14 Kasım 2010 00:00

Öpüşmenin dudak sesleri

Açık saçık ya da salt ucundan açık öpüşme öyküleri anlatacağımı düşünenler… Örneğin, Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i ile Behlül’ünün, Ednan Bey’in sınırlı, sorumlu ve sorunlu toprağında boğuşurken çıkan gürültünün salt devrilen saksı sesi olmadığını düşünüp onun ötesindeki öpüşmelerden söz edeceğimi sananlar… Ya da benzeri öyküler bekleyenler…

Paylaş

Açık saçık ya da salt ucundan açık öpüşme öyküleri anlatacağımı düşünenler… Örneğin, Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i ile Behlül’ünün, Ednan Bey’in sınırlı, sorumlu ve sorunlu toprağında boğuşurken çıkan gürültünün salt devrilen saksı sesi olmadığını düşünüp onun ötesindeki öpüşmelerden söz edeceğimi sananlar… Ya da benzeri öyküler bekleyenler…
Haklılar. Çünkü, bu başlığın altından bundan başka bir şey çıkmaz diye düşünmüşlerdir. Haklılar; hem de çok. Ama ben öyle bir şey anlatmayacağım. Yani sandıklarını… Ya da düşündüklerini… Bir öpüşmenin altında kaldıktan sonra üstüne çıkan seslerden söz edeceğim. Ama bu kesinlikle cinsel, sevgisel, sevisel bir öpüşme değil. Belki toplumsal; ama daha çok siyasal anlamda türdeş bir öpüşmenin dudak şapırtılarının neden olduğu seslerdir benim anlatacağım.
Sayın Baykal’ın zorunlu ayrılığından sonra sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklandığı gündü sanırım onları böyle görmemiz. Yani sayın Kılıçdaroğlu ile her tür başkana kılavuzluk yapan Sayın Önder Sav arasında bir kutlaşma öpüşmesi vardı ki ister inanın ister inanmayın yakın geçmişte olanları o öpüşmenin sessizliğinden anlamıştım ben. Ama onlar gibi ben de sustum. Hadi onlar sustu, ben niye sustum? Yazıp dökseydim ortaya bugünlerde havam olurdu geleceği gören biri olarak. Olmadı işte, girmedim onların dudaklarının arasına.
Beklenmedik bir biçimde patlak veren ve beklendiği gibi de uzun sürmeyen bu parti içi savaşın basınca kurgulan görüntülerinde bile yer alan o öpüşmede, başkan ve yazman konumunda genelleştirilmiş iki sayın bay bir kez birbirlerine çok uzak, çok yabancıydılar bir öpüşme öncesine göre. Sırasında bile öyleydiler; sonrasında da.
Daha sesler kulağıma gelmeden görünen bir başka şey de Sayın Sav’ın Sayın Kılıçdaroğlu’nu öpmesi; Sayın Kılıçdaroğlu’nun da öptürmesi -buraya dikkat- öptürmesi; ama kendisinin öpmemesiydi. Öpüşürmüş gibi yapıp boyalı dudaklarıyla havaya 333 çizimli yapay öpücükler salan soylu(!) kadınlar gibi bile yapmıyordu Sayın Kılıçdaroğlu. Açık bir biçimde öpmüyordu adamı. Belki de öpemiyordu. O da benim gibi gereksiz, sağlıksız, biçimsiz buluyordu belki de öpüşmeyi. Ama, hayır öyle değildi. Öyle olsa bile öyle değildi. Bu öpüşmenin altından üstüne çıkan başka şeyler vardı. Sesler vardı ve o seslerden dökülenler. Ve asıl gerçeği onlar anlatıyordu. Yani öpüşmenin dudak sesleri.
Sayın önder yazman, olağan bir öpüş aralığının çok uzağından uzanıp sayın başkanını öperken, uzantısıyla, bakmasıyla, durmasıyla o ana dek olan olayların özetini veriyor ve sanki “Nasıl devirdim adamı. Bu iyiliğimi unutma” diyordu. Hem de uyarıyordu: “Bak bana dikkat et. Ben adamı vezir de ederim, rezil de. Boşuna kartal bakışlı dememişler bana.”
Kılıç donanımlı sayın başkan da, sayın kılavuz yazmanın kendini öpmesine bir şey demiyor; ama kendisini de öpmeyerek çok şey söylüyordu kısa ve öz. “ Sen öyle san. Sıra sana da gelecek.”
İşte bütün olanlar, o günkü öpüşmenin dudak seslerinin çözümü ve dökümüdür. O sesler, bugün olanların habercisiydi. Belki biraz erken olmuştur olanlar; ama bir anlamda da iyi olmuştur. Çünkü yakın gelecekte seçim vardır ve partililer, yeşil alanın topçularının deyişiyle önlerine bakmaları gerekecek zamanı bulabileceklerdir böylece. Ama, önlerine bakarlarken söylem de, söylem biçimi de değişmeyecekse, sayın eski başkanın yaptığı gibi sayın yeni başkan da kişisel kavgaya girecekse omurga üzerinden; türbana özgürlük verip çarşaflara rozet takmayı sürdürecekse bunca değişiklik boşa gidecek demektir. O zaten yapılıyordu, bunun için öpe okşaya adam değiştirmeye ne gerek vardı. Başbakanı değil, hükümeti eleştirmeli ve partisini anlatmalı ki onlar önlerine bakarken halk da önünü görebilsin.
Öpüşme üzerinden açık saçık bir yazı beklerken siyasetin açık seçikliği üzerine pek sayınlı bir yazıyla karşılaşmak hoş olmasa gerek. Ama ne yazık ki siyasal yaşamın ağır ve ciddi(!) yüzü, başkanlar düzeyindeki çatışma ve daha çok da başta ekranların Malkoçoğlusu olmak üzere kimi haykırmanların (anchorman) haykıra haykıra olsa da sayınsız konuşmamaları beni de etkilemiş anlaşılan. O nedenle bol sayınlı bir biçimde anlatılmış oldu öpüşmenin dudak sesleri.
Konunun saygın olmayan sayınsız yanına gidersek düşünmekten alamıyorum kendimi. Niçin bütün değişimler askeri, sivil, tüzel, cinsel darbelerle oluyor da, dilimizden hiç düşürmediğimiz o demokrasi gereği olmuyor? Demokrasi mi beceremiyor bu işi, yoksa biz mi demokrasiyi beceremiyoruz?.. Belki de biz demokrasiyi becerdik de…
Üstün Yıldırım
ÖNCEKİ HABER

yabancı

SONRAKİ HABER

NCAA ve amatörlük ilkesi: Bir holding ne kadar amatörse...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa