13 Kasım 2010 01:00
GÜNÜN YAZILARI
12 Mart olalı 40 yıl, 12 Eylül olalı 30 yıl geçti. Ancak kimi muhalif gazeteci ve yazarlarımız sürgünde yaşamak durumunda. Ve bu son derece olağan karşılanıyor. 12 Eylül darbe anayasasında sayısız değişiklikler yapıldı son 25 yıl içinde, ama düşünce, ifade ve basın özgürlüğü hâlâ sorunlu olmaya devam ediyor. Birçok yazarımız sürgünde yaşamak zorunda hâlâ.
Başlı başına, aynı 30lu yıllar Almanyasında olduğu gibi bir Sürgün edebiyatı oluşmuş vaziyette. Ne yazık ki, bu edebiyat dikkate alınmadığı gibi, bugüne kadar toplu bir değerlendirme yapılmış da değil. 12 Eylül sonrası Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Demir Özlü, Ömer Polat, Mehmet Uzun, Mehmet Emin Bozaslan, Oya Baydar, Server Tanilli gibi bir çok yazar ve aydın uzun yıllarını sürgünde geçirmek zorunda kaldı ve yazmaya devam etti. Siyasal nedenlerle sürgüne giden birçok devrimci de yazma serüvenine sürgünde başladı.
DOĞAN ÖZGÜDEN BRÜKSELDEN SESLENİYOR
Evet, birçok yazarımız sürgünde yaşamak zorunda hâlâ. Devlet, bırakın onlara yönelik yasakları kaldırmayı, onlardan özür dilemekle de yükümlü. Türkiye basınının duayenlerinden Doğan Özgüden ve eşi İnci Özgüdene bir özür borçlu olmaları gibi. Bu çift, 12 Mart ve 12 Eylül rejimlerinin suçlarını gerek İnfo-Türk bültenleri ve gerekse Kara Kitap dahil sayısız kitap ve broşür ile kayda geçti. Kazara bir gün sadece başarısız darbe girişimcileri değil, darbe yapanlar insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı yargılanacak olurlarsa, birer suç duyurusu, birer belge olarak kullanılacak. Doğan Özgüden Vatansız Gazeteci başlıklı anılarını şu günlerde Belçikada yayınladı.
Doğan ve İnci Özgüden, TÜYAPda katılamadığı 12 Eylül Sonrası Sürgün Edebiyatı paneline halen çalışmalarını sürdürdüğü Brükselden yolladığı mesajda şöyle diyor: Belge Yayınlarının 30. yildönümünü üç yıl önce Antın 40. yıldönümüyle birlikte kutlamıştık. Bu seneki yazınsal direniş etkinliğinizde Vatansız Gazetecinin de sergilenmesini isterdik, ama olamadı. Mea culpa! Kitabın 1971 darbesinden önceki dönemi anlatan birinci cildi Avrupada baskıya giriyor... 12 Eylülü de içeren ikinci cildi Mayıs 2011e, sürgünümüzün 40. yılına yetiştirme çabasındayız. Bu yılki etkinliğinize katılamadık ama etkinliğin konusu bizim için de 40 yıllık geçmişte, sürgün yaşamında yaptığımız direniş yayınlarını anımsamamıza olanak verdi. 12 Eylül darbesiyle ilgili olarak başta 400 sayfalık Ingilizce Türkiyede Militarist Demokrasinin Kara Kitabı olmak üzere çeşitli dillerde bir dizi kitap ve broşür. Kara Kitapın Fransızca çevirisi de 12 Eylülün 30. yıldönümü nedeniyle bu sene yayınlandı. 12 Mart Darbesiyle ilgili olarak da İngilizce 336 sayfalık Türkiye Dosyası, ayrıca hem Fransızca hem de Hollandaca yayınlanan Türkiyede Faşizm ve Direniş. Tabii 40 yıla yakın süredir ülkemizdeki baskıları ve direnişi başta İngilizce ve Fransızca olmak üzere çeşitli dillerde yansıtan binlerce sayfalık periyodik İnfo-Türk bültenleri... Avrupa kütüphanelerinde tasnife giren tüm bu yayınların önemli bölümünü İnternete havale ettik, Info-Türk sitesinden ulaşılabilir durumda. Biz görmesek de belki bir gün Türkçeye çevrilip Türkiyede de yayınlanır... Etkinliğe katılan tüm yazınsal direniş ve sürgün yazarlarına da dostça duygularla selamlar.
CENEVREDEN BİR SES: ALİ EKBER GÜRGÖZ
Diyarbakır Zindanı tanıklıkları Fransada büyük yankı uyandıran ve Türkçesi yakında yayınlanacak olan Ali Ekber Gürgöz ise, İstanbula şu mesajı iletti: Bilinen nedenlerden ötürü şu an aranızda bulunamadığım için üzgünüm. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden 8 gün sonra ablamla beraber yakalanıp, 11 gün boyunca, gözü bağlı olarak işkence gördük. Daha sonra tutuklanarak Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevine gönderildik. Bir buçuk yıl sonra tahliye oldum ve A.Ü. Hukuk Fakültesinde okumaya başladım. 1985 yılında toplam 12 yıl cezaya çarptırıldım. Sahte pasaport ayarlayarak 29 Ağustosta, İzmirden feribotla 3 gün yolculuktan sonra İtalyaya vardım. Oradan da İsviçreye geçtim. Fransızca kursuna başladım ve bir yandan da işkenceden dolayı bozulan sağlığımla ilgilendim. Amacım bulunduğum yerin dilini bir an önce öğrenip, Diyarbakır cehennemini o dille yazmaktı. Zira, Kürt halkının yiğit evladı rahmetli Mazlum Doğana verilmiş bir sözüm vardı. 1997de ilk kitabım olan La Nuit de Diyarbakırı (Diyarbakır Gecesi), Fransanın tanınmış bir yayınevinde yayınlattım. Mazluma verdiğim sözü yerine getirdiğim için çok rahatlamıştım. Bir süre sonunda vücudumda işkencenin kalıntıları ortaya çıktı. Malulen emekliye ayrıldım. Rahatsızlığıma rağmen yurtseverlik görevlerini aksatmadım. Cenevre Kürt Hakları Cemiyetinin Genel Başkan Yardımcısıyım.
STRASBURGDAN BİR SES: FEVZİ KARADENİZ
Geçenlerde Yaralı Zamanlar başlığı altında anıları toplayan yazar, panele yolladığı tebliğinde, sürgün edebiyatını şöyle tanımlıyor. Sürgün edebiyatı özünde soldur. Totaliter, baskıcı rejimlerin muhalif aydınları tarafından yaratılan bu edebiyatın sol olmasından daha doğal ne olabilir ki?.. Sürgün şairi kışkırtır derler. Demir Özlü bunu doğrularcasına Nâzım en güzel şiirlerini Varnada yazdı diyor. Oya Baydarın değerlendirmesi ise, 12 Eylül dönemini yaşamasaydım edebiyata dönemezdim. Yeni acılar, zorluklar, yenilgiler, dostluklar insanı zenginleştiriyor. Sürgün edebiyatında evrensel değerler ağırlıkta. Dünya edebiyatının etkilerine daha açık. Dil açısından, mantalite açısından böyle. Şiirde, romanda, hikayede, kurgu, teknik daha bir rafine. Sözcükler, kavramlar yerli yerinde. Ama bir yerde de sürgün edebiyatındaki dil, giderek fakirleşiyor, köklerinden kopuyor, yabancılaşıyor Sürgün edebiyatının handikapları yanı sıra onun daha özgür olduğunu söyleyebiliriz. Suç-ceza, yasak-tabu bağlamında. Özellikle Kürt edebiyatı açısından daha da böyle. Kendi ülkelerinde anadillerini özgürce kullanamayan, onunla eğitim yapamayan Kürtler dil, tarih araştırmalarının yanı sıra özellikle roman dalında paha biçilmez eserler yarattılar. Mehmet Uzun Benim yazarlığım mecburi yazarlıktır. Şan, şöhret, mal, mülk, parayla ilişkisi olmayan bir yazarlık benim ki. 15 yıl sürgünde kaldım. Yok olmamamı yaptığım çalışmalar engelledi derken dilin -burada anadilin- insan yaşamındaki önemine değiniyor.
PARİSTEN BİR SES:NURAY BAYINDIR
Uzun yıllardır sürgünde yazarlık ve gazetecilik yapan ve Henri Alleg, Amin Maluf, vd. ile yaptığı röportajlarını Adımlar Atılmazsa başlığı altında toplayan Nuray Bayındır ise şunları söylüyor: Bizlerin rüyaları var. Büyük rüyaları. Rüyalarımız olmasa üretemeyiz. Rüyalarımızda özgürüz. Rüyalarımızda en azından sürgünde değiliz. Benim oldukça sık gördüğüm bir rüyam vardır. Çok erken ayrılmak zorunda kaldığım kendi evimi ararım, bulurum, dolaşırım bir süre sonra gider boğazdaki üniversitemde derslere girerim. Rüyalarımı da sürgün edemezler ya Kendi yurdundan bir kilometre uzağa ayrılmamış insanlar da aynı sürgünlüğü yaşarlar kendi içlerinde. Çünkü bizden öncekilerin dedikleri gibi düşünen insan her zaman sürgündür. 12 Eylül kendi edebiyatını yarattı. 12 Eylül sürgünleri üzerinde de birçok kitap yayınlandı. Ama bana en çok anlamlı gelen bu sürecin aydın gözüyle kapsamlı bir değerlendirilmesinin yapılmasıdır.
BASELDEN BİR SES:HASAN BİLDİRİCİ
Özgür Gündemin yayın yönetmenlerinden, en son Dönüşü Olmayan Yol adlı romanı yayınlanan Hasan Bildirici ise sürgünde yazma olayını şöyle değerlendiriyor: Türkiye cezaevlerindeki tutsaklığım 12 yıl sürmüştü. 18 yıldır da sürgündeyim. Sürgün, meyveye durmuş bir ağacın kendi topraklarından sökülüp atılması gibi bir şeydir. Zaman değişmekte, ancak Türk egemenlik sisteminin muhaliflerini ezme alışkanlığı bir türlü değişmemektedir. Bugün Avrupada ve dünyanın çeşitli ülkelerinde 12 Eylül döneminden çok daha yaygın bir sürgün sığınması yaşanıyor. En ücra köy ve kasabalarında bile yakın zaman sürgünüyle karşılaşmak mümkün Fakat bu sürgün bu kez etnik bir sürgün Anadolu ve Kürdistan toprakları, tek ırk yaratma sevdası yüzünden, yüz yıl içinde bir kültürler mezarlığına çevrildi. Katliamlardan arta kalanları bu kez korumak zorundayız. Tek değerimizin heba edilmesine tahammülümüz olmamalı. Bizler, hangi kimlik altında olursa olsun, birbirini soyup soğana çevirecek terk ırka dayalı bir yaşamdansa, farklılıkların aynı bahçe içinde değişik çiçekler olarak açtığı çok kültürlü bir güzellik içinde yaşamak istiyoruz Bu kez bu ortamı elbirliğiyle yaratmakta kararlıyız
STOCKHOLMDAN SEBÜKTAY KAAN SESLENİYOR
Şiirlerini Az-Uz, Dere-Tepe, Sonra Düz adlı kitapta toplayan şair ise: Yüzlerce insan cezaevlerinde, dışarıda, sürgünde kalemlerini ellerine aldılar. Şiirde, romanda, resimde, sinemada, başarılı örnekler yaratabildiler. Ancak onca toplumsal alt üstlüklerin yaşandığı o koca dönemin edebiyatımıza, çok daha güçlü yansıması gerekiyordu. O dönem edebiyatımızda hâlâ hak ettiği yeri alabilmiş değildir diyor. Sürgünün yarattığı karmaşık duyguları Kaan, Ne Yana Baksam başlıklı şiirinde şöyle dile getiriyor:
Ne yana baksam/bir delikanlı yürüyor/Hasret uğurlar istasyonlarda/hasret karşılar/İstasyonlar ki çatıştığınız sokaklar gibidir/Oyalanmaya gelmez/ölürsünüz/Arkanızı trenlere dönüp yürümek ah!../ne zor/Kampanalar kanatır sırtınızı
Usulca/kulaklarının arkasına tarıyor/parmaklarıyla alnına düşen yeli
Ne yana baksam/bir delikanlı yürüyor
Ne yana baksam/bir kuş ölüyor/Ağzından toprağa sızan/son memleket cıvıltısı/- Kaç kanat daha çırpsaydım/varacaktım yurduma?/Hesabı kaldı yarım/Anne/kuşlarda ölünceye kadar/saklar mı içlerindeki sırrı
hazin bir türkü dökülüyor/dudaklarımdan
Ne yana baksam/bir kuş ölüyor
Ne yana baksam/bir çocuk gülüyor/Baharlarcadır çiçek çiçek/dalları örer kıkırtısı
haşarı bir uçurtma/geçiyor üzerimden
Ne yana baksam/bir çocuk gülüyor
VE VİYANADAN ERDAL BOYOĞLU
Yakın dönemde yayınlanan Ölümden Öte / Sol İçi Şiddeti Sorgulamak ve Aşmak adlı kitabı ile yankı uyandıran Erdal Boyoğlu, sunumunda daha önce sürgünde ölen yazarlarımıza dikkat çekti: Sürgün mağdurları ve muhatapları büyük acılar çekti, büyük kayıplar verdi , büyük özlemler ve hasretler yaşadı. Sürgünde yitirdiklerimiz: Nâzım Hikmet 1963- Moskova, Sabiha Sertel 1968-Bakü, Fahri Erdinç 1984-Sofya, Abidin Dino 1991-Paris, Zeki Baştımar 1973-Doğu Almanya, Aram Pehlivanyan 2001-Leipzig, Dr. Hayk Açıkgöz 2001-Leipzig, Ziya Yamaç -Sofya, Yılmaz Güney 1984-Paris, İsmail Bilen 1985-Doğu Almanya, Dr Hikmet Kıvılcımlı 1971-Belgrat, Necil Togay -Budapeşte, Zekeriya Sertel -Paris, Baytar Salih Hacıoğlu -Sibirya, Affan Hikmet -Moskova, Behice Boran 1987-Brüksel, Hamdullah Erbil 1992-Hamburg, Sümeyra Çakır 1988-Fransa, Şaban Şen 1992-Almanya, Cemal Kemal Altun 1984-Almanya, Muhammer Özdemir 1987-Almanya, Ömer Evigen -Viyana, Erol Sever -İsveç, Abdullah Aksay 2001-Viyana , Ahmet Kaya 2000- Paris, İbrahim Sevimli 2002-Hannover, Mahmut Baksi 2001-İsveç, Fakir Baykurt 1999-Almanya, Mazlum Eren -İsviçre, Sabri Boyoğlu 1999-Viyana, Enver Karagöz 2007-Almanya, Ahmet Karlı -Paris, Asım Özçelik -İsveç, Enver Türkoglu -İsveç, Şirin Cemgil 2009-Almanya
Boyoğlu sürgüne ilişkin şu saptamayı da yapıyor: Sol içi şiddetin olumsuzluklarını sürgünde de yaşadık. Sürgünde yaşamak zorunda kalan parti ve örgüt taraftarlarının sol içi tartışmaları şiddetle bastırılmaya çalışıldı. Pek çok sol içi infaz gerçekleşti, kırk dolayında devrimci öldürüldü. Sonuç olarak, 12 eylül sonrası yazın, sürgün yaşantımızın özlemlerini yansıtır. Yaşanan ortamdan ayrılmanın acısı, tarifi mümkün olmayan yitirmişlik ve yalnızlık duygusu yansır metinlerde. Ama sürgünde yaşamak, aynı zamanda duygu ve düşüncelerle ayakta kalma kavgasıdır. Hissettiklerini sözcüklerle yeniden üretmektir.
Evrensel'i Takip Et