14 Kasım 2010 00:00

SAVAŞ NEDİR BİLMEYEN HALKLAR

Troya savaşına katılan Kral Odisseus’un sarayı; onun dul kaldığını sandıkları karısı Kraliçe Penelopeya’yla evlenmek isteyen, tanrıların özel olarak yarattığı soyguncu damat adayı egemenlerle doluydu...

Paylaş

Troya savaşına katılan Kral Odisseus’un sarayı; onun dul kaldığını sandıkları karısı Kraliçe Penelopeya’yla evlenmek isteyen, tanrıların özel olarak yarattığı soyguncu damat adayı egemenlerle doluydu...
Yirmi yıl sonra Troya’dan dönebilen Odisseus da, kendi sarayına bir dilenci kılığında sığınmıştı. Ve onun Kral Odisseus olduğunu da yalnızca oğlu Telemahos biliyordu.
Penelopeya’yla evlenecek adayı seçmek için düzenlenen ok atma yarışından önce bir yemek verildi. Yemek sırasında arsız egemenlerden biri, kocaman bir kemik parçasını fırlatıp büyük bir şangırtıyla Odisseus’un önündeki sofrayı devirdi...
ODİSSEUS BİR SERÜVENİNİ ANIMSADI
Bu olay üzerine Odisseus, hemen yanına gelen oğlu Telemahos’a, birşeyler anlatmaya başladı usul usul:
“Bu herifin yaptığına aldırma oğlum. Nasıl olsa hesabını verecekler. Bak bu olay bana neler anımsattı, biraz anlatayım... Denizler Tanrısı Poseydon, Troya savaşı dönüşümde bütün gemilerimi batırmıştı. Bin bir güçlükle ve çırılçıplak Fayakların adasına sığınabilmiştim. O perişan halimle oranın güzel Prensesi Nausikaa da beni saraylarına buyur etmişti... Tıpkı annen Penelopeya’nın beni buraya kabul ettiği gibi... Fayaklar denen halkın Kralı Alkinos da daha ilk geceki şölende hakkımda çok güzel şeyler söyledi. Benim Kral Odisseus olduğumu bilmiyordu haliyle!. Konuşma sırası bana gelince; ‘Bu güzel halkın Uulu Kralı Alkinoos,’ diye başladım. ‘Böylesi dost sofralarda ekmeği ve şarabı kardeşçe bölüşmenin mutluluğu anlatılır gibi değil! Gene ülkendeki bütün halkların daha savaşın ne olduğunu bile bilmemesi inanılır gibi değil! Masallarda bile yok böyle şeyler... Evet, bana gelince, ben Troya savaşları sırasında vurgun yemiş Kral Odisseus’um!....”
Bu sözüm üzerine herkes birden suspus oldu.
‘Ama hemen şunu da söyleyeyim,’ diye yeniden söze başladım. ‘Bu savaşa kesinlikle gönüllü katılanlardan değildim. Duymuşsunuzdur, bizim Başkral Agamemnon, Güzel Helena’yı Troya’ya kaçırdılar diye namus temizleme savaşı açtı Troyalılara. Amaç Helena’nın namusu filan değildi tabii; zengin Troya krallığını yağmalamaktı! Ben tanrılara değil, toprağa tapan bir adamım... O yüzden kralım diye tarlalarımı sürmezlik, sürülerimi o güzel dağlarımızda gütmezlik etmezdim... Böyle böyle, en başta halkımla, eşimle, yeni doğan oğlumla mutlu mutlu yaşayıp gidiyordum... Agamemnon, Troya’ya savaşı açınca beni de alıp götürmesinler diye deli numarası yaptım . Başkralın gönderdiği elçilerin önünde, sahildeki kumsala tuz ekip öküzlerimle çift sürdüm... Ama elçiler yutmadılar... Velhasıl en seçme gençlerim ve gemilerimle savaşa katılmak zorunda kaldım... Aşağı yukarı on yıl sürdü bu ilençli savaş. Biraz önce tanrısal ozanımız çalgısıyla Troya Atı’nı anlatırken haliyle göz yaşlarımı tutamadım. Çünkü o atı tasarlayan da bendim; içinde saklananlardan biri de... Ne çılgınlıklar ettim savaş sırasında!... Neyse, Troya’yı yakıp yıktıktan sonra sağ kalanlardan kimilerimiz hemen sılaya dönmek istedi... Kimileri biraz daha kalmak istedi. Ama ben arkada bıraktığım halkıma, karım Penelopeya’ya ve kucağındaki oğlumuz Telemahos’a yeniden kavuşmak ve yeniden barış günlerine dönebilmek için yanıp tutuşuyordum.
SAVAŞ NEDİR BİLMEYEN HAKLARIN ÜLKESİ
Bu dönüş yolculuğumda haliyle mola verdiğim adalardan birinde Tanrıça Kirke, beni ülkeme salmak istemedi. Bana ölümsüzlük bağışlamak istedi... Ama beni kandıramadı... Ana-baba, eş toprağından daha sıcak olamaz hiçbir yer... El toprağının en görkemli sarayında bile yaşasa insan, hep ana baba evini özler durur.
Bu yolculuğum sırasında bir ara rüzgarlar bizi, Lotosyiyenler denen bir halkın ülkesine savurdu... Orada ilk işimiz su aramak oldu... Suyu arayıp bulduktan sonra üç adamımı saldım çevreye... Gidip oranın insanları ne iş yapar; öğrenip bana bildirsinler diye... Ama bir türlü geri dönmediler!... Onları aramaya çıktım... Bir de ne göreyim? Hiç savaşçı değilmiş oranın halkı. Lotos ağacının meyvelerini yerlermiş hep... Zaten kim yerse o meyveden, bir daha o topraklardan ayrılamazmış... Artık orada deniz ve toprakla, aşk içinde yaşamaya başlarmış... Bunları duyunca haliyle donup kaldım... Çünkü üç adamım lotos meyvesinden yemişler, barışın olduğu o ülkeden artık ayrılmak istemiyorlardı! Ne dedimse dinlemiyorlardı!... Üçünü de zincirleyip gemilere getirdim...Daha sonra Denizler Tanrısı Poseydon, egemenliği altındaki denizlerin sırlarını çözüyorum diye bana öfkelendi; bütün gemilerimi batırdı. Bu güzel ülkenize böylece geldim işte, diye konuştum... “
Odisseus burada biraz soluklandı... “Niye anlattım bu öyküyü, güzel oğlum?... Şunu demek istiyorum: Kendi ülkemizi de işte böyle savaş nedir bilmeyen o güzel halkların ülkesine dönüştüreceğiz birlikte!”
Odisseus birden oğluna sarılmak istedi. Ama onun Kral Odisseus olduğunu haliyle kimsenin bilmemesi gerektiğinden, içinden püskürüp gelen bütün duygularını, zorlukla da olsa yüreğine gömdü...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Taraftar zorbalığı yaygınlaşıyor

SONRAKİ HABER

Beyin hücrelerine yeni bir bakış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa