3 Şubat 2011 01:00
Tunus bir yol ayrımında
GÜNÜN YAZILARI
Uçağımız Tunus kıyılarına yaklaşıyor. Arapça ya da Fransızca bilen tercüman bulalım diye birkaç gün geciktik. Aslında sınır kapıları açılır açılmaz Tunusa gitmek istiyoruz. Tunus devrimi hakkında Tunuslu arkadaşlarımızdan ve Fransadaki Evrensel muhabirlerinden günlük bilgi alıyoruz ama bir de gözümüzle, içeriden görmek istiyoruz devrimi. Devam eden bir devrimi gözleyeceğiz, havasını soluyacağız diye heyecanlıyız.
Hava bahar aylarındaki gibi, Akdeniz yukarıdan mavi atlas bir örtüye benziyor. Uçağımız alçalmaya başlıyor. Türkiye ile Tunus arasında bir saat fark var. Türkiye saati ile 13:30, Tunus saati ile 12:30da Tunus havaalanındayız. Paltolarımızı, kabanlarımızı elimizde taşımak zorunda kalıyoruz. Mehmet Özer her zamanki gibi kısa kollu gömlekle. Nuray Sancar kuzey ülkelerine gider gibi giyinmiş.
Pasaport polisine doğru giderken birbirimizi tanımıyormuş gibi ayrılıyoruz. Gelirken gazeteci kimliğimizi kullanalım diye kararlaştırmıştık. Gazeteci kimliği koruyucu olur diye düşünüyoruz önce. Sonra, son anda gazeteci kimliğinden vazgeçiyoruz. Tunus polisinin devrimi ülkelerine ve dünyaya anlatacak gazetecilerden hoşlanmayacağını düşünüyoruz. Ben avukat, Nuray diş hekimi ve Mehmet biyolog. Turistiz. Devrim esnasında turizm amacıyla seyahat de pek mantıklı olmasa da daha önce böyle bir seyahati kararlaştırmış ve siyasi gelişmelerden bihaber birer turist olmak daha doğru geliyor bize. Daha sonra doğru yaptığımızı anlıyoruz. Bizden bir gün önce Rus ve Fransız gazetecileri havaalanından geri çevirmişler.
DEĞİŞENLER VE DEĞİŞMEYENLER
Havaalanı on beş yıl öncesinden farklı. Daha güzel. On beş yıl önce kasvetli, boğucu bir havası vardı. Türk inşaat firmaları Tunusta havaalanı dahil pek çok inşaat yaptı son yıllarda. Yeni hava alanı da onların işi. Üçümüz ayrı pasaport polisine yöneliyoruz. Mehmet ve Nuraya nerede kalacaklarını soruyorlar. Otel deyince isim istiyorlar. Onlar da bakacağız, herhangi birinde kalacağız diyorlar ama polis ikna olmuyor. Otel isminde ısrar ediyor. Daha sonra ısrarından vazgeçip pasaportlara damgayı vuruyor. Sıra bana geliyor. Yine nerede kalacaksın sorusu ve herhangi bir otel cevabı, ısrar falan derken bilgisayar ekranında benim ismimi görüyor ve birden polis alarma geçiyor. Sen daha önce gelmişsin diyor ve biraz ilerideki yaşlı, görmüş geçirmiş havalarında dolaşan siyasi polisi çağırıyor. Ekranı gösteriyor ve Arapça bir şeyler anlatıyor. Siyasi polis bırak geçsin der gibi bir tutum takınıyor ama pasaport polisi beni içeri almamakta kararlı. On beş sene önce yargılanan on üç Tunus İşçileri Komünist Partisi (PCOT) militanının davasına katılmıştım. Parti Sözcüsü Hamma Hammami aranıyordu ve gıyabında yargılanıyordu. Eşi Radia Nasravi ( İnsan Hakları Ligi başkanı, avukat) da yargılananlardan biriydi. Sabah onda başlayıp ertesi günü sabaha karşı biten duruşma çok