12 Aralık 2010 00:00

SUNU



Toplumun üzerinden bir silindir gibi geçen 12 Eylül faşist darbesi ve darbecileri, aradan geçen 30 yıl boyunca hep irdelendi, lanetlendi. Bugünlerde, özellikle Anayasa referandumu döneminde, 12 Eylül darbesinden nemalananlar bile “12 Eylülün hesabını sormaktan” bahsetti, Erdal Eren’den, Necdet Adalı’dan söz edip, sahte gözyaşları döktüler. Ama referandumdan istedikleri sonucu alınca da hemen unuttular, “Hesap sormayı”…
Darbe dönemini yaşayanlar anlattılar, kitaplar yazdılar, söyleşilere katıldılar, resimler, karikatürler çizdiler. Sergiler düzenlendi, yorumlar yapıldı, sinema filmleri, televizyon dizileri, belgeseller çekildi, susmak zorunda kalınan günlere, yıllara inat...
Her alanda yaşatılan zulmü, yıkımı ve yok edişi ‘80’ sonrası doğanlar anlamak için dinlediler, okudular, izlediler.
O, ne anlatabildi yaşadıklarını kendi sesiyle, ne de yazabildi elleriyle. O, 12 Eylülün kırılan kalemlerinden biri, Erdal Eren’di. 17 yaşında bir devrimci, lise öğrencisi, oğul, kardeş ve idam edilen 16 ‘sol’ görüşlüden biri. Yoğun ve kısa bir hayat bilgisi dersidir aslında, Erdal Eren.
İşte biz bu dört günlük dosya kapsamında, bu kısa ama içi dolu dolu yaşamı, Erdal Eren’i, dik duruşunu, kararı çok önceden verilmiş, evi basan polislerin bile annesine, “Oğlunuz bir askeri öldürdü, idam edilecek” dediği Erdal Eren’in, davasını, geriye bıraktığı mücadele mirasını anlatmaya çalışacağız.

Evrensel'i Takip Et