18 Ekim 2006 21:00
Ağzını Hayır'a açan
Avukat Senih Özay
Sanki tüm dünyayı kucaklamak istercesine kollarını olabildiğince açmış bir çocuk. Kocaman kahkahası, mutluluğu gözlerinden belli. Daha çok Bergama köylülerinin avukatı olarak adını duyduğumuz Senih Özay'ın geçtiğimiz günlerde çıkardığı kitabının ön kapak fotoğrafı bu.
Sanki tüm dünyayı kucaklamak istercesine kollarını olabildiğince açmış bir çocuk. Kocaman kahkahası, mutluluğu gözlerinden belli. Daha çok Bergama köylülerinin avukatı olarak adını duyduğumuz Senih Özay'ın geçtiğimiz günlerde çıkardığı kitabının ön kapak fotoğrafı bu. 55 yaşını devirmiş Özay'ın, 30 yılı aşkın hukukçuluk serüveni boyunca yaşadıkları, tanık oldukları, güldükleri, kızdıkları, umutları, acıları ve uğruna mücadele ettiklerinin bir kısmı var bu kitapta. Özay, "Anılarım
Ağzımı Hayır'a açtığım Davalarım
" adını verdiği kitabında başlı başına ciltler dolusu bilgi, belge ve anılar biriktirdiği Bergama köylülerinin öyküsüne bilinçli olarak çok kısa olarak değinmiş. Çünkü onların öyküleri, ortalama hacimli bir kitaba sığmayacak kadar uzun, değerli ve hâlâ sürüyor
'Çerkes, devrimci, avukat ' Kitabın girişinde bulunan özgeçmiş de kendini tek cümle ile şöyle tanımlıyor Özay, "Köy kökenli ve de Çerkes, devrimci, anarşist, avukattır. Türkiye-İzmir'de yaşamaktadır." Özay bu bilginin okur için yeterli olması gerektiğini söylüyor ama yetmeyenler için de birkaç bilgi daha aktarmadan edemiyor; 1951 yılında Manisa-Salihli'de doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Ankara ve İzmir barolarında avukatlık yaptı. İzmir Barosu yöneticiliği, Yeşiller Partisi Kurucu üyeliği, İHD, ÇHD, Savaş Karşıtları Derneği, Sosyal Araştırmalar Vakfı, Kuzey Kafkasya Kültür Derneği gibi kurumların yöneticisi ya da üyesi. Özay, toplumsal mücadelenin yükseldiği yıllarda genç olması kadar Çerkes kökenli oluşunun da siyasi kimliğini belirlediğini söylüyor. Bir dönem Türkiye'de kurulan Yeşiller Partisi'nin kurucuları arasında iken partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından İzmir Barosu'ndan bir grup avukatla çevre hareketini oluşturur. Hakimden, savcıdan, polis ve askerden büyük bir çoğunluğun korktuğu bir ülkede bunlardan korkmamayı ilke edindiğini söyler ve ekler; "Ama bir gerilla gibi de davranamazdım. Onların üzerlerine avukat olarak hukukla gittim." Hukukun insanlara gerçekleri anlatacağına inandığından bahseder Özay, bunun günümüzde olamamasının nedenlerini hukukun, BM, uluslararası kuruluşlar ve ABD'nin güdümünde olmasına bağlar.
Dalgaya düşmüşlük hali Özay, kitabının edebi yönü noktasında iddialı olmadığını baştan ortaya koyuyor. Hatta, "Ne yazdığımı, nasıl yazdığımı ben de anlamadım" diyor. Kitabın geneline bakıldığında da anıların sıralanışı, olay, bilgi ve belgelerin aktarılışında belirgin bir düzensizlik olduğu gözlenir. Özay'ın kitabına da aldığı bir eleştiride olduğu gibi adeta "Kitapta dalgaya düşmüşlük hali var"dır. Bu "dalgaya düşmüşlük" asla boş vermişlik, hafiflik olarak anlaşılmamalı ama. Aksine, bir zaman sıkıyönetim savcılarını ve mahkemelerini bile çileden çıkaran, kendine özgülük, özgünlük ve bildiğini, bildiği gibi anlatma halidir bu "dalgaya düşmüşlük".
