25 Ekim 2006 21:00
yazı dizisi 4: yeni kuşak türk sineması
GÜNÜN YAZILARI
Gişe filmi yapmıyoruz!
Sinema serüveniniz nasıl başladı?
Murat Şeker: Çocukluğumuzda televizyon bu kadar hakim değildi. Ailece haftada üç dört kez sinemaya giderdik. Lise yıllarında sinema bir meraktan çok sevdaya dönüşmeye başladı. Lise 1. sınıfta TRT'de Tarkovsky'nin 'Stalker' filmini de seyrettikten sonra ben sinemacı olacağım diye bir karar aldım. 1994 yılında Mimar Sinan Üniversitesi'ni kazandım. Piyasada da çalışmaya başladım. Ne iş olursa yaparım abi modeliyle reji asistanlığı, prodüksiyon amirliği, bir sürü dizi, televizyon programı ve bir taraftan da müzik yazarlığı yapmaya başlamıştım. 1999-2000 arasında Sinan Çetin'le reklamda çalıştım. Para kazanmak amacıyla film işi yapamayacağım diye düşündüm. Çünkü piyasanın iyi niyetle bir ilgilisi yok. Rekabeti yoğun ve zor bir piyasa. Yaratıcı bir adam olarak bir yerlere gelmek gibi bir planım olduğu için parayı ikinci plana atarak idealist olma konusunda ısrar edeceğim dedim. Ondan sonra kısa filmler, 'Almanya Rüyası' isimli belgesel ve son olarak da İki Süper Film Birden'i yaptık. 40-50 kişilik bir ekibiz aslında. İki Süper Film Birden'le merhaba dedik. Bu film bize bir sonraki filmi yapacak imkan ve maddi destek sağlarsa hayatımız biraz daha kolay olacak. Sağlamazsa işte biraz daha çalışıp yolumuza devam edeceğiz.
Peki bu yola hangi niyetlerle çıktınız?
Niyetimiz ticari sinemayla sanat sinemasının buluşacağı bir nokta yakalamaktı. Aslında bu filmi çekmeye o minvalde başladık. Kendi adıma deneysel bir film bu. Hedefi de sanat sinemasıyla ticari sinemayı bir noktada buluşturmak. Çünkü iki ucun da bizi bir yere vardırmadığını düşünüyorum. Özellikle Türk sineması babında. Bir yanda milyonlarca iş yapan kötü filmler bir yanda hiç iş yapmayan çok iyi filmler gibi bir durum var ortada. Biz buna kendimizce bir çözüm veya yeni bir bakış açısı getirmek istedik. Mizahla da bunun altyapısını hazırladık. Bütün çekim ve montaj süreci de bu minvalde gelişti. Film vizyona girdikten sonra yorumlara bakıyorum ya çok sevenler oluyor ya nefret edenler... İdare eder diyenler az... Bu bir riskti. Biz bunu göze aldık. Şu andaki vaziyet böyle. Gişede durum ne çok iyi ne de çok kötü. Bakalım işte, kendimize bir yol açmaya çalışıyoruz. Bu ilk sınavdı. Yıldızlı pekiyi vermeseler de sınıfı geçtiğimizi düşünüyorum.
Bu durum sizi ne kadar memnun ediyor?
Ben dürüstlük ve samimiyet gibi iki temel başlıkta bu projeyi yürüttüğüm için kendi adıma memnunum. Bu filmim bir kapıyı açtı. Biz kapıdan ilk adımımızı attık. Büyük laflar etmek değildi bu filmin maksadı. En azından burada sinema sanatı ve sinema sektörüne dair fikirlerimizi ortaya koyduk. Sadece tek bir ana cümlemiz vardı. "Hayallerinin peşinden git". Bunun kıymetli bir şey olduğunu düşündük. Evet para da önemli o da bu da önemli ama en önemlisi sensin. En kıymetli hazinemiz aklımız. Aklını da besleyebileceğin en önemli kaynak hayallerin. Ve hayallerini kaybedersen her şeyini kaybedersin. Dolayısıyla hayallerinin peşinden git dedik. Bu film yapmaya yeterli bir fikir. Bunu mizah yoluyla demeye çalıştık. Aynı anda hem onu hem bunu diyelim gibi bir derdimiz yoktu. Film bize benziyor. Bazı yerleri kopuk kopuk bazı yerleri bütünlük arz ediyor. Bazı yerleri komik bazı yerleri trajik. Bizim kuşağı da genellikle ben kofti anarşist olarak nitelendirdiğim için bunu da samimi bir şekilde ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Bir arınmadır belki. Biz geçmiş 10-15 yılla hesaplaşmış olduk. Bir defter kapandı şimdi ikinci defter açmayı istiyoruz.
Sinema çok pahalı bir sektör olarak biliniyor. Filminizin maliyetini nasıl karşıladınız?
Biz iki yapımcıyız. Üç tane de ortak yapımcımız var. İmece usulü oldu. Herkes kıyısında köşesinde biriktirdiği 20 milyar 30 milyar neyse bir araya getirdi. Çok profesyonel bir ekiple çalıştık ama bizden başka bir işte aldığı paranın çeyreğini aldı. Biz sadece adamın o dört hafta yaşaması için gerekli olan parayı verdik. Bu kadar özveriye rağmen filmin 400 milyar bütçesi var. Daha azıda matematiksel olarak olmuyor. Şimdi gazeteye reklam vereceksin 3.5 milyar. Vermediğin zaman insanlar nereden duyup gidecek? 400 milyara böylece ulaşıyorsun. Biz bir sonraki film için başka kaynaklar kullanıyor hale geleceğiz. Kültür Bakanlığı'ndan para almam ama Euramaj'dan para alabiliriz. Çünkü bakanlık borç veriyor. Ben senden de borç isteyebilirim. Yardım, destek demek o değil ki. Devletin borç vermesi hoş bir şey değil.
Sizin için gişe başarısı ne kadar önemli?
Sinema kariyerinde ve film yapabilme anlamında gişeden gelecek olan para önemli. Gişe filmi yapmadık ama bu gişenin önemini de azaltmıyor. Ama çok önemli olsaydı kadroyu değiştirirdik o zaman. Beş tane televizyon yıldızı koyar bir milyon seyirci rakamına ulaşırdık. Ben 'Almanya Rüyası'nı cebimden binlerce Avro harcayarak yaptım. Ve sonra CNN Türk'e komik bir paraya satıldı. Geliri yoktu ama misyoner bir işti. Almanya' daki Türkler mevzusu. Kendimden yorum katmadım. Almanya'ya gittim çeşitli sosyal sınıflardan, şehirlerden insanlar, röportaj yoluyla kendilerini anlattılar. Almanya'daki Türkler hakkında fikir sahibi olunmasını istedim. İnsanlar ne kadar filmini seyrederse sen o kadar düşüncelerini ulaştırmış oluyorsun. Nasıl çok para kazanılırı değil nasıl daha iyi paylaşılırızı tercih etmek gerekiyor.
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışan filmlerden biri de size aitti. Nasıl bir tecrübe oldu?
Geçen sene 'Almanya Rüyası'yla belgesel yarışma bölümündeydim. Bu sene gerçekten neler oluyor onu gördük. Geçen yıl gençleri ve yeni işleri destekleyen bir yapıdayken bu sene mevcut yönetmenlerin onanması şeklinde oldu. Zeki Demirkubuz da Nuri Bilge Ceylan da iyi yönetmenler ama ödüllere bakıldığında Özer Kızıltan hariç yeni bir sinemacı desteklememiş oldu. O noktada jüri çok politik kararlar verdi. Mesela 'Takva' dokuz ödül aldı ama en iyi film alamadı. 'Takva' dokuz ödül alıyorsa en iyi filmin onun olması gerekiyordu. Zeki (Demirkubuz) en iyi filmi aldı ama onun dışında hiçbir ödül alamadı. Ama yine de Antalya'nın Türk sinemasını hareketlendirmek için bir çaba içerisinde olduğunu düşünüyorum.
Son yıllarda genç yönetmenlerin ilk filmlerini görüyoruz. Siz de bunlardan birisiniz. Kendi kuşağınızı sinema ölçeğinde nasıl tanımlıyorsunuz?