sert geçmişti. Gençler nasıl işkence gördüklerini anlattıkça mahkeme başkanı çıldırıyor ve uluslararası dayanışma heyeti önünde rejimi aklama çabasıyla Tunusta işkence olmadığını, buranın demokratik bir ülke olduğunu haykırıyordu. Fakat, uluslararası dayanışma heyeti üyelerinin her biri havaalanından girişinden, ülkeden ayrılışına kadar polis tarafından adım adım takip edilmişti. Biz dışarıda iken otel odalarımıza girilmiş, eşyalarımız aranmıştı. O zaman birlikte gittiğim arkadaşım avukat, ÇHD Başkanı Mustafa Üçdere kamera ile sokaklarda çekim yapıyor gerekçesiyle göz altına alınmış, uzun pazarlıklar sonucu çektiği bütün filmleri silmek koşulu ile bırakılmıştı. Beni o zamandan fişlemişler. Tunusa girmesi yasak kişiler listesine işlenmişim meğerse. Türkiyede sakıncalı piyade olduktan sonra, Tunusta da sakıncalı kişi ünvanına sahip oldum. Çok kısa süre içinde adeta işaret diliyle Mehmet ve Nurayın beni bırakıp içeri girmesini kararlaştırdık. Böylece hem onlar bizi karşılamaya gelenlere durumu anlatacak ve yardım isteyecek, hem de benim girememem durumunda, geliş amacımızı gerçekleştirmek için çalışacaklardı.
Beni bir odaya aldılar. Pasaportumu alan siyasi polis birileriyle görüşmeye gitti. Geldiğim uçakla geri gönderebileceklerini düşündüm. Fakat ben beklerken THYnin İstanbul uçağına son çağrı anonsları yapılıyordu ve uçak kalkarsa en iyi ihtimalle ertesi günkü uçağa kadar burada kalmam gerekiyordu. Burada bir gün kalacağım galiba diye düşünürken siyasi polis pasaportum elinde geldi ve gidebilirsin dedi. Çıkışta Hamma bekliyordu. Biraz sonra Mehmet ve Nurayla birlikte Radia da geldi. Ben beklerken Radia ortalığı birbirine katmış. İçişleri Bakanından yetkili kim varsa herkesi aramış ve ağzına geleni söylemiş. Uzun yıllar hapis kalmış ve yeni hapishaneden çıkmış biri gibi bana sarıldılar. İlk vukuatımız gerçekleşmiş oldu ve kolay atlattık.
Hamma ve Radia bizi bir otele götürüyor. Güvenliğimiz için bizi buraya getirdiklerini söylüyorlar. Kalacağımız otel Af Örgütü üyeleri ve uluslar arası insan hakları savunucularının kaldığı otel ve bu nedenle bir nevi dokunulmazlık kazanmış. Gerçi on beş sene önce geldiğimde odamıza polisler girip eşyamızı karıştırmıştı ama (on beş sene önce de aynı otelde kalmıştım) o kadar kusur kadı kızında da olur.
HAMMAMİLERİN KARARGAHI!
Otele eşyalarımızı bıraktıktan sonra Hamma ve Radianın evine gidiyoruz. Ev adeta parti ofisi gibi. Hamma ve Radia güvenlik nedeniyle geceleri evlerinde kalmıyor. Her gece başka bir evde kalıyorlar evi ise parti bürosu gibi kullanıyorlar. Sürekli evin çevresinde sivil polisler dolaşıyor. Hammayı takip ediyorlar. Hamma yalnız dolaşmıyor. Gittiği yerin bilinmesini istemiyorsa polisi atlatmak için çeşitli numaralar yapıyorlar. Havaalanındaki ve Hammanın evinin çevresini görünce polisin durumunda on sene sonra ve devrim koşullarında dahi bir değişiklik olmamış diye düşünüyorum.
Biraz sonra ikiye ayrılıyoruz. Nuray ve Mehmet sokaklara, protestoları izlemeye gidiyorlar. Ben bir toplantıya katılıyorum. PCOTnin ülkenin çeşitli şehirlerinden gelmiş yöneticileri, gençlik örgütü lideri, sendika ve diğer kitle örgütü yöneticileri Hamma ile durum değerlendirmesi yapıyorlar. Toplantıya benimle birlikte Fas Demokratik Yol Partisi Genel Sekreteri de katılıyor. Tartışmaların ana teması 14 Şubat Cephesini nasıl genişletiriz, tereddütte olan kişi ve örgütleri nasıl ittifaka daha sağlam bağlarız üzerine. Bir diğer konu ise açık parti çalışması. Şimdiye kadar illegal koşullarda birbirini tanımayan pek çok militan devrim günlerinde açığa çıkmış. Açık mücadeleye geçme koşullarının sancısı yaşanıyor. Partinin ne kadarı açığa çıkacak, karşı devrimin bir saldırısına karşı nasıl tedbirler almalıyız vs. konuşuluyor. Açık parti çalışmasına geçildiğinde İçişleri Bakanlığına kuruluş belgesi verilecek mi, verilmeyecek mi? Çünkü, PCOT mevcut hükümeti tanımıyor. Açık partinin ismi ne olacak yine PCOT mi, Tunus Halk Partisi ya da Tunus İşçi Partisi mi? Tunus Emek Partisi de olabilir ama Tunus Yurtsever Demokratik Emek Partisi isimli bir parti de var. Üstelik cephe içinde. Galiba açık parti konusunu biraz daha tartışmaya ihtiyaçları var. Toplantı bitiyor ve herkes görev alanlarına dağılıyor.
Sonra sekiz kişilik bir gençlik heyeti geliyor Hamma ile konuşmaya, Tunusun çeşitli şehirlerinden. Devrimden sonra Başkente gelmişler ve bütün gün kitleler içinde ajitasyon çalışmaları yapıyorlar, gösteriler organize ediyorlar. Biri PCOT taraftarı, diğerleri hiçbir örgütün üyesi değil ya da bir ikisi bir başka partinin sempatizanı. Hammaya bundan sonra ne yapacağız diye danışmaya gelmişler. Bütün devrimciler Hammaya büyük saygı ve sevgi gösteriyor. Otuz senedir aynı kararlılıkla mücadele eden, yıllarca yeraltında yaşamış, fırsat bulduğunda açık mücadelenin sözcüsü olmuş, sayısız işkence ve cezaevi deneyimi olmuş; hiçbir baskı karşısında geri adım atmamış; dostun düşmanın saygı gösterdiği bir sembol. Hamma her soruya yanıt veriyor. Gençler çok heyecanlı. Öyle bir tartışma ki konuşmaları anlamayan ve dışarıdan izleyen biri kavga edildiğini sanır. Üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim bir genç kadın en sertleri. Ajitasyon çeker gibi konuşuyor. Hamma her zamanki gibi çok sakin konuşuyor. Hamma konuşurken bütün sesler kesiliyor. Hammanın sanki sinirleri alınmış gibi. Öylesine hızlı yaşanılan ve zor koşullarda sükunetini kaybettiği hiçbir anı yakalayamıyoruz. Günün yirmi saati birilerine bir şeyler anlatıyor. Aynı soğukkanlılık ve sabırla. Gazeteciler (yerli-yabancı) Hammadan röportaj almak için yarışıyor. Devrim günlerinde Hannibal TVde yaptığı konuşma nedeniyle herkes Hammanın düşüncelerini öğrenmiş ve sokağa çıktığımızda, kitleler arasına girdiğimizde herkes Hammayı tanıyor. Gelip Hammaya sarılıyorlar. Öpüyorlar ve tartışmaya başlıyorlar. Mevcut durum ve gelecekle ilgili tespit yapıp bir program açıklamış tek parti PCOT, diğer parti ve siyasi şahsiyetler belirsiz şeyler söylüyor ve bu nedenle herkes Hamma ile tartışmak istiyor. Hamma ve partisi mevcut iktidarı tanımıyor, bin Ali rejiminden kimsenin yeniden oluşacak siyasi yapıda yer almaması gerektiğini ve yargılanmaları gerektiğini söylüyor. Devrimci bir halk iktidarını savunuyorlar. Devrime katılmış parti ve önder kişilerin yer alacağı geçici bir hükümet ve kısa bir süre sonra seçim yapılmasını teklif ediyorlar. Seçim ile birlikte kurulacak Kurucu Meclis demokratik bir anayasa da yapmalı. Gerçek bir demokrasi istiyorlar. Emperyalistlerle her türlü bağın koparıldığı bir halk hükümeti öngörüyorlar.
İKNA OLARAK AYRILDILAR
Nuray ve Mehmet geliyor. Bir gösterinin içine düşmüşler ve gaz yemişler. Buranın gazı bizimkinden daha kuvvetli diyorlar. Buraya devrimi izlemeye geldin biz gaz yerken sen burada toplantı izliyorsun diye benimle dalga geçiyorlar. Doğrusu sokaklarda gösterileri izlemek yerine uzun sürmüş toplantıları izlemek bani de rahatsız ediyor. Kendimi devrim kaçkını gibi hissediyorum. Ama, nasıl olsa göreceğimiz ve katılacağımız gösteriler olacak, buradaki toplantılardan çok şey öğrendim diye kendimi teselli ediyorum. Mehmet ve Nuray gösterileri izlerden PCOT militanlarının adeta anaç korumasına maruz kalmışlar. Polis gazı falan o kadar önemli değil elbette ama devrim sırasında pek çok kişi keskin nişancıların çok uzaklardan attığı kurşunla öldürülmüş. Bir yabancı gazeteci sırtından vurulmuş. Bu nedenle PCOTliler bizimkilerin etrafında adeta etten bir duvar oluşturuyor.
Akşam cephe içindeki diğer partilerin temsilcilerinin de katılacağı bir yemeğe gidiyoruz. Radianın arabasına doluşuyoruz. Radianın eskiden Renault Broadvay bir otomobili vardı, şimdi Volkswagen Polo bir araç kullanıyor. Dikkatimi çekiyor, on beş sene önce otomobil sayısı şimdikinin beşte biri kadardı ve neredeyse hepsi Fransız arabası idi. Şimdi otomobil sayısı çok fazla artmış. Trafik sık sık kilitleniyor. Tunus trafiği İstanbulunkine dönmüş ve otomobillerin yarıdan fazlası Volkswagen Polo. Almanlar buraya el atmış demek ki.
Radianın arabası adeta dökülüyor. Sık sık polisin saldırısı sonucu tahribata uğramış ve Radia arabasını bir taksi şoföründen daha fazla kullanıyor. Radia, Hammanın eşi, yoldaşı, sekreteri, danışmanı, şoförü, avukatı her şeyi. Bir taksi şoförü gibi araba kullanıyor. Her zaman acelesi var. Beş dakika sonra sokağa çıkma yasağı başlayacak, on dakikaya kadar Hammayı şuraya yetiştirmem lazım vs. vs. Radia hiçbir trafik kuralını takmıyor. Sen avukatsın nasıl böyle bütün kuralları çiğniyorsun diyorum. Gülüyor. Bir ara sen anarşistsin diye takılıyorum. Sadece araba kullanırken diyor. Bir keresinde gideceğimiz yere yetişmek için dörtlüleri yakıp ters yola giriyor. Laz fıkrasındaki gibi, karşımızdan onlarca otomobil gelirlerken, kaç çılgın şoför, kaç tane diye fıkraya gönderme yapıyoruz. Biz Türkiyeden gelenler salavat getirmeye başlıyoruz. Eşşedüellah.... Radia bu espriye çok gülüyor. Yemek yiyeceğimiz yerde her gören Hammaya sarılıp öpüyor. Tunus yemekleri yiyoruz ve saat on olmadan, sokağa çıkma yasağı başlamadan otele dönüyoruz.
Kamil Tekin Sürek
Evrensel'i Takip Et