16 Kasım 2011 10:34

Ferit Edgü’ye mektup

Sizi kutluyorum. Yalnızca aldığınız ödül için değil, açık yürekliliğiniz, ödül gecesinde kendinizden söz etmek yerine kuşağınızdan söz etmeyi seçişiniz, kuşağınızı anış biçimi için de...

Paylaş

Sennur SEZER

Sizi kutluyorum. Yalnızca aldığınız ödül için değil, açık yürekliliğiniz, ödül gecesinde kendinizden söz etmek yerine kuşağınızdan söz etmeyi seçişiniz, kuşağınızı anış biçimi için de: “Bir takımdan, bir akımdan, bir okuldan söz etmiyorum. Bir dönemden bir kuşaktan söz ediyorum(…) Biz, yazmaya 1950’lerde başlayanlar, hemen hemen hepimiz, hem ülkemizin değişmesini, hem sanatımızın, edebiyatımızın değişmesini istiyor, bunun için çabalıyorduk.”

Değişimi savunmanız, basılışından bu yana 50 yıl geçmesine karşın kitaplarınızı taze tuttu.


Sayın Edgü,
(Size Sevgili sıfatıyla seslenebilmek isterdim. Kuşağınızın en “mesafeli” davranılması gereken yazarısınız) Kuşağınızın öteki yazarları gibi sizi de öyküleriniz kitaplaşmadan keşfettim. ‘Leş’ öyküsüyle tanıştım sizinle, Yeni Ufuklarda. Öykünüzün görüntülerinin beni hâlâ izlediğini söylemek isterim. Benim için öykü önce görüntülerin ömürlü olması demek. Elbet kendisine neden yazdığını soran yazarlar önemlidir. Ya da gerçeği çırılçıplak, gölgesiz yakalamak isteyen ressamlara benzeyenler.

Kuşağınız başlangıçtan bugüne kalbinin solda attığını söylemekten kaçınmıyor. Seçimini bilinçle yapmıştın. Yedeksubay öğretmenlik bir seçimdi. Hakkari bir seçim değildi. Pirkanis köyü ise Paris’ten geldiğiniz için size uygun bulunmuştu. Bir şakanın rastlantısı. Ama sizi değiştirdi. Daha doğrusu yeniden doğmanızı sağladı. Bilerek yeniden gider misiniz sorusunu “hayır” diye yanıtlıyorsunuz. Çünkü siz bir kurban olmayı ya da bir ermiş ya da fedai olmayı seçmezsiniz. Hakkari’de yeniden doğuş anınızı da bir öykü olarak anlatmışsınız:

“(…)Bugünmüş gibi hatırlarım. Bir gece pencerenin kepenklerini kapatmayı unutmuşum. Uyandım, odanın içi aydınlık. Fakat gün ışığına da benzemiyor. Kalktım pencerenin önünde durdum. Karşımda o güne değin görmediğim bir ay ışığı. Belki, daha sonra Hakkari’yi kazazede bir denizci olarak yazmamdaki çıkış noktası o andır. Beykoz’daki yalıda, benim yattığım odada, mehtap günleri perdeyi çekmezdim ki ay ışığı odaya girsin, beni uyandırsın, diye. Bir an, uyku sersemliğiyle kendimi Beykoz’daki yalıda sandım. Kar üzerindeki mehtabı ilk kez görüyordum. Ortalık bembeyaz. Hiçbir ev, ağaç, tümsek, kaya görülmüyor. Kar her yeri örtmüş. Tüyler ürpertici bir görüntü. Bir tansık! Nerede olduğumu anlamak için bir süre geçmesi gerekti... Sanrı gibi bir şeydi. O gece uyuyamadım. Ay batıp gün doğduğunda ağlıyordum; bambaşka bir insandım.”

Bu yeniden doğuşun önemli yanı yaşananlara tanık olmayı seçmek yerine tanık olduklarına karşı bir tavır sahibi olmayı seçmek bence: “Daha sonra kurtları da yaşadım, insanları da yaşadım, ölümleri, çocukların ölümlerini de yaşadım -bütün bunları yaşamışsanız, siz artık, aynı insan değilsinizdir. Yaşamımda ilk kez, hatta son kez, dillerini anlamadığım insanlarla birlikte, onların yaşamlarının bir tanığı olarak değil, hayır, onların dertlerinin bir parçası olarak yaşadım.”

Sayın Edgü, İstanbul’da unutulmuş hastalıkların egemen olduğu bir coğrafyada, dilini bilmediğiniz insanlarla, koşullarını bilmediğiniz bir yaşamı sırtlandınız bir mevsim boyunca.

Ve oradan bir daha ayrılamadınız. (Galiba bütün kuşağınız da ayrılamadı.) Bu coğrafya sizi terk etmedi, adınız, hoşlanmasanız da Hakkari’de Bir Mevsim ile özdeşleşti.

Sizin sürekli anılmasını istediğiniz kitabınız olsa olsa Eylül’ün Gölgesinde Bir Yazdı’dır. Yazmaya oturduğunuzda sözcüklerin olanak olduğunu söylediğiniz öykü. Sözcüklerin olanaksızlık olduğunu açıkladığınız...edebiyatın cehennemini seçtiğiniz için kutluyorum.

ÖNCEKİ HABER

İsveç’te özelleştirme fiyaskosu

SONRAKİ HABER

Bir cinayetin otopsisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa