7 Kasım 2010 01:00

YÖK’ün işleyişi ve üniversiteleri götürmek istediği noktayla ilgili Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Mehmet Türkay’la konuştuk. YÖK’ün üniversiteleri piyasanın hizmetine sunduğunu söyleyen Türkay “Üniversite açısından 12 Eylül darbesi, üniversiteler dahil bütün alanlarda AKP kadrolaşmasıyla tamamlanmış görünmektedir.” dedi.

Kurulduğundan bugüne YÖK’ ün evrimi ve bunun Türkiye’deki ekonomik dönüşümle ilişkisini nasıl anlayabiliriz?
YÖK, bilindiği gibi 12 Eylül darbesinin ürünü olan bir kurumdur. 12 Eylül darbesi daha önce yapılan, bir anlamda darbe diyebileceğimiz 24 Ocak kararlarının uygulanmasını mümkün kılan, onu tamamlayan bir niteliğe sahiptir. Böyle bir perspektiften baktığımızda iktisadi olan ile siyasi olanın bütünselliğini görmek mümkündür. Devleti sınıflar arası ve sınıf içi çatışmaların bir alanı olarak ele aldığımızda bu durum daha anlaşılır bir hal alır. YÖK böyle bir süreçte üniversite bileşenlerinin apolitikleştirildiği ortamı oluşturdu. Bu ortam, Turgut Özal ‘ın “prenslerini” taklit etmeye çalışan bir kuşağın yetişmesini sağladı. Bu kuşaktan öğrencilerin çok az, bir kısmı amaçlarına ulaştı, büyük çoğunluk bankalarda memur, çağrı merkezlerinde neredeyse kölelik koşullarında çalışmak durumunda kaldılar. Kısaca ifade etmek gerekirse, YÖK yaşanan bu süreçte vasıflı ve vasıfsız emek gücünün yetişmesi için gerekli dönüşümleri ve ortamı sağladı. Dolayısıyla YÖK, yeni sermaye birikimi sürecinin gerekliliklerine uygun bir emek gücünü, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda üniversiteler aracılığı ile ‘piyasa’ya sunmuştur.

AKP ilk döneminde YÖK’e karşı çıkıyordu. Ancak hükmetme süresi uzadıkça YÖK ile ilgili itirazı ortadan kalktı... Bugün ise üniversitede ciddi bir AKP kadrolaşmasından söz ediliyor... Siz bu tartışmaya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Üniversiteler iktidar mücadelesi dışında düşünülemeyeceği için, AKP YÖK’ü genel geçer siyasetin mantığına uygun olarak kullanmaktadır. Ancak AKP’nin temsil ettiği muhafazakarlık, egemen liberal ideolojiyi korurken, resmi ideolojiyi yeniden kendi perspektifi doğrultusunda kurmaktadır. Bu hegemonya kurma sürecinin önemli bir ayağını üniversiteler oluşturmaktadır. 12 Eylül darbesiyle başlayan süreç AKP iktidarı ile mantıki sonuçlarına ulaşmış bulunmaktadır. Bu durum AKP’yi destekleyen çevrelerin önemli bir kısmının 12 Eylül darbesini de destekledikleri hatırlanırsa daha anlaşılır olacaktır. Böyle bir süreçte AKP’nin üniversitelerde kadrolaşması, liberalizm ile muhafazakarlığın dansının aktörlerinin yetiştirilmesi anlamına gelmiştir. Üniversite açısından 12 Eylül darbesi, üniversiteler dahil bütün alanlarda AKP kadrolaşmasıyla tamamlanmış görünmektedir.

Bu kadrolaşma süreci üniversiteyi nasıl etkiler uzun ve kısa vadede?
Bu kadrolaşma üniversite dışındaki diğer alan ve kurumlardaki dönüşüm ve yeni tanımlamalarla birlikte ele alındığında sanırım gerçek anlamına kavuşacaktır. En genel haliyle ifade etmek gerekirse sorun, Türkiye kapitalizmini kim hangi şartlarda idare edip sürekliliğini sağlayacaktır sorusunda yatmaktadır. Bu süreç sadece üniversite üzerinden değerlendirildiğinde ise genel olarak sermaye birikiminin ihtiyaçlarına uygun biçimde dönüşen üniversiteler, özel olarak muhafazakarlığın yeniden ve sürekli olarak üretildiği bir zemini oluşturmaya başlamışlardır. Buradaki muhafazakarlık genel olarak kapitalizmin muhafazası, özel olarak da din referanslı bir hayat tarzının olabildiğince genelleştirilip, sürekliliğin sağlanması olarak düşünülebilir.

Türban ve özgürlük tartışması oldukça popüler. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz, üniversitenin özgürlük sorunu sadece türban mı? Türbanlı öğrenciler girerse üniversiteye şeriat mı gelir?
Türban meselesi esas olarak bir iktidar mücadelesinin içinde anlam kazanmaktadır. Ancak, iktidar toplumun üstünde ondan bağımsız bir alan değil, içinde biçimlenen bir alan olarak düşünüldüğünde yapılan tartışma artık pek anlamlı gelmemektedir. Bu durumda siyaseten bakıldığında türban bu iktidar mücadelesinin bir tarafında yer almaktadır. Ancak, sosyolojik olarak bakıldığında türban takan bütün öğrencilerin aynı siyasi amaca dönük olmadıkları da bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Sorunuzun ilk kısmına gelince, üniversiteler her biçimiyle zaten kuşatılmış durumdadır. Türban meselesindeki son gelişmeler bu süreçte kurulmaya başlanan yeni resmi ideolojinin ilk adımı olarak da değerlendirilebilir. Bu durumda türban bir sembolü temsil edecektir. Bu haliyle kendisi başı açık kadınlar için bir baskı aracı haline dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Öğretim elemanının üstüne düşen, karşısına gelen öğrenciye konu neyse onu anlatmaktan öte bir sorumluluk değildir. Bu durumda türban meselesi öğretim elemanlarının değil, karar alıcıların sorunu olmaktadır. Bir öğretim elemanı olarak derse giren bir türbanlı öğrenci benim gözümde sadece öğrencidir.

Sopa aynı tutan değişti

Makine Mühendisleri Odası Öğrenci Komisyonu üyesi Mete Bay ile YÖK’ü konuştuk.YÖK kurulduğundan bu yana siyasi iktidarın baskı aracı olduğunu söyleyen Bay bugün de bu durumun değişmediğini belirtti

YÖK bir üniversite öğrencisi için ne ifade ediyor?
YÖK, üniversite algısı ‘Meslek hayatı için ön hazırlık yapmak’ olan öğrenci için olumlu veya olumsuz herhangi bir şey ifade etmiyor. Fakat üniversiteyi mesleki gelişim aracı olarak değil, bilimsel ve toplumsal çalışmalar yaparak bu çalışmaları toplumun yararına sunmak için var olan bir kurum olarak gören öğrencilere göre YÖK, piyasacılık, gericilik ve baskı anlamına geliyor. YÖK, kurulduğu günden bu yana siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki baskı aracı olma işlevini sürdürmektedir. 2007’de Yusuf Ziya Özcan’ın başkan olmasıyla sadece el değişmiştir, sopa aynı sopadır.

YÖK kalksın mı? Kalkarsa yerine ne olmalı? Nasıl bir üniversite olmalı?
Bilimsel ve özgür üniversiteyi savunan herkes gibi, YÖK’ün kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Herhangi bir şey gelecekse, YÖK’ün ‘yerine’ gelmesin. Üniversitelerin iç işleyişine müdahale etmeyecek, sadece müfredat, kontenjan gibi konularda çalışma yapacak, üniversiteler arası bilgi alışverişini sağlayacak bir kurul oluşturulabilir.
Üniversitelerde, yetkili organların seçiminde öğrencilerin ve üniversite çalışanlarının da oy hakkı bulunmalıdır. Çıkan sonuçlarda, üniversitenin kendi iradesi kabul edilmeli ve üst makamlar tarafından herhangi bir değişiklik yapılmamalıdır.

Türbanla ilgili bir tartışma var. Üniversitede türbanın bir sorun olduğunu düşünüyor musunuz? Sınıfındaki türbanlı öğrenciden rahatsız oluyor musunuz?
Üniversitelere türbanla girilmesini değil türbanın kendisini tartışmak gerekir fakat konuyu sadece üniversitelerle sınırlı tutalım. Üniversitelere türbanla girilmesi, tek başına düşünürsek, bence sorun değildir. Asıl sorun, kadınlar üzerindeki en büyük baskı aracı olan türbanın üniversitelerde -olmayan- özgürlüğün simgesi olarak yansıtılması ve siyasi iktidarın kendi simgesini üniversitelerin en büyük sorunu olarak göstermesidir. YÖK’ün bir yandan “Üniversiteleri türbanla özgürleştirdik” derken bir yandan da sivil polisler için üniversite yönetimlerinden kulübe istemesi daha da büyük bir sorundur.
Girdiğim derslerin birinde türbanlı bir öğrenci var. Dersin 3. sınıf dersi olmasından yola çıkarsak, bu arkadaş zaten iki senedir buradaymış. Kendisini ve diğer türbanlı öğrencileri bir tehdit olarak görmedim. Türbanlıların değil ama çember sakallıların, badem bıyıklıların varlığından rahatsızlık duyuyorum.

Üniversitenin en büyük problemi ne?
Esas problem, İstanbul Üniversitesi için yönetim baskısıdır, Boğaziçi Üniversitesi için değildir. Bazı üniversitelerde eğitimin niteliği sorundur, bazı üniversitelerde nispeten iyi eğitim verilmektedir. Bazı üniversitelerde ÖGB insanlığa çevik kuvvetten daha uzaktır, bazılarında ÖGB kendi halinde insanlardır. Kısacası, bu soruya tek bir yanıt veremeyiz.
Ben İTܒde gördüğüm sorundan bahsedeyim. Bence İTܒdeki en büyük sorun, tamamen teknik bölümlerden oluşmasının etkisiyle de ortaya çıkan kariyer hastalığıdır. Sadece makine fakültesinde her biri birkaç gün süren dört ayrı kariyer etkinliği düzenlenmektedir. Henüz 2. sınıfta bulunan ve staj yeri bulmakta sıkıntı çeken öğrenciye, gidilmesi gereken tek yolun ‘Kendini kurtarma’ yolu olduğu yalanı benimsetilmekte, topluma karşı görevleri unutturulmaktadır. Fakülte koridorlarında kendimizi ‘önemli’ hissetmemizi sağlayan kırmızı halılar, şirketlerin güler yüzlü insan kaynakları çalışanları, ‘sektörle buluşma’ adı altında düzenlenen öğrenciyi sermayeye peşkeş çekme kokteylleri gibi şeylerin üniversitede yeri yoktur.

Sence Üniversite öğrencilerinin topluma, ülkesine dair bir sorumluluğu var mı yoksa sadece kendine karşı mı sorumlu?
Aldıkları eğitimi toplum yararına kullanmak üniversitelilerin temel sorumluluğudur. Fakat kariyer etkinlikleriyle, derslerde sürekli piyasanın ihtiyaçlarından bahsedilmesiyle üniversitelerin toplumsal görevi tamamen unutturulmaya çalışılıyor. Burada bize düşen görev, bireyselliği ve bencilliği körükleyen bu durumun karşısında yer alıp üniversitenin ne olması gerektiğini, mezuniyet sonrası bilimin, tekniğin ve doğal kaynakların halkın ihtiyaçları doğrultusunda, verimli bir şekilde kullanılmasını sağlamak gibi bir görevimizin olduğunu, üniversiteliler ne kadar aydınsa toplumun da o kadar aydın olacağını arkadaşlarımıza anlatmaktır.
HAZIRLAYANLAR: Ferhat Sarı - Mustafa Kahveci

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et