngiltere, Almanya ve Japonya başı çekerken, Şili, Güney Afrika, Yeni Zelanda, Singapur, Çek Cumhuriyeti, İrlanda ve Macaristan'daki üniversiteler de sıralamada yer aldı.

Sonuç değişmiyor İngiltere'de uluslararası eğitim ve kariyer konularında kılavuzluk yapan araştırma kuruluşlarından THES'in yaptığı çalışmada da durum değişmedi. 'Dünyadaki 3 bin 700 akademik aktivite, dünya çapında ünlü 30 üniversitenin en iyi araştırma laboratuvarlarında çalışan tecrübeli elemanlarla görüşme, uluslararası çalışmalar, uluslararası öğrenci oranının toplam öğrenciye göre durumu' gibi kriterlerin değerlendirildiği araştırma sonunda dünyanın en iyi 200 üniversitesi belirlendi. Türkiye'den hiçbir üniversite bu listede de yer alamadı.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Türkiye Ortadoğu için 'umut' olabilir

SONRAKİ HABER

Oysa bir umuttu hep!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa