18 Ekim 2006 21:00
Oysa bir umuttu hep!
Tek başına ayakta durmaya çalışan bir kadın sembolü haline gelen Aliye, seyircilerine tam tersi mesajlar vererek ekranlara veda etti.
Önceki akşam, reklamlara rağmen Aliye dizisinin finalini izlemeyi başaranlar, açıkça ortada kaldılar. Kocasından ayrıldıktan sonra çocuklarına kavuşmak için yıllarca uğraşan Aliye, çocuklarının hatırı için kocası Sinan'la yeniden bir araya gelmenin eşiğine geldi ve bir yolculuğa çıktı. Oysa neler söylenmişti dizi için, ne tartışmalar yaşanmıştı
Onu aldatan kocasını terk etmeye karar verdiğinde, her şeye rağmen ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadın olarak pek övgü almıştı. Çocuklarını ona göstermeyen kocası Aliye'ye aylar boyunca zulmettiğinde, o artık kadınların kendilerini özdeşleştirdikleri bir kahramandı. Dergilere kapak oldu, haberler "Gerçek bir Aliye vakası" gibi başlıklarla anlatılır hale geldi. Hani diyor ya şarkıda "Oysa bir umuttu hep" diye, o misal. Aliye artık yalnızca bir dizi değil, bir kadın sembolü olmuştu
Herkes ağladı Eğer öyleyse, biz salı akşamı başka bir dizinin finalini izledik. Üç sezondur savundukları, temsilcisi oldukları her şeyi tersine çevirmekten utanmadılar. Aliye, kadınların çocuk sahibi de olsalar sevmedikleri bir adamla birlikte yaşamak zorunda olmadığını, çocuklarından bile ayrılsa bir kadının ayakta durabileceğini gösteriyor sanmıştık. Yanılmışız. Dizinin sıkı izleyicileri bilirler, son aylara zaten bir duygu sömürüsü egemen olmaya başlamıştı. Üst üste kazalar yaşandı, Aliye'nin yüzü bir türlü gülmedi. Kimse halinden memnun değildi, ama hiçbiri de kılını kıpırdatmıyordu. Birbirlerine aşık oldukları Doktor Deniz'le de bir türlü bir araya gelemediler. Bu hafta itibariyle 76 bölüm gösterildi, bunların çoğu bunalım içindeki karakterlerin resmi geçidiydi aslında. Söylenmek dışında bir şeyler yapan bir tek kahraman vardı, Müco. (Çocukları Sinan'dan alıp Aliye'ye verebilen de ondan başkası değildi.) O da son bölümde ağlayınca, dizide gözyaşı dökmemiş karakter böylece kalmadı Kaynana İkbal'in sonu ise, fazlasıyla Sır Kapısı kokulu oldu. Hani, bu dinibütün dizilerde iyiler hep kazanır, kötüler cezasını bulur, hem de son anlarında pişman olup derslerini alırlar, ama iş işten geçmiştir. Kaynana İkbal'in şu sözleri, şu sıralar kanalın çeşitli dizilerini bir araya getiren reklam filminde dönüp duruyor: "Ne çok günahım varmış Allahım, öde öde bitmiyor." Bunları söylediği bölümde beyin kanaması geçirdi, hastanede Aliye'yi çağırdı da, ancak o gelince ölebildi. Artık nasıl yorumlarsanız
Meğer roller değişmemiş Televizyonda çizilen aile resimleri, "geleneksel" çerçevenin dışına çıkmakta zaten hep zorlandı. Çalışıp eve para getiren, sert, otoriter, ama yufka yürekli baba; çalışsa da çalışmasa da evin bütün yükünü, çocukların sorumluluğunu üstlenen ve bunlar dışında hiçbir hayatı olmayan anne; sevimlilik ve zekadan ibaret, büyümüş de küçülmüş çocuklar Bu resimde, kadınların hayatları, dört duvar arasına sıkışmaya mahkum. Eski kocalar, onlara ne güçlükler yaşatmış olsa da, kadınların hayatlarından çıkmıyor. Çocuklar ise, her şeyin merkezi, her şeyin anlamı, her şeyin nedeni. Çocuklu bir kadının, başka bir adama aşık olduğu bir hikaye anlatmaya ne kadar da çekiniyorlar. Aliye gitti mi şimdi? Bunlara göre "kurtuluş", yoksul bir kadın için mümkün değil. Aliye'de bunun ufak tefek emareleri varsa, kahramanın kısa sürede terzilikten modacılığa, oradan fabrikatörlüğe terfi etmesi, yani sınıf atlamasıyla oldu. Televizyonda emekçi bir kadının ayakta kalma sorunu ise, çözümsüz kaldı. Kadın sınıf atlayamazsa, ayakta kalmaya çalışmaktan vazgeçmeye zorlanıyor hâlâ. Dizide, çocukların rolleri bile bildikti. Son bölümde Aliye'nin oğlu Arda sevimlilik hakkını kamerayla filmler çekerken kullanıyordu, Ayşe ise kamerayı bir kez bile eline almadı, aklı fikri makyaj yapmakta kaldı. Manzarayı bir kez daha özetleyelim: Eşini aldatan, sevgilisini öldüren, çocuklarını yıllarca annelerine göstermeyen, bu uğurda onların hayatlarını bile tehlikeye atan Sinan, onu sevmeyen eşi Aliye'ye evlenme teklif etti. Aliye ne evet ne hayır dedi. Çocuklarını aldı ve tekneyle yolculuğa çıktı. O kadar "aile" vurgulu bir finaldi ki, sürekli anne ile babanın neden "her şeye rağmen" bir araya gelmesi gerektiğine dair öyküler dinledik. Zaten bölümün çoğu, düğün töreniyle, yeni bir yuva kurulması hazırlıklarıyla geçti. Aliye'nin aşkı Deniz de, Aliye'nin evinden ayrılmak zorunda kalan kadınlar için yaptığı sığınma evi de, bir kare bile görünmedi. Yalnızca, Aliye çocuklarını alıp gider gibi yaptı. Bunun adı mutlu son mu olur? "Canım Ailem" filmi, aslında Aliye'nin Aliye karşıtı finalinin şifresini gösteriyor. Aliye'nin oğlu Arda'nın çektiği aile içi görüntülerden oluşan film, okulda gösterildi ve bütün salonu ağlattı. Ama bu film öyle bir filmdi ki, diyalogları, mimikleri, özellikle de müziğiyle, sevgiden, mutluluktan çok gerilim egemendi! Şimdi bunca yıllık tartışmanın, yüklenen anlamların, verilen değerlerin akıbeti ne olacak? Art arda eklenmiş "ağlatma" sahneleriyle üç sezona yayılan bir dizi kotarıldı. Biraz farklı bir şey yapacakmış gibi bir izlenim uyandırıldı, ama "ortada" bir sonuçtan daha fazlası çıkmadı. Bakalım bu işe, Aliye'yi seven, benimseyen kadınlar ne diyecek?
Herkes ağladı Eğer öyleyse, biz salı akşamı başka bir dizinin finalini izledik. Üç sezondur savundukları, temsilcisi oldukları her şeyi tersine çevirmekten utanmadılar. Aliye, kadınların çocuk sahibi de olsalar sevmedikleri bir adamla birlikte yaşamak zorunda olmadığını, çocuklarından bile ayrılsa bir kadının ayakta durabileceğini gösteriyor sanmıştık. Yanılmışız. Dizinin sıkı izleyicileri bilirler, son aylara zaten bir duygu sömürüsü egemen olmaya başlamıştı. Üst üste kazalar yaşandı, Aliye'nin yüzü bir türlü gülmedi. Kimse halinden memnun değildi, ama hiçbiri de kılını kıpırdatmıyordu. Birbirlerine aşık oldukları Doktor Deniz'le de bir türlü bir araya gelemediler. Bu hafta itibariyle 76 bölüm gösterildi, bunların çoğu bunalım içindeki karakterlerin resmi geçidiydi aslında. Söylenmek dışında bir şeyler yapan bir tek kahraman vardı, Müco. (Çocukları Sinan'dan alıp Aliye'ye verebilen de ondan başkası değildi.) O da son bölümde ağlayınca, dizide gözyaşı dökmemiş karakter böylece kalmadı Kaynana İkbal'in sonu ise, fazlasıyla Sır Kapısı kokulu oldu. Hani, bu dinibütün dizilerde iyiler hep kazanır, kötüler cezasını bulur, hem de son anlarında pişman olup derslerini alırlar, ama iş işten geçmiştir. Kaynana İkbal'in şu sözleri, şu sıralar kanalın çeşitli dizilerini bir araya getiren reklam filminde dönüp duruyor: "Ne çok günahım varmış Allahım, öde öde bitmiyor." Bunları söylediği bölümde beyin kanaması geçirdi, hastanede Aliye'yi çağırdı da, ancak o gelince ölebildi. Artık nasıl yorumlarsanız
Meğer roller değişmemiş Televizyonda çizilen aile resimleri, "geleneksel" çerçevenin dışına çıkmakta zaten hep zorlandı. Çalışıp eve para getiren, sert, otoriter, ama yufka yürekli baba; çalışsa da çalışmasa da evin bütün yükünü, çocukların sorumluluğunu üstlenen ve bunlar dışında hiçbir hayatı olmayan anne; sevimlilik ve zekadan ibaret, büyümüş de küçülmüş çocuklar Bu resimde, kadınların hayatları, dört duvar arasına sıkışmaya mahkum. Eski kocalar, onlara ne güçlükler yaşatmış olsa da, kadınların hayatlarından çıkmıyor. Çocuklar ise, her şeyin merkezi, her şeyin anlamı, her şeyin nedeni. Çocuklu bir kadının, başka bir adama aşık olduğu bir hikaye anlatmaya ne kadar da çekiniyorlar. Aliye gitti mi şimdi? Bunlara göre "kurtuluş", yoksul bir kadın için mümkün değil. Aliye'de bunun ufak tefek emareleri varsa, kahramanın kısa sürede terzilikten modacılığa, oradan fabrikatörlüğe terfi etmesi, yani sınıf atlamasıyla oldu. Televizyonda emekçi bir kadının ayakta kalma sorunu ise, çözümsüz kaldı. Kadın sınıf atlayamazsa, ayakta kalmaya çalışmaktan vazgeçmeye zorlanıyor hâlâ. Dizide, çocukların rolleri bile bildikti. Son bölümde Aliye'nin oğlu Arda sevimlilik hakkını kamerayla filmler çekerken kullanıyordu, Ayşe ise kamerayı bir kez bile eline almadı, aklı fikri makyaj yapmakta kaldı. Manzarayı bir kez daha özetleyelim: Eşini aldatan, sevgilisini öldüren, çocuklarını yıllarca annelerine göstermeyen, bu uğurda onların hayatlarını bile tehlikeye atan Sinan, onu sevmeyen eşi Aliye'ye evlenme teklif etti. Aliye ne evet ne hayır dedi. Çocuklarını aldı ve tekneyle yolculuğa çıktı. O kadar "aile" vurgulu bir finaldi ki, sürekli anne ile babanın neden "her şeye rağmen" bir araya gelmesi gerektiğine dair öyküler dinledik. Zaten bölümün çoğu, düğün töreniyle, yeni bir yuva kurulması hazırlıklarıyla geçti. Aliye'nin aşkı Deniz de, Aliye'nin evinden ayrılmak zorunda kalan kadınlar için yaptığı sığınma evi de, bir kare bile görünmedi. Yalnızca, Aliye çocuklarını alıp gider gibi yaptı. Bunun adı mutlu son mu olur? "Canım Ailem" filmi, aslında Aliye'nin Aliye karşıtı finalinin şifresini gösteriyor. Aliye'nin oğlu Arda'nın çektiği aile içi görüntülerden oluşan film, okulda gösterildi ve bütün salonu ağlattı. Ama bu film öyle bir filmdi ki, diyalogları, mimikleri, özellikle de müziğiyle, sevgiden, mutluluktan çok gerilim egemendi! Şimdi bunca yıllık tartışmanın, yüklenen anlamların, verilen değerlerin akıbeti ne olacak? Art arda eklenmiş "ağlatma" sahneleriyle üç sezona yayılan bir dizi kotarıldı. Biraz farklı bir şey yapacakmış gibi bir izlenim uyandırıldı, ama "ortada" bir sonuçtan daha fazlası çıkmadı. Bakalım bu işe, Aliye'yi seven, benimseyen kadınlar ne diyecek?