Cem Emir’e
Ölümler geçiyor ömrümüzün içinden. Genç, yağız, yiğit ölümler… Ümitle beklenirken yaşamak; ölüveriyor birden yanı başımızdaki yoldaş… Aynı gökkuşağının renkleri arasında en sarısını seçiyor birisi nedense. Hele hüzün uzaksa sokağına, ışıksız bir perdeyle
Deprem... Derinden yükselen bir uğultu, afetü’l ilahi, öküzün boynuzunda sallanan dünya… Hikmeti nedir ki gönlümüzün dimağında yükselen bu yıldızların, kayıp yiten görünüşlerin? Kısacıktı zaten tanrının bahşettiği ömür; daha da kısalmasının hükmü ne ki?
Wan sokaklarına kar yağıyor, enkazın altında genç, nefesinin kokusunu duyduğum yoldaşım, kardeşim, etimin parçası… Direnir dedik direnir… Direncin kırık zamanlarından geçiyoruz oysa… Direncin donduğu üşümelerden… Kar yağıyor sevincimizin kırıklarına, hüzün doluyor geceye… Saçlarına kar yağıyor Wan’ın, saçaklarına toz…
Cem’imiz, cemalimizde kırışıkları çoğaltıyor; geç kalıyoruz bir kez daha yaşamaya… Dilimin rahminde hiçbir cümle kalmadı umut dölleyen… Ne desem anlamı ağlamaklı, susmaya da dilim varmıyor işte…
O öküzün boynuzunda sallanıyor Wan, keskin bir kılıç gibi, salınıyor bir ömürden diğerine… Bir ölümden diğerine… Enkaz altında aranan an be an ömürler, çoğalan umutlar… Karanlığın içinde bir cellat gibi uzadıkça zaman, uzuyor düş kırıkları da… Seç(tir)ilmiş cellatları izliyoruz ekranda; nasıl da kıvranıyorlar; salyalı, köpüklü ağızlarla, saldırıyorlar… Bildiğim bütün küfürler dökülüyor ağzımdan, bütün beddualar…
Ömrümüzün sonuna kadar özleyeceğiz seni canım yoldaşım… Ve yıkacağız başlarına o şaşaalı salonlarını, köşklerini, saraylarını… İşçilerin, yoksulların, ezilenlerin ortak depremiyle yıkacağız…