Bizim kuşakla Türk sinemasının değişeceğini, ilerleyeceğini düşünüyorum. 2010'dan sonra Türk sinemasının dünyada etkili olacağına inanıyorum. Çünkü aktif ve en azından piyasa koşulları anlamında da kendini yenileme ve ilerletme imkanına sahip. Çünkü dünyada hiçbir sinema kendi sinemasına bu kadar sahip çıkmıyor. Fransa var ama devleti çok ciddi para harcıyor. Burada hiçbir yardım olmaksızın geçen sene vizyona giren filmlerin yüzde 20'sinin Türk filmi olduğunu gördük. Bu yıl da bayağı bir film çekiliyor. 40-50 film olacak gibi. Rekabet olunca gişe filmleri de iyi olacak. Hani sadece Mehmet Ali Erbil'i koyalım parayı bulalım olmayacak. Olamayacak çünkü bir sürü seçenek olmuş olacak. O manada rekabet iyi bir şey. Herkes orijinal olmak zorunda olduğunun farkında. Çünkü ancak yeni fikirlerin yeni anlatım biçimlerinin ayakta kalma ihtimali var. Bunun da bizi bir yere taşıyacağına inanıyorum. Kendime de güveniyorum. Bir şeyler olacak ama sabretmek lazım. 90'larda İran sinemasının tekabülu gibi 2010 sonrası da Türk sinemasının tekabülu olacak. Ama esas bunun kriteri filmlerimizin yurtdışına açılması.
MURAT ŞEKER 1973 yılında İstanbul'da doğdu. 1992'ten itibaren belgesel ve dizi filmlerde prodüksiyon sorumlusu olarak çalışmaya başladı. Osman Seden, Yusuf Kurçenli gibi yönetmenlerle çalıştı. 1996'da ilk kısa filmi "-1"i çekti. Daha sonra çeşitli video klipler çekti. Reklam filmlerinde Sinan Çetin ile birlikte yardımcı yönetmen olarak çalıştı. 2003'de "Adak" adlı üçüncü kısa filmini, 2004'te ise "Almanya Rüyası" adlı bir belgesel çekti. "Geçmişi Yaşayan Sokaklar" adlı belgesel ve "Aşk Tutulması" adlı ikinci uzun metrajlı film üzerine çalışmalarını sürdürmektedir
Türk sineması hikaye bulamıyor Festival başkanı olarak Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Engin Yiğitgil: Biz değerlendirmeleri aslında daha yeni yapıyoruz. Festivalde, Türk sinemasında olmayan çok önemli bir şey gerçekleşti. İlk defa bir film marketi açıldı. Türk sineması 50-60, isterseniz 80 yıldır diyelim kendi ürünlerini yurtdışında pazarlamasını beceremeyen bir sinemadır. Siz iyi bir yönetmensinizdir, iyi bir film çevirmişsinizdir. Yurtdışına çeşitli olanaklarla gidersiniz ve filminizi pazarlarsınız. Ama bu demek değildir ki bulunduğunuz ülkenin film endüstrisi pazarlanıyor. O kişisel bir harekettir. Bunu kurumsal, sektörel anlamda yapmak lazım. Türk filmlerini pazarlamak için biz, ülkemizde bir film fuarı yaptık. Satış oldu mu olmadı mı bunun üzerinde durmaya gerek yok. Satış olmayabilir de ama olduğunu bize gelen raporlardan biliyoruz. Önemli olan fuarı yapıp ilk temasları kurmak ve film alıcılarını, Türkiye'ye getirmekti. O pazarda sadece Türk filmleri satışı da yapılmadı. Lübnan, Ürdün, Filistin, Fransa, İtalya, Azerbaycan ülkelerinin birbirleriyle temasları sonucu ikili anlaşmalar da yapıldı. Engin Bey, siz yurtdışı festivallerini de takip eden birisiniz. Dışarıdan Türk sineması nasıl görülüyor? Türk sineması hakkında neler konuşuluyor? Türkiye'de yönetmen sineması var. Çok ciddi, sinema sanatını çok iyi kullanan, becerikli yönetmenlerimiz var. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Reha Erdem gibi... Bunlar aslında genç sinemacılar. Bu sinemacılar kurumsal, sektörel olarak desteklenirse o zaman ülke sinemasını yaratırlar. Yaratmak üzereler de... Hepsinin filmleri yurtdışında ödüller alıyor, tanınıyor. Ama ülke sineması dediğinizde yurtdışında pek dile gelmiyorsunuz. Mesela Yılmaz Güney haricinde hiçbir isim söyleyemiyorlar. Bu ülke sinemasının 50, 60 ya da 70 senesinin yok olması gibi bir şey. Yani dış dünya tanımıyor bizi. Son 7-8 senedir müthiş bir Filistin sineması oluştu. Bu kadar acı çeken, bu kadar sömürülen bir toplumun sanatsal üretime gitmesi lazımdı. Ve ürettiler. Mesela İran sineması var. Lübnan'da bir sinema ilerlemeye başladı. Türkiye'nin de bunlara öncülük etmesi lazım. Türkiye, sinemanın keşfinden beri sinemayla ilgilenen bir ülke. Ama bu kadar eski bir sinema tarihi olmasına rağmen pazarda yeri yok. Ama bundan sonra olmayacak diye bir şey yok mutlaka olacak. Biraz kurumsal biraz sektörel bazda yardımcı olmak lazım. Festivalinizin jürisi de bu yıl çok tartışıldı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Ben jüriye denetleyici olarak girdim. Şerif Gören gerçekten geldiği günden beri sağlık sorunları yaşıyordu. Jüri toplantısı iki saat kadar sürdü ve son derece uyumluydu. Hatta ben kalktım Şerif Gören'i tebrik ettim. Daha sonra terk etmesi kendine ait sebeplerden dolayı. Bilemiyorum. Bu Kader'le Eve Dönüş arasındaki dedikoduların ortaya çıkmasına neden oldu. Buradaki rakamlara bakıldığında oy çokluğuyla en iyi filmi Kader aldı. En ufak bir tatsızlık da olmadı. Festivaller jürilere göre çok değişir. Başka bir jüri aynı filmlerle bambaşka bir karar alır. Bu kadar çok tenkit etmemek lazım. Jüri kararları tartışılır ama saygıyla... Günümüz Türk sinemasının gelişim çizgisini nasıl görüyorsunuz? Özellikle genç yönetmenlerin ilk filmleri ortaya çıkmaya başladı. Genç yönetmenler hakkında (Özer Kızıltan, Murat Şeker, Aytan Gönülşen, Biray Dalkıran) neler düşünüyorsunuz? Sinema bir beceri işidir. Ve bizim ilk filmlerini çeken genç yönetmenler de aslında çok başarılılar. Bizde ama şöyle bir şey var. Ekonomik açıdan hayatlarını devam ettirebilmek için bazı yönetmenler reklamla iç içeler. Mecburen... Bunu ben biraz ufak bir tehlike olarak görüyorum. Çünkü sinema, reklam apayrı şeyler. Ayrıca Türk sineması hikaye bulamıyor. Her şey senaryoyla başlar. Türk sineması hikaye bulamıyor, bulduğu zaman da onu senaryolaştıramıyor. Sinema aslında bir yerde senaryo demektir. Bu nedenle bu senaryo olayına çok iyi eğilmek lazım. Genç yönetmenler çok başarılı, bu devam edecek mi etmeyecek mi bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Yüzlerimizi kaybetmek istemiyoruz Uzun yıllar sonra ilk defa bu yıl bir çok Türk filmi sinemalarda gösterim şansı buldu. Umarız bu durum bir 'istisna' olmaz ve zamanla ayakları yere sağlam basan bir 'kural'lar bütününe oluşturur. Hiç şüphesiz bu yazı dizisi daha da geniş bir yelpaze içerisinde ele alınabilir ve daha geniş tartışmalar yapılabilirdi. Amacımız bu tartışmaların daha geniş plartformlarına taşınması ve bu tartışmaların Türk sinemasına olulumlu yansıması. Bu soruşturma da geç ve ilk filmlerini çeken yönetmenlere yer vermemizin bir kaç nedeni var. Öncelikle onların beslendikleri kaynakları ve Türk sinemasına bakış açılarını öğrenmek istedik. Nedeni de şu? "Yeni Kuşak Türk Sineması" yönetmenlerinin, gelecekte Türk sineması adına önemli filmlere imza atacağını düşünüyoruz. Tabii diğer film yönetmenlerinin de. Resmi tarih kayıtlarına göre Türk sineması 92 yaşında. Lütfi Ö. Akad'dan Metin Erksan'a, Yılmaz Güney'den Bilge Olgaç'a kadar çok önemili film yönetmenleri ve filmler var. Sinema bir ülkenin en önemli kültürü dahası yüz'ü. Ömer Kavur, Türkiye'de Amerikan dağıtım film şirketlerinin piyasaya egemen olmasıyla beraber, nicelik ve nitelik olarak artan Türk filmleri için, "Yüzlerimizi kaybediyoruz" demişti. Bu coğrafyanın, bu insanların ve bize ait olan duyguların filmlerini yapılmasını çok önemsiyoruz. Çünkü: Yüzlerimizi kaybetmek istemiyoruz! Sonuç olarak, bugün nihayetinde Türk filmlerinde bu artışı önemsiyoruz. Ama nitelikli Türk filmlerinin yapılmasını daha çok önemsiyoruz. (Bitti)
MURAT ŞEKER 1973 yılında İstanbul'da doğdu. 1992'ten itibaren belgesel ve dizi filmlerde prodüksiyon sorumlusu olarak çalışmaya başladı. Osman Seden, Yusuf Kurçenli gibi yönetmenlerle çalıştı. 1996'da ilk kısa filmi "-1"i çekti. Daha sonra çeşitli video klipler çekti. Reklam filmlerinde Sinan Çetin ile birlikte yardımcı yönetmen olarak çalıştı. 2003'de "Adak" adlı üçüncü kısa filmini, 2004'te ise "Almanya Rüyası" adlı bir belgesel çekti. "Geçmişi Yaşayan Sokaklar" adlı belgesel ve "Aşk Tutulması" adlı ikinci uzun metrajlı film üzerine çalışmalarını sürdürmektedir
Türk sineması hikaye bulamıyor Festival başkanı olarak Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Engin Yiğitgil: Biz değerlendirmeleri aslında daha yeni yapıyoruz. Festivalde, Türk sinemasında olmayan çok önemli bir şey gerçekleşti. İlk defa bir film marketi açıldı. Türk sineması 50-60, isterseniz 80 yıldır diyelim kendi ürünlerini yurtdışında pazarlamasını beceremeyen bir sinemadır. Siz iyi bir yönetmensinizdir, iyi bir film çevirmişsinizdir. Yurtdışına çeşitli olanaklarla gidersiniz ve filminizi pazarlarsınız. Ama bu demek değildir ki bulunduğunuz ülkenin film endüstrisi pazarlanıyor. O kişisel bir harekettir. Bunu kurumsal, sektörel anlamda yapmak lazım. Türk filmlerini pazarlamak için biz, ülkemizde bir film fuarı yaptık. Satış oldu mu olmadı mı bunun üzerinde durmaya gerek yok. Satış olmayabilir de ama olduğunu bize gelen raporlardan biliyoruz. Önemli olan fuarı yapıp ilk temasları kurmak ve film alıcılarını, Türkiye'ye getirmekti. O pazarda sadece Türk filmleri satışı da yapılmadı. Lübnan, Ürdün, Filistin, Fransa, İtalya, Azerbaycan ülkelerinin birbirleriyle temasları sonucu ikili anlaşmalar da yapıldı. Engin Bey, siz yurtdışı festivallerini de takip eden birisiniz. Dışarıdan Türk sineması nasıl görülüyor? Türk sineması hakkında neler konuşuluyor? Türkiye'de yönetmen sineması var. Çok ciddi, sinema sanatını çok iyi kullanan, becerikli yönetmenlerimiz var. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Reha Erdem gibi... Bunlar aslında genç sinemacılar. Bu sinemacılar kurumsal, sektörel olarak desteklenirse o zaman ülke sinemasını yaratırlar. Yaratmak üzereler de... Hepsinin filmleri yurtdışında ödüller alıyor, tanınıyor. Ama ülke sineması dediğinizde yurtdışında pek dile gelmiyorsunuz. Mesela Yılmaz Güney haricinde hiçbir isim söyleyemiyorlar. Bu ülke sinemasının 50, 60 ya da 70 senesinin yok olması gibi bir şey. Yani dış dünya tanımıyor bizi. Son 7-8 senedir müthiş bir Filistin sineması oluştu. Bu kadar acı çeken, bu kadar sömürülen bir toplumun sanatsal üretime gitmesi lazımdı. Ve ürettiler. Mesela İran sineması var. Lübnan'da bir sinema ilerlemeye başladı. Türkiye'nin de bunlara öncülük etmesi lazım. Türkiye, sinemanın keşfinden beri sinemayla ilgilenen bir ülke. Ama bu kadar eski bir sinema tarihi olmasına rağmen pazarda yeri yok. Ama bundan sonra olmayacak diye bir şey yok mutlaka olacak. Biraz kurumsal biraz sektörel bazda yardımcı olmak lazım. Festivalinizin jürisi de bu yıl çok tartışıldı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Ben jüriye denetleyici olarak girdim. Şerif Gören gerçekten geldiği günden beri sağlık sorunları yaşıyordu. Jüri toplantısı iki saat kadar sürdü ve son derece uyumluydu. Hatta ben kalktım Şerif Gören'i tebrik ettim. Daha sonra terk etmesi kendine ait sebeplerden dolayı. Bilemiyorum. Bu Kader'le Eve Dönüş arasındaki dedikoduların ortaya çıkmasına neden oldu. Buradaki rakamlara bakıldığında oy çokluğuyla en iyi filmi Kader aldı. En ufak bir tatsızlık da olmadı. Festivaller jürilere göre çok değişir. Başka bir jüri aynı filmlerle bambaşka bir karar alır. Bu kadar çok tenkit etmemek lazım. Jüri kararları tartışılır ama saygıyla... Günümüz Türk sinemasının gelişim çizgisini nasıl görüyorsunuz? Özellikle genç yönetmenlerin ilk filmleri ortaya çıkmaya başladı. Genç yönetmenler hakkında (Özer Kızıltan, Murat Şeker, Aytan Gönülşen, Biray Dalkıran) neler düşünüyorsunuz? Sinema bir beceri işidir. Ve bizim ilk filmlerini çeken genç yönetmenler de aslında çok başarılılar. Bizde ama şöyle bir şey var. Ekonomik açıdan hayatlarını devam ettirebilmek için bazı yönetmenler reklamla iç içeler. Mecburen... Bunu ben biraz ufak bir tehlike olarak görüyorum. Çünkü sinema, reklam apayrı şeyler. Ayrıca Türk sineması hikaye bulamıyor. Her şey senaryoyla başlar. Türk sineması hikaye bulamıyor, bulduğu zaman da onu senaryolaştıramıyor. Sinema aslında bir yerde senaryo demektir. Bu nedenle bu senaryo olayına çok iyi eğilmek lazım. Genç yönetmenler çok başarılı, bu devam edecek mi etmeyecek mi bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Yüzlerimizi kaybetmek istemiyoruz Uzun yıllar sonra ilk defa bu yıl bir çok Türk filmi sinemalarda gösterim şansı buldu. Umarız bu durum bir 'istisna' olmaz ve zamanla ayakları yere sağlam basan bir 'kural'lar bütününe oluşturur. Hiç şüphesiz bu yazı dizisi daha da geniş bir yelpaze içerisinde ele alınabilir ve daha geniş tartışmalar yapılabilirdi. Amacımız bu tartışmaların daha geniş plartformlarına taşınması ve bu tartışmaların Türk sinemasına olulumlu yansıması. Bu soruşturma da geç ve ilk filmlerini çeken yönetmenlere yer vermemizin bir kaç nedeni var. Öncelikle onların beslendikleri kaynakları ve Türk sinemasına bakış açılarını öğrenmek istedik. Nedeni de şu? "Yeni Kuşak Türk Sineması" yönetmenlerinin, gelecekte Türk sineması adına önemli filmlere imza atacağını düşünüyoruz. Tabii diğer film yönetmenlerinin de. Resmi tarih kayıtlarına göre Türk sineması 92 yaşında. Lütfi Ö. Akad'dan Metin Erksan'a, Yılmaz Güney'den Bilge Olgaç'a kadar çok önemili film yönetmenleri ve filmler var. Sinema bir ülkenin en önemli kültürü dahası yüz'ü. Ömer Kavur, Türkiye'de Amerikan dağıtım film şirketlerinin piyasaya egemen olmasıyla beraber, nicelik ve nitelik olarak artan Türk filmleri için, "Yüzlerimizi kaybediyoruz" demişti. Bu coğrafyanın, bu insanların ve bize ait olan duyguların filmlerini yapılmasını çok önemsiyoruz. Çünkü: Yüzlerimizi kaybetmek istemiyoruz! Sonuç olarak, bugün nihayetinde Türk filmlerinde bu artışı önemsiyoruz. Ama nitelikli Türk filmlerinin yapılmasını daha çok önemsiyoruz. (Bitti)
Evrensel'i Takip Et