İzler, tanıklıklar... Kitapta neler var peki; bu topraklardan bir Aziz Nesin'in nasıl çıktığını ortaya seren sıkıyönetim mahkemelerine, DGM'lere, sivil mahkemelere traji-komik olaylarla ilgili yazılan "kendine özgü" dilekçeler, yanıtları, sonuçları var. 12 Eylül öncesi ve sonrası Türkiye'den hukuksuzluk manzaraları var. "O güzel atlara binip giden o güzel insanlar"dan izler, tanıklıklar var. Tek tip elbiseye direnen devrimcilerin, cins ayrımına karşı koyan kadınların, yurttaş olmaktan kaynaklı Anayasal haklarının ardına düşen vatandaşların, yaşam hakkını savunan Bergamalıların ve onların börtü-böceği, fesleğenlerinin öyküleri var. Özay'ın anlatım dili, konuşma diliyle aynı. Bazıları için "Türkçe'nin katli" diye nitelenebilecek olan bu dil, çoğu zaman sıkıcı, çekilmez bulunan hukuksal metinlerin, dilekçelerin, kararların bulunduğu bir kitabın bir çırpıda okunmasına yol açıyor. Özay, anılarını "Söz uçar yazı kalır" düşüncesinden hareketle kitapta yazıya geçirmiyor sadece. "Önce söz vardı"dan yola çıkarak kitabını okuyan okuyucu ile sohbet ediyor. Arada belleğindeki anıları katıyor bu sohbete. Size bir parça hüzün bırakıyor bu sohbet, kocaman bir kahkaha bazen. Kitabı bitirdiğinizde, ellerinize karanlık ve loş mahkeme salonlarının tozunun bulaştığını duyumsuyorsunuz. Tek tip elbiseye karşı don-gömlekle mahkemelere çıkan devrimcilerin kararlılığı ile, toprağını altın madencilerine karşı savunan insanın ve doğanın daha iyi bir yaşam mücadelesinin nasıl da birbiriyle örtüştüğünü görüyorsunuz. Baskı ve sömürü cirit atarken, "Hayır!" diyebilmekteki, "hayr"ın kerametine bir övgü adeta Özay'ın "Ağzımı Hayır'a Açtığım Anılarım" kitabı
'Çerkes, devrimci, avukat ' Kitabın girişinde bulunan özgeçmiş de kendini tek cümle ile şöyle tanımlıyor Özay, "Köy kökenli ve de Çerkes, devrimci, anarşist, avukattır. Türkiye-İzmir'de yaşamaktadır." Özay bu bilginin okur için yeterli olması gerektiğini söylüyor ama yetmeyenler için de birkaç bilgi daha aktarmadan edemiyor; 1951 yılında Manisa-Salihli'de doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Ankara ve İzmir barolarında avukatlık yaptı. İzmir Barosu yöneticiliği, Yeşiller Partisi Kurucu üyeliği, İHD, ÇHD, Savaş Karşıtları Derneği, Sosyal Araştırmalar Vakfı, Kuzey Kafkasya Kültür Derneği gibi kurumların yöneticisi ya da üyesi. Özay, toplumsal mücadelenin yükseldiği yıllarda genç olması kadar Çerkes kökenli oluşunun da siyasi kimliğini belirlediğini söylüyor. Bir dönem Türkiye'de kurulan Yeşiller Partisi'nin kurucuları arasında iken partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından İzmir Barosu'ndan bir grup avukatla çevre hareketini oluşturur. Hakimden, savcıdan, polis ve askerden büyük bir çoğunluğun korktuğu bir ülkede bunlardan korkmamayı ilke edindiğini söyler ve ekler; "Ama bir gerilla gibi de davranamazdım. Onların üzerlerine avukat olarak hukukla gittim." Hukukun insanlara gerçekleri anlatacağına inandığından bahseder Özay, bunun günümüzde olamamasının nedenlerini hukukun, BM, uluslararası kuruluşlar ve ABD'nin güdümünde olmasına bağlar.
Dalgaya düşmüşlük hali Özay, kitabının edebi yönü noktasında iddialı olmadığını baştan ortaya koyuyor. Hatta, "Ne yazdığımı, nasıl yazdığımı ben de anlamadım" diyor. Kitabın geneline bakıldığında da anıların sıralanışı, olay, bilgi ve belgelerin aktarılışında belirgin bir düzensizlik olduğu gözlenir. Özay'ın kitabına da aldığı bir eleştiride olduğu gibi adeta "Kitapta dalgaya düşmüşlük hali var"dır. Bu "dalgaya düşmüşlük" asla boş vermişlik, hafiflik olarak anlaşılmamalı ama. Aksine, bir zaman sıkıyönetim savcılarını ve mahkemelerini bile çileden çıkaran, kendine özgülük, özgünlük ve bildiğini, bildiği gibi anlatma halidir bu "dalgaya düşmüşlük".
İzler, tanıklıklar... Kitapta neler var peki; bu topraklardan bir Aziz Nesin'in nasıl çıktığını ortaya seren sıkıyönetim mahkemelerine, DGM'lere, sivil mahkemelere traji-komik olaylarla ilgili yazılan "kendine özgü" dilekçeler, yanıtları, sonuçları var. 12 Eylül öncesi ve sonrası Türkiye'den hukuksuzluk manzaraları var. "O güzel atlara binip giden o güzel insanlar"dan izler, tanıklıklar var. Tek tip elbiseye direnen devrimcilerin, cins ayrımına karşı koyan kadınların, yurttaş olmaktan kaynaklı Anayasal haklarının ardına düşen vatandaşların, yaşam hakkını savunan Bergamalıların ve onların börtü-böceği, fesleğenlerinin öyküleri var. Özay'ın anlatım dili, konuşma diliyle aynı. Bazıları için "Türkçe'nin katli" diye nitelenebilecek olan bu dil, çoğu zaman sıkıcı, çekilmez bulunan hukuksal metinlerin, dilekçelerin, kararların bulunduğu bir kitabın bir çırpıda okunmasına yol açıyor. Özay, anılarını "Söz uçar yazı kalır" düşüncesinden hareketle kitapta yazıya geçirmiyor sadece. "Önce söz vardı"dan yola çıkarak kitabını okuyan okuyucu ile sohbet ediyor. Arada belleğindeki anıları katıyor bu sohbete. Size bir parça hüzün bırakıyor bu sohbet, kocaman bir kahkaha bazen. Kitabı bitirdiğinizde, ellerinize karanlık ve loş mahkeme salonlarının tozunun bulaştığını duyumsuyorsunuz. Tek tip elbiseye karşı don-gömlekle mahkemelere çıkan devrimcilerin kararlılığı ile, toprağını altın madencilerine karşı savunan insanın ve doğanın daha iyi bir yaşam mücadelesinin nasıl da birbiriyle örtüştüğünü görüyorsunuz. Baskı ve sömürü cirit atarken, "Hayır!" diyebilmekteki, "hayr"ın kerametine bir övgü adeta Özay'ın "Ağzımı Hayır'a Açtığım Anılarım" kitabı