20 Aralık 2010 00:00

Uyanın, Hayat var!



Jehan, Arap yarım adasında güzel çiçek demekmiş, oysa ben bildiğimiz Cihan demek olduğunu sanıyordum. Bir takım Arap isimlerini Türkçeleştirirken afilli bir hale getirebiliyorlar ya, öyle değilmiş Jehan’ın ki. Jihan’ın yani Türkçe’deki Cihan’în dünya demek olduğunu anlatıyor. Türkçe’deki Jeyan da; aslan yelesi, hırslı, kavga etmeyi seven, bedenen değil manen kavgacı anlamına geliyormuş.
Jehan Barbur ikinci albümü “Hayat”ı kısa süre önce hazırladı. İlk albümü “Uyan” üzerinden beklentiler de bir hayli çoktu. Ama o beklentileri gözetip beklemeyi seçmedi. Kısa bir süre sonra ikinci albümü ile karşımıza çıktı. Ülkemizde aşık geleneğini kentte sürdüren ve Ortaçgilvari olarak da adlandırılan geleneğin (Çok şükür artık bir gelenek diye bahsedebiliyoruz bu damardan) en genç ve dikkat çeken ismi Jehan. Bir Aşıkla konuşuyor olmanın bilinciyle aileden girip, hikayelerinden çıktık.
PİYANOLU BİR EVDE BÜYÜDÜM
Arap Hristiyanı bir ailenin çocuğu Jehan. Ama müzik dünyasını, Arap müziği pek etkilememiş. Fransız ekolü daha baskın ailesinde. Ailesinin bir üst jenerasyonu Fransızca ve Arapça konuşuyor ama gelen jenerasyon, Fransızca konuşabilmiş ama Arapça’dan sınıfta kalmış.
Müzikle erkenden bir ilişki kurmasını evlerinde piyano olmasına bağlıyor Jehan, “Evde bir piyano olması sanırım bir şehrin kültür seviyesini gösterir. Bu zenginlik filan değil. Dedenden kalır, sen o piyanoyu muhafaza edersin. Baban gelir, büyükbaban gelir, çalarlar, o bir adaptır. İskenderun’da iki evin birinde piyano vardı. Olmayan da kiliseye gider, orada gitar çalıp şarkı söyler. Her evde bir enstrüman, bir müzik aleti vardı. Babam gece gelip tango çalar söylerdi, çok severdim. “Papatya gibisin beyaz ve ince” yahut “sevdim bir genç kadını” yada “sana nerden gönül verdim”… adabıyla söylerdi. Evde plakların olması, annemin arada hep bir müzik çalıyor olması plaktan. Okula gidiyorum, türküler çalıyor radyolarda… Bir yandan da o dönem protest müzik vardı. İskenderun gibi bir yerde her şeyi duyuyorsun. Bende çok meraklıydım, çok seviyordum müziği. Çok rahatlatıyordu beni çocuk olarak.”
Üniversiteyi kazandığında İskenderun’dan ayrılıp Ankara’ya gitmiş 18 yaşında. 4 sene sonra tekrar bir sene İskenderun’a dönmüş. Daha sonra da İstanbul’a yerleşmiş. Ankara’da da müzik yapıyor Jehan öğrenciyken. “Jam session yapılan yerler vardı, oralara gidiyorduk. Otellerde piyano vokal çalışıyordum, harçlık biriktiriyordum. Okulun bünyesinde ki tiyatroda müzikaller yapıyorduk.”
HAYAT HESAPSIZ DOĞUYOR
Yeni albümü “Hayat”ın nasıl doğduğunu sorduğumda, “Bende onu düşünüyorum. Hesapsız doğuyor bunlar biraz. Uyan da öyle. Uyan yazılırken Hayat şarkıları birikti.” İçi içe akmış iki albüm. “Hayat’ın fıtratını belirleyen şarkılar bir dönem tak tak tak dedi ve çıktı.”
