10 Şubat 2011 00:00
Komünizmi karalamanın dayanılmaz hafifliği
Nedim Gürsel fikir özgürlüğünde sınır tanımayan bir yazar ama bu sınırsızlık hakaret etme özgürlüğünü kapsamaz. Örneğin siz sosyalizme, komünizme inanmaz, onları kısıtlayıcı bulursunuz ama bu doktrinlere inananları küçümseyemezsiniz. Mesela Nâzım için Çocukluğunda yaşadığı kopuşlar canına yetmiş, iki çocuklu, dul bir kadın olan büyük aşkı Pirayeye sığınmadan önce Leninin manevi eniklerinden oluşan başka bir aileye sığınmıştı diyemezsiniz. Enik sözcüğünü size iade ederler.
Uzun süredir kitap yazılarını mektuplar biçiminde yazıyorum. Bu hem anlatımımın sert, köşeli yerlerini yuvarlatıyor hem de yazarın başka kitaplarından söz edebilmemi sağlıyor. Nedim Gürselin yeni kitabı Şeytan Melek Ve Komünistin çıktısı geldiğinde de ilk seçimim mektup yazmaktan yanaydı. Onun Dünya Şairi Nâzım Hikmet ile Çıplak Berlinden de söz edebilirdim böylece.
İlk denemelerinden tanıdığım bir Yazardı Nedim Gürsel. Şeytan Melek Ve Komünisti iki kez okudum. Üçüncüsünde işaretleyerek okudum. Bir yazara haksızlık etmek istemem. Hele Göremediğimiz güzel günlerin habercisi Nâzım Hikmete adanmış bir kitabın yazarına haksızlık etmek aklımdan bile geçmez. O yüzden bu yazı, mektubun şiirsel anlatımından uzak ve soğukkanlılıkla yazılmak zorunda.
BU ÜSLUP SANSASYON İÇİN Mİ?
Önce Nedim Gürseli tanıtmalıyım:
Nedim Gürsel 1951de Gaziantepte doğdu. Galatasaray Lisesini ve Paris Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız Edebiyatı bölümünü bitirdi, aynı üniversitede Nâzım Hikmet ve Aragon üzerine Prof. Etiembleın yönetiminde karşılaştırmalı edebiyat doktorası yaptı. Halen CNRSte (Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) araştırma başkanı olarak görev yapmakta ve Paris INALCOda (Doğu Dilleri Yüksek Okulu) Türk edebiyatı dersleri vermekte. Edebiyatın hemen her dalında ürün veren Nedim Gürselin kitapları Fransa başta olmak üzere yirmi ülkede yayımlandı. Aldığı pek çok ödül arasında Fransız PEN Kulüp Özgürlük Ödülü (1986) ve Türkiye Yayıncılar Birliği İfade Özgürlüğü Ödülü (2009) anılmalı.
Sonuç olarak Gürselin fikir özgürlüğünde sınır tanımayan bir yazar olduğu da söylenmeli. Bu sınırsızlık benim için de önemli. Ancak düşünce özgürlüğü, hakaret etme özgürlüğünü kapsamaz. Örneğin siz sosyalizme, komünizme inanmaz, onları kısıtlayıcı bulursunuz ama bu doktrinlere inananları küçümseyemezsiniz. Mesela Nâzım için Çocukluğunda yaşadığı kopuşlar canına yetmiş, iki çocuklu, dul bir kadın olan büyük aşkı Pirayeye sığınmadan önce Leninin manevi eniklerinden oluşan başka bir aileye sığınmıştı diyemezsiniz. Enik sözcüğünü size iade ederler. Nedim Gürselin böyle bir üslup kullanması acaba bir sansasyon yaratmak için mi?
TÜRKÜ SÖYLEMEYEN YAPICILAR
Şimdi Melek, Şeytan ve Komünist romanına geçebiliriz. Roman Nâzım Hikmet biyografisi yazmış bir yazarın Berline çağrılmasıyla başlıyor. Ve üç ayrı anlatımdan oluşuyor: Nâzımın biyografi yazarının anlattıkları, Nâzımı TKP adına izleyen kişinin raporları, bu parti polisinin anıları.
Birinci bölüm, yazarın kendine verilecek dosyayı beklerken Nâzımı düşünüşü ağır basıyor: Yapıcıların kan ter içinde komünizmi inşa ettiklerini, bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığını, yapı yerinde Çayın her zaman şekerli, her zaman sıcak, ekmeğin her zaman pamuk gibi yumuşak olmadığını, yapının yine de türkülerle yükseldiğini söylemekle yetindi. Peki, ülkenin dört bir yanından gelen yapı ustaları bin bir emek ve fedakarlıkla komünizmi inşa ederlerken, taş üstüne taş koyarlarken, gerçekte kendi hapishanelerinin duvarını ördüklerinin bilincinde miydiler dersiniz? 1961 ağustosunda Sovyet tanklarının gölgesinde ter döker beton levhaları döşerlerken yöneticilerin söyledikleri gibi faşizme karşı değil, son savaştaki yenilginin öcünü almak isteyen III. Reich döküntülerinin saldırganlığına karşı koymak için de değil, özgür dünyaya göçü önlemek amacıyla bu işe kalkıştıklarını, dışarıdan gelecek olası bir saldırıyı önlemek şöyle dursun, gökyüzünü bile özgürlükle esaret arasında paylaştırdıklarını biliyorlar mıydı? Hiç sanmıyorum Hem Nâzımın şiirindeki gibi türkü falan da söylemiyorlardı.
Bunu söylerken de anlatıcı, kendi gençliğinin düşleriyle çelişkiye düşüyor: Yine de, komünist ülkelerdeki rejimi kıyasıya eleştirdiğimizi anımsamıyorum. Yürümeyen çok şey vardı evet, halkın refah düzeyi bir türlü iyileştirilememiş, özgürlükler ve insan hakları kısıtlanmıştı, ama gelecek güzel günler yakındı. Hem sosyal güvence içindeydi herkes, Moskovada eksi otuz derecede evindeki musluğu açtın mı sıcak suyla yıkanabiliyor, hastanede bedava tedavi olabiliyordun. Az şey miydi bu? Hatta bazılarımız Batıya sığınan muhalif aydınlara inat, Nâzım ve Sabahattin Ali gibi Duvarı ters yönde atlayarak Doğuya sığınmayı bile öneriyordu.
NÂZIMIN KUSURLARI AŞKINA BAĞIŞLANIYOR
Melek, Şeytan ve Komünist, odağına Nâzımı almış gibi görünüyor. Yazar Nâzımla ilgili gizli dosyanın gelişini beklerken geri dönüşlerle hatırlanan Doğu Berlin, soğuk savaş dönemi havası; bu havaya ayrı bir bungunluk getiren file çoraplı piercingli Türk fahişe bir yanda, Nâzım için dosya tutan Gizli Polis Alinin annesinin çalıştığı konak-işgal ordusu-Harbiye arasındaki anıları, eş cinsel oluşuna yol açan tecavüze uğrayışları öte yanda romanı iyice karartıyor. Bu karanlık içinde komünizmin aksaklıklarını görmeyen/göstermeyen Nâzım Hikmet tek aydınlık nokta. (Bir de Rosa Lüksemburg) Onun kusurları da unutulmuyor ama aşkına (Hem komünizme hem yaşamaya) bağışlanacak artık.
Bir anlatıda söz komünizme varacaksa, komünizmin kötülenmesi için gizli polisten söz etmek kural durumuna geldi. Dolayısıyla asıl kural da ne yapıp edip Stalini yermek. Bu vesile ile Nâzımın da hesabı görülüverir bir çabuk: Nâzım, Stalini ne zaman övdü, ne zaman yerdi. Komünizmin baskılarını şiirlerinde neden anlatmadı? Bu konu istenildiği gibi sakızlandırılabilir, romanda bu da yapılıyor.
Şeytan, Melek Komünistte kimi zaman Türkiyedeki kimi zaman Doğu Almanyadaki gizli polis anlatılıyor. Romandaki asıl dramatik kişi Ali Albayrak. Bu eş cinsel, eski asker, inanmış bir komünist. Bütün yaşamı hatalardan oluşuyor ve bu yanlışları komünizme inancından dolayı yapmış. Raporlarında Şeytan imzasını kullanıyor. İnancı adına devrimci yeğenini polise teslim ediyor. Yeğeni Çelik, işkencede ölüyor. Alinin bu ölümü özetleyişinde de gizli bir alay var: Çeliğe Su Verildi. Nâzım Hikmetten Balabanın deyimiyle Şair Baba diye söz edilmesi de bir başka alay. Ama Nâzım Hikmet benzeri anlatılarda olduğu gibi antikomünist ve antistalinist bu denemeden de Nedim Gürselin yer yer sevgi gösterilerine karşın (Ve pornografi salgılarında da boğulmadan) sağ salim kurtulmayı başarıyor. Ama roman kurtulmuyor, kurtulamıyor.
Şeytan, Melek ve Komünist, Roman, Nedim Gürsel, Doğan Kitap, 337 sayfa.
Sennur Sezer