09 Ocak 2011 00:00

En keskin egemen, ilk zıpkınla devrildi

"Troya savaşından yirmi yıl sonra dönebilen Kral Odisseus, bir dilenci kılığında kendi sarayına sığınabildi. Sarayı, karısı Kraliçe Penelopeya’yla evlenmek isteyen soyguncu damat adayı egemenlerle kaynaşıyordu... Evlenmesi için zorlanan Penelopeya, damat adayları arasında bir ok atma yarışı düzenledi: Yarışı kazananla evlenecekti...”

Paylaş

"Troya savaşından yirmi yıl sonra dönebilen Kral Odisseus, bir dilenci kılığında kendi sarayına sığınabildi. Sarayı, karısı Kraliçe Penelopeya’yla evlenmek isteyen soyguncu damat adayı egemenlerle kaynaşıyordu... Evlenmesi için zorlanan Penelopeya, damat adayları arasında bir ok atma yarışı düzenledi: Yarışı kazananla evlenecekti...”
Saraya çöreklenen egemenler, yaşlı dilenci kılığındaki Kral Odisseus’un da ok atmasına zar zor izin verdiler...
Bunun üzerine Odisseus, oku yayın kirişine geçirdi ve baltalara doğru nişan aldı. Sonra da oku salıverdi: Ok, delikleri hiç şaşırmadan, on iki baltanın arasından, vınlayaraktan geçip gitti...
Odisseus’u izleyen ve yayı bile geremeyen taliplerin yüzünde, renk menk cinsinden ne varsa aniden uçup gitti!...
Yirmi yıl savaş denen afetin çarklarında hem bedeniyle, hem yüreği ve kafasıyla aralıksız ezilip pişmiş olan Odisseus; birden üstündeki paçavra giysileri çıkarıp attı. Ve sarayın salonuna çıkan merdivenin ilk basamağına sıçradı:
“Karım Kraliçe Penelopeya’yla evlenecek taliplerin yarışı burada bitti!” diye gürledi. “Ben şu anda bir yere nişan alacağım. Bakalım Okçu Tanrı Apollon’la Tanrıça Atena bana gönlümden geçeni bağışlarlar mı?...”
Talipler gözleriyle ve bütün dikkatleriyle hemen Odisseus’a odaklandılar... Odisseus, oku yayına geçirip taliplere doğru yöneltti. Hedef olarak, egemenlerin en keskini ve Baştanrı Zeus’la sık sık konuştuğunu söyleyen Antinoos’u seçti. Antinoos, şarap dolu altın tasını tam ağzına dikerken, Odisseus’un saldığı ok, vınlaya vınlaya gidip onun tam boğazına saplanıverdi ve boğazından dümdüz geçip ensesinden çıktı. Antinoos birden sırtüstü devrilip büzülüverdi. Elindeki şarap tası düşüp yuvarlandı: Yer kopkoyu şarapla ıslandı. Bu arada devrilen Antinoos’un ayakları masaya çarptığı için yemek tabakları da sağa sola savruldu: Birden buğu tüten, kopkoyu bir selcik boşanmaya başladı Antinoos’un burnundan...
Sömürgenlerin başı olan anlı şanlı Antinoos’un böyle aniden savrularaktan yerlere yıkıldığını gören damat adayları, başladılar bağrışıp çığrışmaya. Bir süre sonra kendilerine gelip biraz toparlanınca da, sarayın içinde can havliyle dört dönmeye; yerlerde duvarlarda kılıç, kalkan, yay, balta cinsinden bir şeyler aranmaya başladılar... Ne var ki hiçbiri, aradığını bulamadı: Çünkü Odisseus ve oğlu Telemahos, bütün bu olasılıklara karşı ortalıktaki bütün silahları toplatmışlardı!...
Egemenler, Odisseus’un oku yanlışlıkla ve kazayla Antinoos’a saldığını sanıyorlardı. O yüzden onlardan biri; “İnsanların üstüne ok salan alçak dilenci!” diye basbas bağırmaya başladı. “O paçavra halinle öldürdüğün yiğit, Akhaların en ünlüsüydü! O her istediğinde tanrılarla konuşurdu! Şimdi de artık sen belanı bulacaksın!... Burada akbabalar yiyecek seni!”
Bu sözler havada uçuşurken Odisseus da, elindeki yay ve oklarla, egemenlere yan yan bakaraktan; “Yüzsüz herifler, benim döneceğimi hç düşünmüyordunuz, değil mi?” diye yıllardır mayalanan o keskin öfkesiyle gürlemeye başladı yeniden. “Ben Troya’dayken sarayımda neyim var neyim yoksa yiyip içtiniz; masum halkımın ürettiklerini arsızca sömürdünüz! Onların emeklerine olduğu gibi çocuklarının geleceklerine de el koydunuz. O da yetmedi, sarayıma çöreklenip buradaki emekçi kadınlarımı yataklarınıza alıp alıp götürdünüz!.. O da yetmedi: sevgili karıma da göz diktiniz... Hiç kuşkusuz, yukarıdaki tanrılara birkaç tapınak yaptırıp, kurbanlar kestirip halkın gözünü boyarız diye düşündünüz... Peki birgün halkların uyanmayacağından, bu yaptıklarınızın hesabını sormayacağından nasıl emin olabildiniz? İşte bakın, buradaki yeni yetme oğlum Telemahos’la, bunun hesabını istiyoruz sizden!..”
Burada Odisseus biraz soluklanınca, egemenlerden biri; “Sen gerçekten ülkesine dönen Kral Odisseus’san, yerden göğe haklısın!” diye konuşmaya başladı Odisseus’u yumuşatmak için. “Ne var ki söylediğin bütün kötülükler, öldürüp yere serdiğin adamdan kaynaklandı. Hepimizi o kışkırtıyordu... Tanrıların kendisini dünyayı yönetmekle ve insanlara adalet dağıtmakla görevlendirdiğini söylüyordu hep! Onun niyeti, senin sarayına oturup ülkenin kralı olmaktı! Ondan sonra da bütün bu Akdeniz halklarını buyruğu altına alıp dünya imparatoru olacaktı.Dünyayı tanrılarla birlikte yönetecekti! Madem onu yok ettin, gel şimdi biz hatamızı onaralım: Yiyip içtiklerimiz ve halkından aldıklarımız karşılığında altın, hayvan sürüleri, silah, ne istersen verelim sana!..”
Odisseus hemen söze girdi. “Bütün varınızı yoğunuzu verseniz bile, ne benim ne de halkımın öfkesini söndüremezsiniz!... Sonra bana vereceğiniz altın ve hayvanları, siz alın terinizle mi ürettiniz? Onları da kardeş halkların ensesinde sopa döverek, bin bir yalan dolanla ellerinden almadınız mı? Alçak sömürgenler, hesabınızı vermedikçe ne benim, ne de bütün halkların öfkesi dinecek!....”
Böyle dedi Odisseus ve üstünde bulunduğu merdivenin iki basamak daha yukarısına zıpladı: Egemenlerin tümünü görüş açısı altına almıştı artık...
Ve içlerine aniden basan bir korkuyla, yeniden yemyeşil kesildi egemenler...
Aniden yemyeşil bir korku sardı egemenleri...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

DiYARBAKIR Didim mi olmak istiyor?

SONRAKİ HABER

Kanser genomlarının kesintili evrimi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa