14 Kasım 2010 00:00

Taraftar zorbalığı yaygınlaşıyor

Futbol taraftarı olarak adlandırılan fanatik gruplar her hafta yeni barbarlık örnekleri sunmaktan geri durmuyorlar

Paylaş

Futbol taraftarı olarak adlandırılan fanatik gruplar her hafta yeni barbarlık örnekleri sunmaktan geri durmuyorlar. Üstelik artık barbarlıkların, spor alanlarıyla sınırlı kalmadığını, toplumsal yaşam içinde de giderek yaygınlaştığını gözlemliyoruz. Fanatik taraftarların ezici çoğunluğunun ortak özelliği, ırkçı (hem etnik hem de cinsiyetçilik anlamında) ve milliyetçi olmaları. Bunu yaptıkları tezahüratlarla, ettikleri küfürlerle belli ediyorlar zaten. Irkçılık ve milliyetçilik kadar, rakipleri dışlayıcı, aşağılayıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı yaklaşımlar, tavırlar, davranışlar da ön planda.
Milliyetçi ve erkek olmaktan kaynaklanan o eşsiz(!) “gururu” ve “ayrıcalığı” dışarı vurmayana neredeyse statlarda barınma hakkı vermeyecekler. Haklılar yani. Zaten şu dünyada bir insana, milliyetçi bir Türk erkeği olmaktan daha büyük haz, daha fazla mutluluk verebilecek bir şey var mı?..
Evet... Bayrak görüp milli marş duyulduğunda tüyler diken diken olmalı. Aksi kesinlikle düşünülemez. Tabii milli hassasiyetler bu kadar yoğun olunca, vatan, millet, bayrak sevgisinden(!) kin, düşmanlık ve ırkçılık çıkması, insanı çok da şaşırtmıyor. Diğer yandan farklı cinsleri aşağılayan, tecavüzü olağanlaştırıcı ve meşrulaştırıcı içerik taşıyan küfürler de eksik olmuyor salyalı ağızlardan.
Bundan birkaç hafta önce Kasımpaşa ile Trabzonspor arasında oynanacak maç öncesinde Galatasaray Meydanı’nda toplanan Trabzonsporlu taraftarlar, aynı meydanda yasa dışı dinlemeleri protesto eylemi yapan ÖDP’lilere “Kahrolsun PKK” naraları eşliğinde saldırmıştı. Vatan, millet, bayrak aşkıyla yanıp tutuşan bu azgın cengaverler(!), milli hassasiyetlerini göstermek ve bir avuç “bölücüye” hak ettikleri dersi vermek için bundan daha iyi fırsat bulamazdı herhalde. Maçı gönül rahatlığıyla izleyebilmeleri için tabii ki öncelikle vatanın bütünlüğü, milletin huzuru üzerinde tehdit unsuru oluşturanlar bertaraf edilmeliydi. Zaten Başbakan da zamanında, “Bu tip eylemlere karşı, milli hassasiyetleri yüksek vatandaşların tepki göstermesi normal” sözleriyle linççilerin sırtını sıvazlamamış mıydı? Devletin tepesinden gelen bu gönül okşayıcı tavır, belli ki linççi güruhlara kılavuzluk etmekle kalmamış, aynı zamanda onları daha bir cesaretlendirip pervasızlaştırmıştı.
Geçtiğimiz hafta sonunda oynanan Beşiktaş-Kasımpaşa Süper Lig maçı sonrasında da bir grup Kasımpaşa taraftarı, İstiklal Caddesi’nde müzik grubu “Model” üyelerine saldırdı. Saldırının gerekçesi, müzisyen gençlerin siyah-beyaz eşofman giymesiydi. Grup üyelerinin maçla hiçbir ilgilerinin olmadığı, çalışma yaptıkları stüdyodan çıkıp sadece eve gitme amacı taşıdıkları gibi bir ayrıntının ne önemi vardı ki? Üstünde, o günkü rakibinin renklerini taşıyan giysi varsa düşmansındır. Ve küfür yemeyi de, tartaklanmayı da hak etmişsin demektir. Linç edilmediğine şükret. Bu güruhun da en az ÖDP’lilere saldıranlar kadar yoğun ve derin milli hassasiyetler taşıdığından hiç kuşkumuz yok.
Bütün bunlar; devletin zorba, ırkçı ve faşist bireyler üretme hedefli mekanizmasının ne kadar “verimli” çalıştığını gösteriyor. Çocukluktan yetişkinliğe uzanan süreç boyunca insanların beyninin hamasi milliyetçi söylemlerle yıkandığı bu mekanizmada, temel haklar, özgürlükler, farklılıklara saygı, empati gibi insanlaştırıcı, uygarlaştırıcı kavramlara elbette yer yok. Ayrıca bu mekanizmadaki hiyerarşi gereği güçlü, üstte ve yetkili olan diğerlerini her şekilde ezme, aşağılama hakkına sahip. Toplumsal yaşamda yaygın biçimde görülen, “güce ve güçlü olana tapma” edimi de buradan kaynaklanıyor.
Bu tip bireylerin toplu halde en rahat hareket etme olanağı buldukları ve karakteristik özelliklerini doya doya sergileyebildikleri yerler spor alanları oluyor. Düzenin ihtiyaçları doğrultusunda kurulan tezgahın ürünü olarak, milliyetçi, ırkçı karakter özellikleriyle donatılmış bir şekilde hayata sürülen bu kişiler, sahip oldukları özelliklerin gereğini, fanatik taraftarlık aracılığıyla rahatça yerine getirebiliyorlar. Arada durumdan şikayet eden, yakınan bazı cılız sesler duyulur gibi olsa da, ciddi anlamda onları engellemeye, durdurmaya niyetli kişi ya da kurumlar tabii ki yok. Düzeni yeniden üreten, düzenin değirmenine su taşıyan bu tarz olguları ortadan kaldırmak kimin işine gelir ki?
Milliyetçi, ırkçı hezeyanlarla iğdiş edildiği için insanlık ve uygarlık değerlerini tanıyıp özümseme yeteneğinden yoksun kalmış beyinleriyle tam da düzenin ihtiyaç duyduğu vasat vatandaş profilini temsil ediyor fanatik taraftarlar.
AZİZ YILDIRIM’IN RAHATSIZLIĞI
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, medyanın Anadolu takımlarının başarısını ön plana çıkarmasından rahatsız. “Üç büyükleri çok kötü gösterip, onları çok yükseliyor gibi göstermek de hatadır. Bu lokomotif takımları dışlamak yarar getirmez. Hepsini hep beraber yükseltecek bakışlar olmalı... Basın bugün belki tiraj düşünerek -Anadolu’da İhtilal- var gibi düşünüyor” diye konuşuyor.
Bir kere, kötü olmayan bir şeyi, kötü göstermek diye bir durum söz konusu değil. “Üç büyükler” zaten kötü çünkü. Bunu ortaya koydukları oyun da, puan cetvelindeki durumları da gösteriyor. Hem Anadolu takımlarının yükseldiğini söylemek nasıl bir hataymış ki? Anadolu takımlarının yükselişte olduğu gerçeğini vurgulamak lokomotif(!) takımları dışlamak anlamına mı geliyor? Aziz Yıldırım, “üç büyükler”in her koşulda ve her durumda medyanın asla vazgeçemeyeceği, dışlamayı göze alamayacağı bir malzeme olduğunu bilmiyor mu? Onlar küme bile düşse medya bundan rant çıkarmaz mı? “Büyüklerin” düşüş zamanları da en az parlak zamanları kadar ilgi çeker. Düşüşün nedenlerinin incelenip sorgulandığı yazı dizileri bunun örneği değil mi? Aziz Yıldırım medyanın, bütün takımları beraberce yükseltecek bir bakış açısına sahip olması gerektiğini söylüyor. Keşke Fenerbahçe zirvedeyken de böyle şeyler söyleyebilseydi. Kendisi zirvedeyken diğer takımları adam yerine bile koymadığını unutabilir miyiz? Tabii şimdi harcanan onca paraya karşın beklentilerin uzağında kalmanın acısıyla böyle konuşuyor.
Basının tiraj kaygısıyla Anadolu’ya ilgi gösterdiğini söylemek de başka bir tuhaflık. Geçtiğimiz sezon Bursaspor’un şampiyonluğu mu, yoksa Fenerbahçe’nin şampiyonluğu nasıl kaçırdığı mı basında daha geniş yer buldu? Bu sorunun yanıtı, basının tiraj stratejisi hakkında yeterli fikri verir herhalde...
Mehmet Özyazanlar
ÖNCEKİ HABER

NCAA ve amatörlük ilkesi: Bir holding ne kadar amatörse...

SONRAKİ HABER

SAVAŞ NEDİR BİLMEYEN HALKLAR

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa