Amaç aileyi korumak olunca…
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun 13 yıldır yürürlükte. 1998 yılında yürürlüğe girdiği tarihten bu yana sürekli eleştirilen ve değiştirilmesi için mücadele edilen bir kanun. Dört maddelik kısa bir kanun olan 4320 sayılı Kanun, 2007 yılında değiştirilmiş ve 2008 yılında daha detaylı düzenlemeler içere
4320 sayılı Kanun’a eleştirel bir yaklaşım olarak da ele alınabilecek bir araştırmanın sonuçları açıklandı geçtiğimiz günlerde. Aile Mahkemesi hakimlerin, savcıların ve avukatların 4320 sayılı Kanun’u nasıl algıladıklarını ve nasıl uyguladıklarını araştıran “Ailenin Korunmasına Dair Kanun Kimi ve Neyi Koruyor? Hakim, Savcı, Avukat Anlatıları” başlıklı araştırma, bazı çarpıcı sonuçları da ortaya koyuyor.
MUAMELE GÜZEL, İŞLEM YOK!
Araştırma, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Kadınlara Yönelik Ayrımcılık ve Şiddetin Önlenmesi Çalışma Grubu tarafından 2005 yılından itibaren yürütülen Türkiye’de Kadınların İnsan Haklarına Saygının Güçlendirilmesi Projesi kapsamında gerçekleştirilmiş. Çalışma Grubu Üyeleri Gökçiçek Ayata, Sevinç Eryılmaz ve Seda Kalem tarafından gerçekleştirilen araştırma, 2010 yılı içinde İstanbul’daki 46 Aile Mahkemesinden 20 hakim, 20 savcı ve 20 avukatla yapılan görüşmeleri içeriyor. Araştırmacıların kendilerinin de ifade ettikleri üzere, önemli bir eksikliği, kolluk kuvvetlerinin böyle bir araştırma içinde yer almıyor olmaları.
Uygulamada şiddet gören kadını karakola başvurduğunda ‘Aile içi mesele’ diyerek şiddet gördüğü eve geri döndüren ve işlem yapmayan emniyet yetkilileri de kadına yönelik şiddetin bir aile meselesi olarak algılandığının en basit örneği. Bu konu ile ilgili olarak araştırma içinde verilen bir örnek dikkat çekici. 55 yaşında mühendislik mezunu bir kadının karakola yapmış olduğu başvuru neticesini şöyle anlatıyor: “Gencecik, pırıl pırıl kolejden mezun çocuklar, nasıl sinirlendiler adama, nasıl bir görseniz. Çok anlayışlılar. Her hakkımı anlattılar. Eee. İşlem? İşlem yok. Muamele güzel, işlem yok!”
HAKİM VE AVUKATLAR NE DİYOR?
Araştırmanın ortaya çıkan önemli sonuçlarından biri, uygulayıcılar tarafından farklı biçimlerde yorumlanması ve uygulanması. Uygulayıcıların, özellikle hakim ve savcıların kadın konusundaki görüşleri kanunun uygulamasına da yansıyor.
Avukatların, uygulamadaki sorunlara ilişkin olarak araştırma kapsamında oldukça sert beyanlarda bulunduğu ifade ediliyor. Yargı sisteminin altyapı kapasitesinin sınırlılığı, mahkemelerin iş yükü, halkın hakları konusundaki bilgisizliği, polisin kadın hakları ve aile içi şiddet konusundaki bilgisizliği, mağdurlara karşı tavır, hakimlerin kanunu uygulamadaki isteksizliği gibi hususların kanunun uygulanabilirliğini etkilediğini düşünüyorlar.
Görüşme yapılan hakimlerin bir kısmının resmi nikahı olmayanların kanundan yararlanması fikrine karşı çıktığı da çarpıcı sonuçlardan. Bu görüşler sonucu bizler Ayşe Paşalı cinayetine tanık oluyoruz.
Bir diğer tartışma yaratan sonuç ise hakimlerin şiddet uygulayan eşin evden uzaklaştırılması sonucunda nerede barınacağına dair endişeler taşıması. Ancak, araştırma gösteriyor ki, bu “Uygulanması en zor tedbir” aynı zamanda en çok talep edilen tedbir.
ALTYAPI VE ZİHNİYET
Bu eleştiriler, son zamanlarda kadınların gündemini meşgul eden, Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Taslağı ile birlikte ele alınmalı. Zira bir kanunun amacı olarak belirlediğiniz husus, o kanunun uygulanmasının da ipuçlarını verir. Şiddet görmüş bireyleri korumak için çıkardığınız kanuna “ailenin korunması” başlığı atarsanız, bu durumda, “aileyi koruyoruz” denilerek kadının şiddet gördüğü eve geri gönderilmesi, “Sadece bir tokatmış hadi barışın artık” denilerek uzlaştırılması gibi olaylar yaşanacaktır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in hemen her yerde anlattığı kanun tasarısı metnine baktığımız zaman önemli değişiklikler getirildiğini görüyoruz. Ancak, yeni yasal düzenlemeleri destekleyecek altyapının da oluşturulmasına, özellikle yargıda kadına yönelik ayrımcı yaklaşımların ortadan kaldırılmasına yönelik adımlar atılmaz ve bunu destekleyen politikalar hayata geçmez ise amacı ne kadar ulvi olursa olsun bu kanunun gerçekleştirilmesi de mümkün olmaz.
Bakan Fatma Şahin’in, araştırmanın sonuçlarının açıklandığı toplantıda da anlattığı yeni düzenlemenin, bize öyle yansıtılmaya çalışılsa da, sihirli bir değnek olmayacağını bilmemiz lazım. Bakanın “kadın bakanlığı” ile ilgili soruya verdiği yanıt, aslında gerçek ihtiyacın ne olduğunu ortaya koyuyor. Bakanın, “Bakanlığına yaşlıların, özürlülerin, gençlerin, sosyal yardım kuruluşlarının bağlı bulunduğunu, ancak kendisinin tüm mesaisini kadın sorununa harcadığını” belirttiği cevabının, aslında bir itiraf olduğunu düşünüyorum. (KIRKYAMA)
TÜRKİYE ‘ÇOCUK GELİN’DE AVRUPA İKİNCİSİ
Evlilik Mi? Evcilik Mi?
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye, Avrupa ülkeleri olarak değerlendirilen ülkeler arasında erken evlilik oranı yüzde 17 olan Gürcistan’ın ardından yüzde 14 oranıyla ikinci sırada.
USAK’ın “Evlilik Mi? Evcilik Mi? Erken ve Zorla Evlilikler: Çocuk Gelinler” raporuna göre dünyada çocuk gelinlere en yüksek oranda rastlanan ülkeler arasında ilk sıraları Batı-Doğu-Orta Afrika ülkeleri ile Güney Asya ülkeleri alıyor. Bu ülkelerdeki oranlar Nijer’de yüzde 75, Çad’da yüzde 72 ve Bangladeş’de yüzde 66’lara varıyor.
Avrupa ülkeleri arasında Gürcistan ve Türkiye’nin ardından üçüncü sırada yüzde 10 oranıyla Ukrayna geliyor. İngiltere ve Fransa’da da erken evliliklerde yüzde 10’luk bir oran görülüyor.
Raporda, “Kesin rakamlara ulaşmak mümkün olmasa da gelişmekte olan ülkelerde her yıl 10-12 milyon kız çocuğunun erken yaşta evlendirildiği, Türkiye özelinde ise her üç kadından birinin çocuk evliliği yaptığı” belirtiliyor.
Türkiye’de 18 yaş altı evlilik yapan erkeklerin oranı yüzde 6.9. Bu rakam kadınlarda yüzde 31.7’ye yükseliyor. Bu evliliklerin yüzde 16.9’u kentte, yüzde 24.6’sı kırda gerçekleşiyor. TÜİK verilerine göre de evli kız çocuğu sayısı evli erkek çocuğu sayısına oranla 14 kat daha fazla.
Erken yaşta evliliklerde sosyokültürel özellikler, gelenek ve inançların yanı sıra eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, savaşlar ve felaketlerin de rol oynadığı belirtiliyor. Raporda şöyle deniliyor: “Çocuk evlilikleri dünyanın her yerinde görülen küresel bir sorun. Bu evlilikler bir yerde kız çocuklarının kendilerinden dört-beş yaş büyük erkeklerle evlendirilmesi şeklinde görülürken, başka yerlerde koca, genç bir erkek, orta yaşlı bir dul ya da kaçırdığı kız çocuğuna tecavüz ettikten sonra kendisinde onun eşi olma hakkını bulan biri olabiliyor. Evliliklerin bazıları ise sadece ticari alış veriş mantığıyla gerçekleştiriliyor. On yaşındaki bir gelin karşılığında silinen borç ya da ortadan kaldırılan kan davası gibi.”
YARGIDA ERKEK TABLO
Resmi veriler, Türkiye’de savcılığın adeta bir “erkek mesleği” olduğunu gösteriyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun sitesinde yayımlanan son verilere göre, Türkiye’de 7 bin 604 hakim, 4 bin 443 de savcı bulunuyor.
Hakim ve savcıların cinsiyete göre dağılımına gelince... Yüzde 75.7’i erkek, yüzde 24.3’ü kadın. 7 bin 604 hakimin 5 bin 46’sı (yüzde 66.4) HSYK sitesindeki ifadeyle “bay”, 2 bin 558’i de (yüzde 33.6) “bayan” olarak görünüyor.
Savcılar arasındaki tabloya bakıldığında, bu dağılım daha da dengesizleşiyor. Türkiye’deki toplam 4 bin 443 savcının 4 bin 73’ü erkek. Sadece 373 kadın savcı var.
Kadına şiddet, kadın cinayetleri ve tecavüz davalarına bakan adli yargıdaki dağılım bu vahim tablodan da vahim. Adli yargıdaki savcıların sadece yüzde 7.5’i kadın! Yani tehdit altındaki kadınların korunmasında birinci basamağı oluşturan savcılıklarda her 10 savcıdan 1’i bile değil, sadece 0.75’i kadın!
Cinsiyet dağılımı tablosu yüksek yargıda biraz değişiyor ve kadın savcıların en yüksek orana idari yargıda ulaştıkları görülüyor. Yargıtay savcıları arasındaki kadın oranı yüzde 13.4 iken Danıştay savcılarının yüzde 45.7’sinin kadın olması dikkat çekiyor.
GEREKÇE MESAİ SAATİ
Peki, “hakim” ya da “savcı” olmak kura çekimiyle belirlendiğine göre, savcıların ezici bir çoğunluğu nasıl erkek oluyor? Cevap, kadınların “hakimlik-savcılık” kurasına dahil edilmemesi. Peki neden? Olaylara anında müdahale gerektirmesi nedeniyle savcılık görevinin günün her saatinde icra ediliyor olması ve bu nedenle kadınlara çok uygun görünmemesi. Mevzuatta bulunmayan, hatta mevzuata aykırı olan bu uygulama sonucu ise savcılığın adeta bir erkek mesleği haline getirilmesi.