4 Şubat 2011 01:00

İkinci gün, Tunus İşçileri Komünist Partisi’nden (PCOT) dört arkadaşla birlikte sokakları dolaşmaya çıkıyoruz. Rehberlerimizden biri uzun yıllar cezaevinde kalmış ve yeni çıkmış bir devrimci. Ellili yaşlarda. Üzerindeki tişörtün Türkiye’den geldiğini söylerken gözleri doluyor. Türkiye’ye Sendikal Konferans’a gelmiş bir yoldaşı hediye olarak getirmiş. Onun için çok önemli. Türkiye’deki yoldaşlarını temsil ediyor ve enternasyonal mücadeleyi hatırlatıyor. Bir diğer arkadaş, yine ellili yaşlarda uzun yıllar cezaevinde kalmış, ağır işkenceler görmüş bir yazar. İki romanı var. Diğerleri ise gençler. Erkek olanı Türkiye’de geçen yaz düzenlenen Uluslararası Antiemperyalist Antifaşist Gençlik Buluşması’na Tunus gençliğini temsilen katılmış. Kadın arkadaşımız ise kampa katılamadığı için çok üzgün.
Kampa katılan genç, aynı zamanda Beişktaş’lı. İkimiz, Tunus Çarşı Grubunu kuruyoruz.
Dolaşmaya, devrim caddesi adı takılan Burgiba caddesinden başlıyoruz. Türkiye’de izlediğimiz gösterilerin çoğu bu caddede yapılanlar. Tunus’un en uzun ve en geniş caddesi. Cadde üzerinde insan kümeleri var. Elli metre arayla yirmi otuz kişilik topluluklar yüksek sesle, heyecanla tartışıyor. Tunus’un geleceğini tartışıyorlar. Tartışanlardan birinin dün Hamma’nın evine gelen genç olduğunu fark ediyoruz. PCOT militanları bulundukları yerlerde halk içinde bu tür çalışmalar yapıyorlarmış. Ajitatörler bütün gün kitlelere partinin politikalarını anlatıyor. Eskiden gizli dağıtılan partinin yayın organı Al Badil artık açıktan kitlelere dağıtılıyor.
Bir ressam, Bulvar üzerinde sergisini açmış. Bir taraftan da yağlı boya resim yapıyor. Resimlerinde devrimi anlatıyor. Yapmaya devam ettiği resimde çok sayıda yüz var. Kadın ve erkek yüzleri. Sarı renkli yüzler. Çöl toprağı renginde ve kocaman kırmızı dudaklar var. Kırmızı dudaklar kızıl laflar ediyor. Herkes konuşuyor. Herkes devrimi konuşuyor. Şu anda Tunus’u tasvir eden bundan iyi resim olamazdı. Arkadaşlarımız devrimden önce böyle, caddede resim yapmanın mümkün olmadığını anlatıyor. Devrim diğer özgürlükler gibi sanat özgürlüğünü de baskılardan kurtarmış. Artık bin Ali ve diğer yöneticilerin karikatürleri dahi yapılabiliyor diyorlar.
SİSTEMİN ÇELİŞKİLERİ
İçişleri Bakanlığı önüne gidiyoruz. Asker ve polis büyük bir barikat kurmuş. Hükümet kendi binalarını koruyor. Varoşlara, kenar semtlere fazla karışmıyor.
İbni Haldun’un heykeli önünde fotoğraf çektirmek istiyoruz. Tunuslu dostlarımız İbni Haldun’u tanımamıza, Mukaddime’yi bilmemize şaşırıyor.
Eski şehre doğru gidiyoruz. Kapalı Çarşı pazar günü kapalı.Eski şehre giderken Tunus’un dört bir yerinden gelip Başkentte bir hafta civarında oturma eylemi yapan devrimcilerin eylem yaptığı yere yaklaşıyoruz. Çocuklar “o tarafa gitmeyin polis var” diye bizi uyarıyor. Gitmekte ısrar edince “fotoğraf makinalarınızı saklayın” diye uyarıyorlar. Polislerin barikat kurduğu yere gidiyoruz. Fotoğraf çekmeyi denemeye karar veriyoruz. Nuray polislere yaklaşarak “fotoğraf çekebilir miyim” Diye soruyor. Bazı polisler hayır, bazıları evet diyor. Havaalanında olduğu gibi polisten iki farklı tavır görüyoruz. Fotoğraf çekiyoruz. Polis bir süre önce buradaki eylemcileri zorla, gaz bombaları ile dağıtmış. Gazetelerin yazdığına göre açlık grevinde olanlar, halsiz oldukları için kaçamamış ve burada dört kişi ölmüş. Gazeteler atılan gaz bombalarının öldürücü olduğunu yazıyor. Hükümet ise, bu gaz insanı öldürmez diyor. Bazı eylemciler atılan gazın fosfor gazı olduğunu iddia ediyor ama bu iddia Hamma ve arkadaşlarınca doğrulanmıyor. Yalnız, gazetelerin yazdığına göre bu gazı tarımsal alanda domuzları öldürmek için kullanıyorlarmış.
Yanımızdaki Tunuslu arkadaşlar polis içindeki çelişki ve çatışmaya dikkat çekiyor. Bazı polisler halka ve devrimcilere daha ılımlı yaklaşıyor. Bunlar polislerden hesap sorulacağından korkuyorlar. Polisin bütün pisliklerini antiterör timi ve siyasi polise yüklemeye çalışıyorlar. “Biz emir kuluyduk, istemeye istemeye emirlere uyduk” savunmasına hazırlanıyorlar. Pazartesi akşamı bir polis yüzbaşısı El Cezire televizyonuna bağlandı. Antiterör polislerinin İçişleri Bakanlığına saldırdığını iddia etti. İçişleri bakanı polis sayısını azaltacağını ve halka kurşun sıkan, işkence yapan polislerin yargılanacağını açıklamış. Buna kızan antiterör polisleri İçişleri Bakanlığına saldırmış. Bazı polisler verdikleri demeçlerde kendilerinin de sistemin mağduru olduklarını ve sendika istediklerini söylüyor.
Biraz daha ilerliyoruz. Yine bir grup toplanmış ve hararetli bir tartışma sürüyor. Yaşlı bir kadın sert bir konuşma yapıyor. Topluluk, kadını “Bravo başkan” diye alkışlıyor.
Yorulup bir açık hava kahvesine oturuyoruz. Kahve kalabalık. Tunuslu dostlar, “devrimden önce kahvelerde böyle rahat oturamazdınız. Yandaki masada mutlaka iki polis sizi gözetliyor olurdu” diyor. Ben de önceki gelişimde polisin nasıl beni sürekli takip ettiğini anlatıyorum. Bir diğer arkadaş arka taraftaki bir binayı göstererek “eskiden burada işkence yapılırdı, siyasi polisin merkezi” diyor. Bizimle birlikte olan ve ağır işkence gören arkadaşın eşinin küçük bebeği ile birlikte bu binanın önünde eşinden haber alabilmek için on dört gün aç susuz beklediğini anlatıyor. Hepimizin gözü doluyor. Bizi gezdiren genç kadın “ya başarılı olamazsak, ya diktatörlük yeniden kazanırsa hepimiz açığa çıktığımızda ne yaparız, hepimizi tek tek toplarlar” diyor. Yine bazı kişilerin açığa çıkmamasının iyi olacağını söylüyor. Parti içindeki tartışma gündeme geliyor. “Örneğin eskiden bazı kişileri tanırdık, şu an yanımızdaki işkence gören ve cezaevinde uzun süre kalan arkadaşları biliyorduk ama bizim partiden olduğunu bilmiyorduk. Herkes bir şekilde mücadele ediyordu ama kim partili, kim değil kimse bilmezdi” diyor. Biz de eğer halk mücadelesi yeterince güçlü olursa hiçbir diktatörün onları yeniden toplayamayacağını söylüyoruz. Uzun süre içeride yatan ve ağır işkenceler gören yazar arkadaş dalıp dalıp gidiyor. Öğleden sonra bir dizi röportaj yapıyoruz. Önce bir insan hakları savunucusu ile. Sonra yakın zamanda gözaltına alınmış ve ağır işkence görmüş bir gençle. Röportajları dizi boyunca okuyacağınız için burada tekrarlamıyorum.
Kamil Tekin Sürek

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et