“Uyan”dan sonra “Hayat” da umutkar bir isme sahip. Oysa akustik gitar eşliğinde söylenen şarkıların hüzünlü olmaları beklenir sanki. “Çok karamsar olduğum bir günün sabahında bile, ‘ben bunun peşini bırakmayacağım’ diye kalkıyorum. Müzik midir? Sahne midir? Şarkı söylemek midir? Bilmiyorum ama bunlar sayesinde hayata tutunuyorum. Diyorum ki ‘bir şarkıyla temizleyeyim ben bu durumu’. Yada bir yazı yazayım. İlla yayınlanmak zorunda değil. Günlük gibi düşünün, bir şeyler karalayayım, çekmecemde dursun. O beni orada saklasın.”
AŞIK OLMAKTAN VAZ GEÇME
Jehan pırıltılı sesini melankolik bir biçimde kullanmaktan kaçınıyor. Oysa hüzne vursa, belki daha çok “tutabilir”. Israrla “Uyan diyor, hayat var”… “Tabii ki bir iki şarkıyı inkar edemem, çok melankolik, beni kanırta kanırta çıkmıştır onlar da. Ama ‘ölüyorum, bitiyorum, bileklerimi keseceğim, Allahım bu nasıl bir hayat’ filan değil. ‘Buna rağmen yürü kardeşim, devam et hikayelerini anlatmaya, aşık olmaya...’ diyen şarkılar. Ben kendime söylüyorum bunları. Bir hikayesi olan şarkılar olduğunu düşünüyorum. Yazarken o hikayeyi görüyorum.
“Hayat hep dayat” diyor şarkısında. Neyi dayatıyor hayat diye soruyorum. “Hayattan korkan insanlar var ya hani, yaşamak istemeyip yaşamak zorunda kalacakları durumlardan korkan. Bir kayıp yaşamak istemezsin, bir aldatma yaşamak istemezsin. Hep ürkerek yaşarsın. ama hayat bu ve bunu sana dayatacak. Ondan kaçma lüksün yok. Dayatıyor ve sen bunun altından kalkmak zorundasın. Ezilemezsin, ezilirsen biter gider.
KIRMIZI ELMAYA ALDANMAYIN
“Hayat”ın en afilli sözü “seni de kendilerine benzetmişler” bence... Kim bunlar diye soruyorum. “Dışarıdakiler. Siz kendinizce sade, basit, temiz bir iş yapmaya çalışıyorsunuz, ödün vermeden, bedellerini ödeyerek. Size kırmızı elma uzatan bir cadının sunduklarına aldanmamanız gerekiyor. Başka teklifler, başka renkli hayatlar en yakınınızdaki insanı cezp edebiliyor. Buna çok kızıyorum. ‘Seni de alıp bitirmişler’ diyorum. Onlar gibi olduklarında bitiyorlar. Çünkü kendilerine ait, kendi ısrar ettikleri duruma ait artık hiçbir özellikleri kalmamış oluyor.”
‘ORTAÇGİLVARİ’ DENİLEN ŞEY AŞIK GELENEĞİ ASLINDA
Jehan gerçek bir şarkı yazarı, “Benim cümlemin zaten kendi melodisi var, kendi müziğiyle geliyor yani” diye anlatıyor şarkılarını nasıl yarattığını. Şarkıyı sözleriyle birlikte doğuran bir kent ozanından bahsettiğimizi bir kez daha fark ediyorum. Albümlerinin tamamı kendi söz ve bestelerinden oluşuyor. Jehan’ın müziği haklı olarak ‘Ortaçgilvari’ bulunuyor. Bu yakıştırmaktan gurur duysa da bir rahatsızlık da yaşıyor. Bu yakıştırmanın bir piar tadında, reklam kokan bir biçimde yapılması onu biraz kızdırıyor anladığım kadarıyla. ‘Ortaçgilvari’ denen şeyin aslında aşık geleneği olduğunu hatırlatıyor. “Ortaçgil’den başka örnekler de var. Ama kırk yıldır ısrarla burada durduğu için ve Türkiye’de bunu başlatanlardan bir isim olduğu için tabii ki ‘Ortaçgil’ çok önemli. Ben de ona gittim zaten. Ama bunun bir ozanlık, aşık geleneği olduğunu bilmek lazım. Mehmet Güreli de vardır. Erkan Oğur var. Türkü armonileri olduğu için işin dışında değil ki. Birsen Tezer var sonra. Yani Ortaçgil türü değil bu. Kuzey Avrupa’da da var folk müzik, Amerika’da da var. Cazın bazı alt türlerinde de var. Neşet Ertaş’ta da var. Yan yana koyduğun zaman Ortaçgil ile benim şarkılarımı, hiç benzemezler. Mesela daha hoppidi bir şey yapsam Nil Karaibrahimgil denebilirdi. Seni ya zedeliyorlar, ya hemen tanıdıkmış gibi davranıp sahiplenmeye çalışıyorlar, bu fena. Yoksa Ortaçgil’le anılmak için kafamı keserdim, bundan gurur duyuyorum”
NİNNİ SÖYLEMİYORUM, HAREKETE GEÇİRMEK İSTİYORUM
‘Ortaçgilvari’lik biraz da “gürültü” yapmadan daha çok derdini anlatmaya odaklı bir üslüba tekabül ediyor. Ama her şeyin, başta da müziğin daha çok eğlence için yapıldığı bir ortamda, hikaye anlatıcısı olmak pek çok sıkıntıya da katlanmayı gerektiriyor en başından. “Şarkılarımda akustik gitarlar var, sözlerde bir hikaye var, delirmiş elektronik alt yapılarım yok. Bu dingin müzik demek oluyor ne yazık ki. Ben harekete geçirmek istiyorum oysa, rahatsız olsunlar istiyorum şarkılarımda. Ozanlıksa bu, ya da aşık geleneğiyse derdi de odur zaten o şarkıyı yazanın. Ben size bir ninni söyleyeyim, uyuyun değil, tam tersi uyanın istiyorum. Şarkılar hareketli olsun, bedenimiz yorulsun, deşarj olalım falan isteniyor sadece. Bedenin yorulsun, aklın dursun, otur, yıl. Ben istiyorum ki senin bedenini yormayacak ama aklını yoracak bir iki kelimeyle karşılaş. Ben felsefeci filan değilim, insanım. Seninle aynı hikayeyi yaşıyorum. Gel sen de benimle buna kafa yor. Oysa ne isteniyor? ‘Düşünmeyin, aman sakın kendinizin farkında olmayın. Aman sakın bir şey istemeyin’ Bu vasıfsızlaşma hali birey olarak bizi bugün geldiğimiz noktaya getirdi.”
BİR GERÇEKLİK KAYBI VAR
“Uyan” gibi “Hayat”da da yalanla büyük bir derdi var Jehan’ın. Nedir derdin diye sorduğumda bir kez daha öfkeleniyor. “Herkes ‘-mış gibi’ davranıyor, olmadığı gibi... Kendimize yalan söylüyoruz. Bir gerçeklik kaybı var. Aldığın üründe de gerçek yok. Ekranda gördüğün ve kendin yeteri kadar özgür olmadığın için kendine kahraman ilan ettiğin insan da gerçek değil. Seni sen olarak kimse duymak, görmek istemiyor. Olmanı istedikleri gibi tanıtıyorlar.”
DURMADAN OLMAZ
İki sene arayla ikinci albümünü çıkaran Jehan bu konuda bir hayli cüretkar. Utanmadan “yeni besteler var mı” diye sorabiliyorum. “Uzun süredir hiçbir şey yazmıyorum. Çünkü çok çalışıyorum. Çünkü duramıyorum. Yazmak için durmak lazım, yaşamak lazım sonra tekrar durmak lazım. Arşimet’in karısı, ‘bey çok çalıştın bir git, bir dinlen’ diyor, Hamama giden Arşimet böyle rahatlamışken bütün parçalar kafasında birleşiyor ve suyun kardırma kuvvetini buluyor. Durmadan olmaz.”
(İstanbul/EVRENSEL)


BİR DAHA DİZİ PİYASASINA İŞ YAPMAM

Jehan piyasa için de bayağı iş üretmiş. Özellikle dizi ve sinema için. “Ali’nin Sekiz Günü. Asi, Sır, Gökten Üç Elma Düştü ve Güz Sancısı’nın vokalleri... Cesaretin Var mı Aşka dizisi. Gece Sesleri…
Artık dizi sektörüne iş yapmıyor Jehan çünkü çok sinirlendirmişler. “Sömüren bir şey. Hiç bir şey alamadım. Kaç diziye dört beş parça yazıp vermişimdir. Besteleri gelir, sözleri yazarım veririm. Fakat o müzikleri yapan şirket seni kullanır. 10’sa bunun karşılığı 0,5’i yakasına yapışırsan belki verir. Bende çok sıkıldım. Hep şununla karşılaştım; ‘ne parası canım daha ne istiyorsun, bak dizide şarkıların çıkıyor’.
Her şeye evet diyordum, deli gibi çalışıyordum. Fakat hiç bir karşılık alamayınca da çok sıkıldım.”


İSKENDERUN’DA BÜYÜDÜĞÜM İÇİN ŞANSLIYIM

Jehan’ın Beyrut doğumlu olması benim kafamı da karıştırmıştı. Lübnanlı olup Türkiye’de yaşayan bir Arap olduğunu düşünmüştüm ya öyle değilmiş işin aslı. Hristiyan Arap oldukları doğru fakat benim kadar Türkiyeliler. “Anne tarafım Irak’tan Mısır’a, Mısır’dan yavaş yavaş Suriye’ye falan gelip yerleşmiş. O dönem oralar da Osmanlı. Hatay’a gelinmiş, ama o zaman orası da Fransızların elinde. Annem Beyrut’ta Fransızca eğitim verilen okullarda okumuş. Dolayısıyla Türkçe’yi sonradan öğrenmiş. Babam 23 doğumlu, savaş görmüş. Arap Hıristiyanlar, halbuki eskiden Müslümanlarmış, dönmüşler sonra. Ben Lübnan’da doğdum. Annemler İskenderun’da yaşarlarken, orada güvendikleri bir doğum uzmanı olmadığı için, Lübnan’daki doktoruna gitmiş beni doğurmak için.”
Jehan’ın ailesi, diğer akrabalara göre Türkçe’ye daha hakim. Çünkü pek çoğu Fransız ekolü diye Fransız okullarında okumuşlar. Yurt dışına gitmişler, akrabalar dağılmış. Ama Jehan’ın yuvası en çok burası olmuş. O yüzden şarkılarını Türkçe yazıyor. İzmir’de İstanbul’da değil, İskenderun gibi bir yerde, hem kozmopolit, hem küçük, hem herkesin içli dışlı yaşadığı çok rahat bir kentte yaşamış olduğu için kendisini şanslı sayıyor.


ŞAİRANE YAŞAMAYA GÖNÜLLÜYÜM


Amerikan kültür ve edebiyatı okumuş Jehan, Bilkent’te. Bazı insanların hayatı çok şairane gördüğünü, onların gözüne her şeyin kocaman göründüğünden bahsediyor. “Hayatı ne kadar abartırsan, bir çocuk gözüyle görürsen o kadar şiir oluyor. Bir kadını öyle güzel seviyor bir adam. Benim için edebiyat sadece kitabıyla, hikayesiyle durmuyor hayatımda. Ben de şairane yaşamaya gönüllüyüm.”
Üniversite’de müzik değil edebiyat eğitimi alması bana kalırsa çok isabetli olmuş. Eğitim tek başına pek faydalı olmayacaktı kuşkusuz fakat iyi bir edebiyat okuru da Jehan. “Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Cansever’i deli gibi seviyorum. Sabahattin Ali, Peyami Safa, Murathan Mungan’ı çok okuyordum bir dönem. 15 yaşında başladım Murathan Mungan’ı okumaya. İskenderun’da bir sahafta bulmuştum. İstanbul’a gelme sebeplerimden biri de onun anlattığı sokaklar oldu. Hep o gözle gezdim İstanbul’u. Feride iok severim. Leyla Erbil’i. Klasik Türk edebiyatı hayranıyım. Gündüz Vassaf, Tezer Özlü… Bu sıralar Ece Temelkuran’a bir kadın olarak feci tutuldum. Bütün kitaplarını okudum.”
Devrim Büyükacaroğlu

Evrensel'i Takip Et