10 Şubat 2011 00:00

Ne düşünüyorsun?

PAYLAŞIM sitelerini kullananlar iyi bilir, sayfamızı açtığımızda ilk bu soru ile karşılaşırız; “Ne Düşünüyorsun?”. Kendin hakkında bir şeyler yaz- ama 140 karakteri geçme.

Paylaş

PAYLAŞIM sitelerini kullananlar iyi bilir, sayfamızı açtığımızda ilk bu soru ile karşılaşırız; “Ne Düşünüyorsun?”. Kendin hakkında bir şeyler yaz- ama 140 karakteri geçme. Zira okumayı çok sevmiyoruz. Okuduklarımız hap misali bir kerede yutulabilmeli. Cümlelerin tamamına da tahammülümüz yok, sesli harfleri de çıkaralım lütfen. Geriye ne kaldı derseniz pek bir şey yok aslında. Bu sitelerde mühim olan mesele an be an ne durumda olduğunuzu bildirmek. Neredesin, ne yapıyorsun, kiminlesin, ruh halin nasıl, ne kadar çok “özlü söz” biliyorsun? Peki durumumuzu bildirmek, başkalarının neler yaptığını görmek, takip etmek bizim için neden bu kadar önemli? Neden hastalıklı bir şekilde kim ne yapıyor görmek istiyoruz?
Kanadalı Yazar Hal Niedzviecki de bu soruların cevabını aramış olmalı ki karşımıza Dikizleme Günlüğü isimli kitabıyla çıktı. “Kendimizi ve Komşularımızı Gözetlemeyi Niçin Bu Kadar Sevdik” alt başlığı ile devam eden kitap bu sorulara yanıt arıyor? Gündelik örnekleri inceleyerek akıl yürütüyor. Marshall McLuhan 1950’lerle birlikte geniş kitlelere ulaşan televizyonu “dikiz aynası” olarak tanımlamıştı. Televizyonla birlikte dünyanın hangi yanında ne olup bitiyorsa öğrenmiş, avucumuzun içine almıştık. Bununla birlikte “Televizyon, on yıldan daha az bir zamanda yeme içme alışkanlıklarımızı, sosyal hayatımızı, hatta fikirlerimizi etkiledi. Ne var ki pek çoğumuz, toplumu geri dönülmez biçimde bir başka ufka sürükleyen bu büyük değişimin farkına bile varamadık. Hayata karışmak yerine, onu televizyondan izliyorduk artık. Elvis kalçasını çalkaladı, Sputnik yörüngeye oturdu, Küba ablukaya alındı; biz de izledik. Ancak nasıl olduysa oldu, asıl büyük fotoğrafı görmemeye başladık.” İletişimde televizyonun bir kaç basamak üstü olan İnternet’in daha geniş kitlelerce kullanılmaya başlamasıyla birlikte ise dikizleme kültürü boyut değiştirdi ve başka bir hal almaya başladı. Artık sadece aktrislerin, şarkıcıların, politikacıların ya da tanınmış kişilerin değil sıradan halktan kimselerin ne yaptığını da merak etmeye başladık. Ve aynı şekilde biz de ne yaptığımızı paylaşmada gönüllü olduk.
YOKSA HEPİMİZ RONTGENCİ MİYİZ?
“Bir kaç saatini arkadaşının ve arkadaşının arkadaşlarının fotoğraflarını inceleyerek harcayan herkes dikizlemenin ne olduğunu gayet iyi bilir.” İnternet’in bonkörce sağladığı olanaklar sayesinde çektiğimiz fotoğrafları, videoları dünyaya ilan ederken nasıl bir ruh halinde olduğumuz mutlaka incelenmeli.
Özellikle facebook gibi paylaşım ağlarını kullananların oluşturdukları albümleri inceleyerek, anlık iletilerini, katıldıkları etkinlikleri takip ederek ne kadar sosyal olunabildiğine dair bir yanılsamaya kapılıyoruz. Gelen konser, etkinlik, sergi vb. davetlere katılacağım dendiğinde, şayet o davete icabet etmemiş olsak bile etmişçesine tatmin olabiliyoruz. Hal Niedzviecki bu konuyla ilgili traji komik bir örnek de vermiş. Bir parti verme kararı alan yazarımız, facebook üzerinden herkese şöyle bir davet yollar. “Benimle tanışmadıysanız ve eğer Toronto’da iseniz bir uğrayın. Sorumluluk yok, stres yok; içkiler de benden.” 15 kişi partiye geleceğini belirtir, 60 kişi “belki” der ve birkaç yüz kişi kabul etmeye bile yanaşmaz. Kalan bir kaç yüz kişi ise davetini görmezden gelir.” Yazarın 700 kişilik arkadaş listesini de göz önüne koyarak kaç kişi geldiğini bir tahmin edin bakalım? Bir! Evet yanlış okumadınız yazarın davetine sadece bir kişi icabet eder.
DEDİKODU EVRENSELDİR
Dikizleme Günlüğü bu ve benzeri onlarca örnekle bir taraftan paylaşım sitelerinin mantığını anlamaya ve anlatmaya çalışırken, diğer taraftan yeni iletişim araçlarının hayatımızdaki etkisinin hiç de masum olmadığını gösteriyor. Zira dikizleme kültürü denen şey toplumsal yaşamın her alanına nüfuz ediyor. Yaşam tarzımızdan, kullandığımız kelimelere, olaylar karşındaki verdiğimiz tepkilerimize kadar. Fotoğraf makinesi kullananların sayısındaki artış da bu yeni yaşam tarzının ürünü. Zira herkes süreli olarak her yaptığını sergilemek istiyor. Yazar, milyonlarca insanın neden bloglarda, paylaşım ağlarında özel hayatını aşikar ettiğini çok güzel özetliyor. “Biz sırlarımızı açığa vuracak, çitileyip kurumaya asacak bir mecra istiyoruz. Kirli çamaşırlarımızı yıkamalı ve herkesin görebileceği bir yere asmalıyız. Dedikodu evrenseldir.” Hal Niedzviecki’nin bu alanda neden özel bir çalışma yaptığını görmek içinse Kanada’da facebook çılgınlığına göz atmak yeterli sanırım. 30 milyon nüfuslu ülke de 10 milyon kullanıcı var ve bu ülke nüfusuna vurduğumuzda oldukça yüksek bir oran.
Dikizleme Günlüğü çağın kültürel kodlarını anlamak ve tartışmak bakımından çok başarılı bir çalışma. Bu alanda yazılan kuramsal kitapların aksine, gündelik dili kullanarak okurla arasındaki duvarları kaldırması da onu başarılı kılan unsurlardan. Dikizleme Günlüğü’nü okuyanların yarısının facebook hesabını kapatması ya da o harika profil fotoğraflarına son vermeleri beklenebilir. Niedzviecki’nin leziz üslubunda Çevirmen Gökçe Gündüç’ün payını da es geçmemeli.

Dikizleme Günlüğü, Hal Niedzviecki, Çevirmen Gökçe Gündüç, Ayrıntı yayınları, 2010, 304 sayfa.
Bahar Çelik
ÖNCEKİ HABER

Dünya Öykü Günü kutlanıyor

SONRAKİ HABER

Komünizmi karalamanın dayanılmaz hafifliği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa