09 Ocak 2011 00:00

Çeşitlilik güzeldir

Gözlerinizi kapayıp düşlemeye çalışın: Çeşit çeşit ağacın bulunduğu bir ormandasınız.

Paylaş

Gözlerinizi kapayıp düşlemeye çalışın: Çeşit çeşit ağacın bulunduğu bir ormandasınız. Mevsim sonbahar. Ağaçların bir bölümü yaprak dökmeyenlerden; yeşil tonları onlardan. Bazı yapraklar ise çoktan sararmış. Dalları ve çevresi kirli sarının tonları ile bezenmiş ağaçların yaprakları onlar. Kimi yapraklar ise kızıl mı kızıl; onların ağaçları da başka. Bir yanda yeşil, diğer yanda kızıl ile sarı arasındaki tonlar. Birçok insanın bayıldığı bu şenlik bir tür ağacın işi değil. Doğanın armağanı bir renkler cümbüşü. Düşlemesi bile güzel, değil mi?
Gözlerinizi bir daha kapatın: Çocuklarla kırdasınız. Mevsim ilkbahar. Yürüyüşe çıkmışsınız. Çocuklarla çiçeklerin özelliklerini, ama öncelikle renklerini keşfediyorsunuz. Sonra kokularını. Sonra adlarını. Düşlerken bile bir düşünmek gerekmez mi? Doğada bunca çeşit çiçek neden var?
Haydi devam: Kırda güzel bir yürüyüş insanı acıktırmaz mı? Bir ağacın altında çocuklarla güzel bir sofra kurmak, doğanın ve emeğin ürünlerini paylaşmak gibisi var mı? Çeşit çeşit çiçek, bitki ve böcek ile dolu kırda, sofraya tek bir çeşit mi yakışır? Sofrayı kuran çocuklar, ellerinden geleni yapıp çeşit çeşit yiyeceklerle donanmış bir sofra kurmak istemezler mi? Bunu da bir düşünmek gerekmez mi?
Devam: Yürüyüşe gitmeden pazara uğrasanız… Pazardaki meyveleri, sebzeleri, ürünleri gören çocukların içleri açılsa. Kırda görecekleri çeşitliliğin bir yansımasını daha kıra gitmeden tatsalar. Doğaya çıkarken, yanlarına doğadan gelen meyvelerden alsalar. Alırken de hep birlikte düşünseler: Neden meyveler birbirinin aynı olmuyor, hep çeşit çeşit?
Piknikten sonra hep birlikte oturup düşünseniz: Neden meyveler birbirinin aynı olmuyor? Neden ağaçlar farklı farklı? Neden bunca çeşit çiçek var? Neden kuşlar tek tip ötmüyor? Neden güzel bir sofra tek bir çeşit yiyecekle kurulmuyor? Neden?
TEK TİP DOĞA?
Çeşitlilik doğanın ayrılmaz parçası. Ekolojik denge, çeşitlerin ve türlerin varlığının ötesinde, çeşitlerin ve türlerin birbirleri ile olan ilişkisine de dayanıyor. Doğa harikası denilen oluşumlarda da, olağan olduğu için basit sanılan ama hiç de basit olmayan doğa olaylarında da birden fazla süreç ve katkı söz konusu. Her türün içinde de çeşitlilik var. Doğa dendi mi, akla karmaşık ve çeşitli bir dünya geliyor. Farklılıklara dayanan, tek tip olmayan bir dünya.
Doğadaki çeşitlilik gibi toplumdaki çeşitlilik de bir gerçek. İnsanı insan yapan özelliklerden biri hiç kuşkusuz bu çeşitlilik. Aynı anne babanın çocukları, aynı evde yetişseler bile tıpatıp aynı olmuyorlar. İkizler bile aynı değil, ayrı oluyor ve olmak istiyorlar. Aynı köyde yaşayan insanlar, aynı kültürü soluyan insanlar arasında çeşitlilik var. Çeşitliliğin tam tersi olan şeyler ise, kendiliğinden değil, dayatmacı sistemler ile ortaya çıkıyor. Dayatmacı sistemler ne kadar güçlü olurlarsa, o denli çok tek tip insan üretmek istiyorlar.
YABANCILAR VE YABANIL
Farklı olanlara “yabancı” gibi bakılmayan ortamlarda büyüyen çocukların yaşadıklarında, dini bir, dili bir “Tek tip insan” yaklaşımıyla kirletilmiş ortamlarda yaşayan çocukların yaşadıkları çok farklı. Aşağıdaki alıntıyı okuyup düşünmekte yarar var, hangi çocuklar daha “yabanıl” oluyor?
Yabancı kelimesini duyduğunuzda nasıl bir çağrışım yapar sizde, neyi anımsatır ilk önce? Ben Gökçeada’da büyüdüm. Yan komşumuz bir Rum aile idi. Çaprazımızda da bir Rum aile vardı. Yan sokak, karşı sokak, alt mahalle ve adanın tüm köyleri… Her taraf komşumuz Yorgi (George) amca ile Lena (Eleni) teyze benzeri Rumlarla doluydu. Bugünse birçoğu sadece yaz tatillerinde “ülkelerine” gelen Rumlar artık…
Ancak benim için yabancı değillerdi hiçbiri. Ben ve ben o yaşlardayken tüm arkadaşlarım için yabancı, sadece western filmlerindeki bir kasabaya gelen eli silahlı adamlardı. Hani kasaba şerifinin nazikçe uyardıktan sonra seri biçimde delik deşik ettiği adamlar…
Büyüdükçe fark ettim etrafımdaki yabancıları. Din, mezhep ve siyasetin vıcık vıcık kıldığı ilişkilerin sonunda, hep yabancılar kaldı elimde…
Hayatın her alanında insanları tek tip yapmaya yemin etmiş adamların çoğaldığı bu ülkede yaşayınca, ister istemez yabancılar dikkat çekiyor. Ya dilleri ya da tenleri ele veriyor zaten onları. Ama gördüm ki; yabancılar da ikiye ayrılıyor bu adamların nazarında. Mesela Kürtçe öğrenmek isteyenin niyeti sorgulanırken İngilizce için dünya dili diyerek tüm kapıları açıyorlar. Ya da Amerikalı yatırımcılar borsada milleti donuna kadar soyarken kimsenin kılı kıpırdamıyor ama bir Arap şeyhi aynı dolarlarla yaklaştığında Arap sermayesi diye kendini paralıyor birileri… Dilse o da dil, paraysa o da para… (Erkut Tekin, İçimizdeki Türkler, BirGün, 8 Eylül 2010.)
ERMENİ NASIL BİR ŞEYDİR?
Farklı olanların “yabancı” görüldüğü ve yabancı olmanın tehlike ile eşleştirildiği “Tek tip insan” yaklaşımı, “yabancı” diye nitelenenlerin başkalarınca anlaşılmasını engellemekle kalmaz, onların kendilerini tanımalarına bile engel olabilir. Aşağıdaki alıntı, bu dayatmanın ne denli ağır bir haksızlık olduğunu, bir çocuk için ne denli ters anlamak açısından çok önemli.
İlkokulda bayram törenlerine hazırlık için okulun tümünü okula yakın sokaklarda yürütürlerdi. Orada, öğrencilerin “Ermeni’nin bahçesi” dedikleri bir bahçe vardı. Merakla bakardım; o bahçeden bir kadın çıksa da görsem Ermeni kadını nasıl bir şeydir, nasıl bir tiptir diye. Ben on üç yaşına kadar nenemin koynunda yattım. Evde koynunda yattığım kadın da Ermeni, ama ondan haberim yok. Nenemi herkes Satinik diye çağırıyor ama ben bu ismin Ermeni ismi olduğunu bilmiyordum. Benim halamın kızı (Ki aynı zamanda üvey teyzem) öğretmen olarak Malatya’ya gitmiş. Orada bir köyde öğretmenlik yaparken Osena isminde Ermeni bir öğretmen kızla tanışmış. Bir gün, Osena’nın şehir merkezindeki iki katlı, avlusunda su kuyusu olan evlerine gitmişler. Osena, Satinik adlı bir tanıdıklarını anlatırken, halamın kızı “Benim anneannemin de adı Satinik” diyor. O da, “Senin anneannen de Ermeni o zaman” deyince itiraz ediyor. Osena, “Ama Satinik Ermeni adı” diye ısrar ediyor. Halamın kızı eve döndüğünde, yani düşünün yirmi bir yaşına girmiş bir kız annesine soruyor: “Anne, benim anneannem ermeni mi?” Annesi “Sana kim söyledi?” diye sorunca bu olayı anlatıyor. Halamın kızı anneannesinin Ermeni kökenli olduğunu böyle öğreniyor. (Ayşe Gül Altınay ve Fethiye Çetin. Torunlar. Metis, Ekim 2009, s. 110-111.)
ÇOĞUL MU, TEKİL Mİ?
Günümüzde Kürtçenin önüne çıkarılan engeller ve en “yetkili” ağızlardan duyulan anlamsız açıklamalar, hiç kuşkusuz doğal olanın yadsınması anlamına geliyor. Ana dilinin önüne çıkarılan engeller, “tek tipçi” ve dayatmacı bir sistemin ürünü. Bu yaklaşım, kültürün çoğulculuktan beslendiğini anlayamayan; bu ilişkiyi görememesi için tek tip gözlüklere alıştırılmış insanlar tarafından destekleniyor. Farklı olanın “yabancı” ve “tehlikeli” olarak sunulmasının çocuklar açısından başka neler getirdiğini gelecek pazar ele alacağım.
Serdar M. Değirmencioğlu
ÖNCEKİ HABER

Yine zam yine protesto yine biber gazı!...

SONRAKİ HABER

DiYARBAKIR Didim mi olmak istiyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa